Almanya’da federal seçimler geride kaldı. Sosyal Demokrat Parti (SPD), burun farkıyla da olsa 16 senedir Angela Merkel liderliğinde iktidara farkla tutunmuş Hristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) geçti. SPD, sürpriz olmadığı sürece, müzakere süreci uzun geçse de liberal görüşlü Hür Demokrat Parti (FDP) ve Yeşiller (Grüne) ile iktidar kurabilecek gibi duruyor. Yani Avrupa Birliği'nin lokomotifi kabul edilen Almanya’nın başında artık sosyal demokratlar olacak.
TIKLAYIN | Almanya seçimlerinin ardından: Sandığın kazananları, kaybedenleri, sürprizleri
AB’nin iki numarası Fransa’da da 2022’de solcu Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, Macron’u zorlayacak gibi duruyor, Britanya’da İşçi Partisi tekrar anketlerde yükselişte; Muhafazakâr Parti yüz yüze kaldığı krizler karşısında eriyor. İskandinav ülkelerinde de sol partiler egemen durumda. ABD’de bile 2020 seçimleri için yapılan Demokrat Parti ön seçimlerinde kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan Bernie Sanders’ın bir süre Joe Biden’ın önünde kaldığını unutmamak lazım.
Hâl böyle olunca, “Batı’da yeni bir sol dalga mı oluşuyor?” sorusu akıllara geliyor. Bu sebeple Harvard ve Oxford üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından Prof. Dr. Sencer Ayata ile “Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan” başlığı altında yaptığımız söyleşi serisinin 6. bölümünde konumuz “yeni sol dalga” olacak. Prof. Ayata ile üç gün sürecek söyleşimizin ilk bölümünde Almanya federal seçimlerini değerlendirip, ilerleyen günlerde genele doğru devam edeceğiz
“Merkel döneminde Almanya büyüme, istikrar ve refah artışı sağladı. ABD savaşlarla, İngiltere AB’den çıkışla, AB ise iç sorunlarla boğuşurken Almanya parlak bir dönem yaşadı. Avrupa’nın lider ülkesi oldu” diyen Ayata, “Kim gelirse gelsin Almanya bir süre Avrupa’da eskisi kadar etkili olamayabilir. Yeni başbakan daha çok iç politikayla uğraşma zorunda kalacak gibi görünüyor” değerlendirmesini yaptı.
Sencer Ayata, “Sosyal Demokrat Parti (SPD) seçimin bir bakıma galibi ama büyük ve kesin bir zaferden söz etmek de zor. Kişiselleşmiş kampanya görüntüsü ağır bastı” derken, ülkenin yeni başbakanı olması muhtemel Olaf Scholz’un rakiplerinin kampanya sürecinde yaptığı hataların da sonuçlara SPD için olumlu yansıdığını ifade etti.
Almanya seçimlerinde sol görüşlü partilerin oy oranının toplamda yüzde 40’ı geçmesine de değinen Ayata, “Solun zannedildiği ölçüde gerilemediğini esas sorunun bu bölünme olduğunu düşündüm hep” görüşünü dile getirdi ve “sol” çizgi için, değişse de bugün hâlâ nasıl var olduğunu anlattı.
Ayata’nın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle...
Hocam Almanya’da küçük bir farkla da olsa sosyal demokratlar uzun süre sonra sandıktan birinci parti çıktı. 16 yıllık Merkel devrinin sonunda sosyal demokratlar, AB’nin lokomotif ülkesinin bir numarası olacak. Seçimlere dair bir değerlendirme ile başlayabilir miyiz?
Almanya hem kendi başına hem Avrupa hem de tüm dünya için çok önemli bir ülke. Kuşkusuz özellikle Türkiye için de. Bu nedenle seçimler tüm dünyanın ilgisini çekti. Türkiye’de de çok yakından ve ilgiyle izlendi. Siz de yerinde izlediniz. Haber edinme, gelişmeleri değerlendirme konusunda önemli katkılarınız oldu.
Kuş bakışıyla birkaç önemli sonucun altını çizecek olursak; sanırım öncelikle Almanya’da siyasi parti bölünmelerinin daha da arttığını söyleyebiliriz. Seçmenler daha az oranda büyük partileri tercih etti; oylar çoğunlukla toplama dağıldı. Öylesine ki seçim sonucunda üç partili koalisyon gerekli hale geldi. SPD seçimin bir bakıma galibi ama büyük ve kesin bir zaferden söz etmek de zor. Kişiselleşmiş kampanya görüntüsü ağır bastı. Kampanya sürecinde dikkatleri üzerlerinde toplayan liderler arasında önemli oy kaymaları oldu. İyi başlayanlar kötü, kötü başlayanlar iyi bitirdi. Scholz dışındaki adaylar kampanya sırasında seçim sonucunu etkileyen hatalar yaptılar.
Bir yandan Almanya'da önemli bir değişime ihtiyaç duyulduğu söyleniyor. En çok işaret edilen sorunlar asgari ücret, iklim değişikliği, kamu hizmetlerinin dijitalleştirilmesi. Bu tür değişiklikler daha yenilikçi bir liderlik anlayışı gerektiriyor. Ama yapılan araştırmalar Almanların çoğunun hayatından, elinde olandan memnun olduğunu gösterdi. Bu nedenle kampanya süresince değişimden çok süreklilik üzerinde duruldu. Değişimden çok istikrar vaadi. Bir sosyal demokrat olarak Scholz bile ağırlıkla bu yönde davrandı. Nitekim bu doğrultuya uygun olarak seçim sonuçlarında merkeze yakınlık ağır bastı. Ama sağdan çok sola doğru.
Yeşiller ve liberaller (FDP) büyük bir koz elde etti. Bir araya gelmelerinde aşılması gereken önemli zorluklar var. Ayrı siyasi felsefelere sahipler. Liberaller Yeşiller’in tersine daha az vergi, daha az devlet düzenlemesi ve daha çok bireycilikten yana. Yeşiller Yeşil Sözleşme’nin hayata geçirilmesi için bastıracak. İlginçtir önce kendi aralarında görüşme kararı aldılar. Merkez sağda Merkel’in partisi CDU’dan çok sosyal demokrat SPD’ye yakın görünüyorlar. Son dönemde olduğu gibi iki büyük parti yani SPD ve CDU arasında yeniden koalisyon oluşturulması da söz konusu ama daha zayıf bir ihtimal olarak.
Merkel döneminde Almanya büyüme, istikrar ve refah artışı sağladı. ABD savaşlarla, İngiltere AB’den çıkışla, AB ise iç sorunlarla boğuşurken Almanya parlak bir dönem yaşadı. Avrupa’nın lider ülkesi oldu. Kim gelirse gelsin Almanya bir süre Avrupa’da eskisi kadar etkili olamayabilir. Yeni başbakan daha çok iç politikayla uğraşmak zorunda kalacak gibi görünüyor.
Armin Laschet ve Angela Merkel
“Oy geçişkenliği yüksekti”
Peki partilerin oy oranına ne dersiniz? Örneğin sosyalist Die Linke eridi, SPD anketlerdeki yükselişini korudu, CDU da tarihinin en düşük oy oranını aldı...
Seçimlerde oy geçişkenliği oldukça yüksekti. Merkel daha çok kriz çözücü özelliğiyle öne çıkmıştı. İnisiyatif almaktan çok kriz yönetti. Partiye uzak seçmenleri kazanmayı başardı. Böyle olmasına rağmen o gidince Merkel’in 16 yıldır iktidarı elinde tutan partisi CDU tarihinin en düşük oyunu aldı. İlk değerlendirmelere göre CDU/CSU birlikte 6,5 milyon oy kaybetmiş. Bu seçmenlerden yarım milyonu yaşamını kaybetmiş. Liberal FDP’ye 1,3 milyon seçmen gitmiş. Asıl çarpıcı olan ise 2 milyon oyunu sosyal demokrat SPD’ye kaptırmış olması. SPD’ye gelince, Alman siyasetine baş aktör olarak geri döndü. Parti son seçimdeki oylarını büyük ölçüde korumuş, ayrıca daha önceki seçmenlerinin bir bölümünün oylarını da geri almış. Sonuçta en çok oy artıran iki partiden biri olarak oylarını yüzde 20,5’ten yüzde 25,5’e çıkartmayı başarmış.
Yeşiller en çok oy artıran iki partiden biri. Oyları yaklaşık yüzde 10 seviyesinden yüzde 15’e yükseldi. Oysa birkaç ay önce çok daha yüksek bir oy alacakları tahmin ediliyordu. Buna karşılık sosyalist Die-Linke oylarının yarısını kaybetti. Sağ popülist, aşrı sağ grupların iç içe geçtiği bir parti olan AfD bir ölçüde merkeze kaymaya çalıştı ama AB ve göç karşıtlığı gibi politikaları fazla destek bulmadı. Ana muhalefetteki konumlarından beşinci sıraya düştüler.
Hiç şüphesiz ki Olaf Scholz adını ilerleyen yıllarda sıkça duyacağız. Kendisi daha önce sıkıcı olmakla eleştirilmiş bir lider, ayrıca sicillinde de hiç skandal yok diyemeyiz...
Scholz Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olduğu dönemde bazı iş dünyası skandalları ile karşı karşıya kalmıştı. Üstelik parti liderliği seçimini de kaybetmişti. Ama parti içinde alternatiflerinin daha zayıf görünmesi nedeniyle aday yapıldı. Başarısında kişiliğinin ve stratejik yeteneğinin önemli rol oynadığı söyleniyor. Seçimlerin engellerle dolu uzun bir koşu olduğunu gösterdiği ifade ediliyor. Sağlam durduğu, sıkıcı görünme pahasına davranışını değiştirmediği, sabırla başkalarının hata yapmasını beklediği kaydediliyor. Tartışmalarda güven veren yetkin kişi görüntüsü, net/sakin konuşması, istikrarlı vücut dili, sert eleştiriler karşısında renk vermemesi, normallik görüntüsünü bozmaması... Dikkat çekilen bir başka önemli nokta söylemlerinde SPD’nin seçim programına birebir sadık kalmış olması. Yorumcular Scholz’un tüm bu özellikleriyle Merkel döneminin istikrarını sürdürebilecek ve dezavantajlı kesimlere daha çok ilgi gösterecek başbakan adayı olduğuna inandığını belirtiyorlar.
Fotoğraflar: Metin Kaan Kurtuluş/T24
SPD’yi birinci parti olmaya döndüren etmenler
Peki SPD’nin zaferini nasıl okumak lazım? Sosyal Demokratlar, nasıl ‘makûs kaderlerini’ yenip küçük ortaklıktan kurtuldu?
SPD 2013’ten bu yana büyük koalisyonun ortağı olarak CDU/CSU ile birlikte ülkeyi yönetti. Merkel uzlaşmacı tavrıyla zor bir koalisyonu sürdürme başarısı gösterdi. SPD Merkel’in gölgesinde kaldı. Bu süreçte SPD’nin desteği sürekli azaldı. Partinin oyları daha soldaki Die-Linke’ye ve başka partilere dönüyordu. Seçimde bu kayıplar kısmen telafi edildi. Scholz’un başarısında en çok üzerinde durulan kampanyadaki ana mesajı. Saygınlık, onur ve daha iyi bir gelecek... Bunlar popülist ve sol oyları geri almak için özellikle dezavantajlı kesimlere yönelik mesajlardı. Son dönemde Almanya’da çok çalışırsan ve iyi eğitim alırsan toplumda ilerleyebilirsin, anlayışı inandırıcılığını yitirmişti. Dezavantajlı konumda olanlar kolay ilerleme sağlayamıyordu. Kazananlar ise kazanamayanlardan uzaklaşıyordu. Onlara yukarıdan bakmaları terk edildiğini düşünenlerin onurunu zedeliyordu. Bu nedenle yeniden saygınlık ve onur vurgusu Almanlara hitap etti.
SPD’nin kampanya gündeminin en önemli vurgusu sosyal adalet ve sosyal politikalar oldu. Emekliler, asgari ücret, istihdam. Onların yanı sıra kültürel kimlik taleplerini öne çıkartan kadınlar, göçmen gruplar... Aynı zamanda iklim değişikliği... Yeşillenen seçmen tabanına yönelik olarak çevreci politikalar. Diğer bir deyişle sosyal ve ekolojik politikalarla birlikte kültürel kimlik politikaları. Farklı özellikleriyle öne çıkan gruplardan birine seslenirken karşıtlarını güçlendirmemeye eskisine göre daha çok dikkat edildi. Yerli işçiler ve göçmenler gibi... Daha fazla çok sosyal, yeşil ve kültürel politikalar. Ve daha çok Avrupa. Eşitsizliği azaltmaya yönelik zengin azınlık değil çoğunluk için politikalar. Bu kapsamda Scholz’un yurttaş merkezli bir yaklaşımla en kırılgan ailelere daha fazla yönelmesi bekleniyor.
“Piyasa her sorunu kendi başına çözer, görüşü tüm dünyada sarsıldı”
Sosyal demokrasi Batı’da tekrar yükselişe geçmiş gibi. Ancak devralacağı görevin getireceği sorumlulukları ele alınca işi çok kolay olmayacak gibi duruyor, öyle değil mi?
Şayet bir koalisyon hükümeti kurmayı başarırsa SPD’nin işi kolay olmayacak. Kendi içinde ve dışında çok farklı kanatlara seslenme durumunda. İş dünyası, beyaz yakalılar, işçi sınıfı. Toplumun dinamik kesimleri yeni programlar istiyor. Buna karşılık çalışanların önceliği haliyle daha fazla gelir daha yüksek yaşam standardı... Uzaktan çalışanlar gibi yeni istihdam biçimlerinin karşı karşıya olduğu sorunların çözülmesi. Diğer yandan çevre, büyüme, eşitlik, bunların hepsini söylemek kolay ama bir araya getirmek hiç de kolay değil.
Norveç’te ve Almanya’da sosyal demokratların başarısı sonrası Avrupa’da yeni bir sol dalgadan söz ediliyor. ABD’de Biden farklı koşullarda da olsa benzer bir yaklaşım sergiliyor. ABD tarihinde görülmemiş 3,5 trilyon dolarlık bir sosyal yardım paketini Kongre’ye kabul ettirmeye çalışıyor. Türkiye’nin sosyal harcamalarının yüzlerce katı eşdeğerinde. Artık piyasa her sorunu kendi başına çözer görüşü tüm dünyada sarsıldı. Özellikle Covid sonrası... Birçok ülkede çok farklı nedenlerle kamu kesimine, kamu alanlarına, devlete daha çok ihtiyaç duyulur, daha çok önem verilir hale geldi. Bu nedenle SPD’den öncelikle beklenen yeni kamusal politikalar. Konu tekrar kamu kesiminin önemine ve sosyal politikalara dönünce gözler haliyle sosyal demokrat parti ailesine çevriliyor. Çünkü onların yetkinlik alanı.
Oyların dörtte birini alan SPD, yüzde 15 oy alan Yeşiller ve yüzde 5 oyuyla Die-Linke. Yeşiller’in de giderek sola yaklaştığını düşünürsek büyük bir sol kütleden söz etmiş oluyoruz. Sol ya da sosyal demokrasi dediğimizde tek tek partiler yerine bu bütünü göz önünde bulundurmamız gerekmez mi?
Solun zannedildiği ölçüde gerilemediğini, esas sorunun bu bölünme olduğunu düşündüm hep. Sosyal demokrasiyi, sol nitelikleri farklı da olsa özgürlükçü demokrasi ilkelerini benimseyen tüm sol/demokratik, sol/demokratik sosyalist/sosyal demokrat partileri içine alacak şekilde düşünmek kanımca daha doğru olur. Evet bir zamanlar tek başlarına yüzde 40’ların üzerine çıkan sosyal demokrat, demokratik sosyalist işçi partileri geride kaldı. Ama bölünmeleri ve toplam oyları düşündüğümüz zaman çok farklı bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Yeşiller Eş Başkanları Annalena Baerbock ve Robert Habeck
“Sosyal demokrasinin ‘altın çağı’ geride kaldı, ama…”
Yani sol ayrımı bitmedi diyorsunuz...
Solu sağdan ayıran çeşitli özellikler kuşkusuz zaman içinde değişti. Aralarındaki farkın azaldığı ve çoğaldığı dönemler oldu. O halde şu soruyu sormalıyız. Sol ile sağ arasında hiç değişmeyen, yani kalıcı farklılıklar da var mı? Evet, var. İki temel ayırıcı özellik hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Birincisi solun toplumdaki eşitsizliklere bakışı. İkincisi ise kamuya, kamusal alana ve kamusal politikalara ilişkin görüşleri. Sağdan farklı olarak sol/sosyal demokratlar politikalarını öncelikle toplumdaki eşitsizliklere karşı mücadele hedefi üzerine oturtmaya çalışırlar. Daha eşitlikçi politikaları savunurlar. İkincisi, devleti ve yerel yönetimleri eşitsizliklere karşı mücadelenin başlıca aracı olarak görürler. Vergi politikaları, sosyal harcamalar, piyasaların regülasyonu vb. Başta yoksulluk gibi sorunların ve derin toplumsal eşitsizliklerin çözümünde bölüşümcü ekonomi politikalarına başvururlar.
Sol/sosyal demokrat partilerin programları, politikaları, örgütlenme biçimleri, seçmen tabanları zaman içerisinde büyük değişikliklere uğradı. Ama eşitlikçilik ideali ve kamu kesiminin toplum yararına ekonomiye müdahalesinin gerekliliğine ilişkin görüşleri hiç değişmedi. Aslında bu görüşlere ve iddiaya sahip çıkmak eşitsizliğin büyük bir tırmanış içinde olduğu günümüz dünyasında her zamankinden daha da önemli hale geldi.
Dünyada sağ popülizm yükselişe geçti. Çok sayıda demokratik ülkede merkez ve merkez sağ partiler iktidarı ele geçirdi. Ama bu dönem boyunca çok sayıda ülkede sol, sosyal demokratlar zaten büyük ya da küçük ortak olarak koalisyon hükümetlerinde yer almaktaydılar. Salgın dönemiyle birlikte de sol/sosyal demokrat partiler yeni bir atağa kalkacak gibi görünüyor. Evet sosyal demokrasinin “altın çağı” geride kaldı. Ama sağ ve sol ayırımı ortadan kalkmadı. Sol/sosyal demokrat partiler de tarih sahnesinden silinmedi.
YARIN: Benzer şartlar nasıl Türkiye'de AKP'yi, Latin Amerika'da solu iktidara taşıdı; Pembe Dalga; Sosyal Demokrasi'nin altın çağı
Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan İttifaklar 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor |