Yazmayayım diyorum ama yazmadan da edemiyorum.
Nasıl yazmayayım ki?
Sopa Kürt'e kalkınca herkes sus pus!
Moda bir deyim var ya; demokrasi arenası!
Hayat, kimi zaman bir turnusol kâğıdı gibidir, eylemlilikle sınanır.
Demokratlık da işte böyle.
Sağına soluna bakarsın, o arenada kimse kalmamış…
Hâlbuki konuşmaya gelince mangalda kül bırakan yoktur.
Demokrasi deyince, özgürlükler deyince, eşitlik deyince ağzından bal damlıyor herkesin.
Ancak Kürt'e sopa kalkınca durum birden değişiyor!
Cümle muhalefet rap rap.
Partiler ise suspus!
Diyarbakır’da, aralarında gazeteci, avukat, sanatçı ve sivil toplum örgütü temsilcilerine yapılan operasyon protesto edildi. (Fotoğraf: Sertaç Kayar)
* * *
İki gün bekledim.
Şunun şurasında kaç gün kaldı ki seçimlere?
Söylemeye gerek yok, hemen yarın, hatta yarından da yakın!
Gözümüzü yeni bir cadı avıyla açtık geçen gün.
Her zamanki gibi yine hoyratça dayandı kapılara kolluk.
Diyarbakır merkezli 21 ilde avukatlar, gazeteciler, sanatçılar, siyasetçiler, milletvekili adayları gözaltında.
Avukatlara görüşme yasağı, dosyalara gizlilik kararı!
Besbelli seçimlere karşı bir gözdağı.
Halkın özgür iradesine yönelmiş planlı bir tehdit.
Millet İttifakı'nı oluşturan partilerin Twitter hesaplarına tek tek baktım.
Hiçbirinden tek bir kınama yok!
Yanılıyorsam bağışlasınlar beni, şimdiden özür dilerim.
Bireysel duyarlılık gösteren kimi nadir çıkışlar hariç.
Ancak gözün gördüğü de ortada!
Ne bir koşu gidip "kardeş şehir" Diyarbakır'la kurumsal dayanışma gösteren oldu, ne basın açıklaması yapan muhalefet partisi, ne de yüksek sesle kınayan bir lider...
Hani aynı ceberut rejimden muztariptik?
Hani bu karanlıktan birlikte çıkacaktık?
Hani bu seçimler köprüden önceki son çıkıştı?
Hani tek adam rejiminden kurtulacaktık?
Üstelik demokrasiden, basın özgürlüğünden, insan haklarından yanaydık?
Hani baskıya, siyaset yasağına, özgürlüklerin kısıtlanmasına karşıydık?
Savunma hakkına okunulmayacak, gazeteciler cezaevine tıkılmayacak, sanatçılara zulmedilmeyecekti?
* * *
Altılı Masa'nın ortak mutabakat metni yayımlandığında yazmıştım.
240 sayfalık metinde Kürt'ün adı yoktu!
Boşuna değilmiş demek.
Herkes için her şey vardı; demokrasi vardı, özgürlükler vardı; hak, hukuk ve adalet vardı.
Yok yoktu metinde.
Küçük ve orta boy işletmeler, esnaf ve sanatkârlar, turizm ve kültür, iklim değişikliği, doğa ve hayvan hakları, yeşil dönüşüm, çevre ve ekosistem; kirlenen sular, bozulan kentler, azalan ormanlar…
Hepsi vardı.
Yalnızca Kürt'ün adı yoktu.
Gel de şimdi düşünme.
Demek her şey bunun içinmiş!
Kürt'ün adı yoksa ona sopa serbest.
* * *
Bazı okurlarım diyorlar ki, Kürtleri niye çok yazıyorsun?
Belki de hayata kalbin gözüyle bakıyorum.
Bu bir refleks; belki bireysel, belki bir insanlık hali.
Yok sayılana dair bir savunma güdüsü.
Ötekine dair bir sahiplenme, farkına varma.
Üstelik adının "Kürt" olmasına da gerek yok.
Türkiye'de Kürt, Bulgaristan'da Türk de olabilir.
Ya da Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli de…
Milliyetçilik…
Hemen her toplulukta az ya da çok var olan ideolojik bir olgu.
Kimine göre kutsal, kimine göreyse bir ilkellik.
İnsana, zamana, coğrafyaya ve sosyolojiye göre değişir.
Kürt'ün de, Türk'ün de, Alman'ın da milliyetçisi; daha ötesi ırkçısı vardır.
Bana göre milliyetçilik tatlı bir zehre benzer.
Bünyeye girdiğinde damarlarında şarap ılıklığında dolaşır, gururunu okşar, ruhunu sarhoş eder insanın.
Ne var ki kolayca kaşınır, azdırılır.
Ve egemenin elinde her an ırkçılığa dönüşmeye hazırdır.
Bu yüzden tehlikelidir de.
Çünkü "zamanı geldiğinde" ötekine karşı kolayca nefrete dönüşebilir.
* * *
Türkiye'de alıştığımız, alıştıkça kanıksadığımız şey.
Ateş Batı'ya düştüğünde büyük felaket.
Hoyratlık kapıyı Ankara'da çalsa anında yekvücut oluyoruz.
İstanbul'dan gazeteci zulüm görse hep beraber karşı duruyoruz.
Kötülük, bir muhalif partinin kapısına dayandığında kol kola giriyoruz.
Peki ya, yangın doğudaysa?
Zorbalık Kürt'ün kapısına dayanmışsa?
Haa! O zaman dur!
O zaman ses çıkarma!
Siyasetçi Kürt olunca potansiyel suçlu!
Gazetecinin dili kırıksa, teni esmerse, bir de Diyarbakırlıysa o halde terörist!
Sanatçı, tiyatroda oyununu Kürtçe oynuyor, analar ağıtlarını Kürtçe yakıyorsa bölücü.
Kadınlar elini hamurdan, eteğini çamurdan kurtarıp bilinmedik bir dilden siyaset yapmaya yelteniyorsa, hele bir de rengârenk giysileriyle itirazın öznesi oluyorsa o zaman olağan şüpheli.
O halde?
O halde vur başına!
O halde yürü üstüne!
O halde Kürt'e sopa serbest!
Sakın ses çıkarma!
Öyle mi?
Yusuf nazım kimdir?Yusuf Nazım (1962) Hanak-Ardahan doğumlu. 1984 yılında Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar bilişim sektöründe çalıştı. 1992-1999 yılları arasında Özgür Gündem, Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazeteleriyle; Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerinde deneme, öykü ve yazıları yayımladı. 2007 yılında Hayat Televizyonu'nun ilk kurucuları arasında yer aldı. 2010'da bilişim sektöründeki profesyonel çalışmasını sonlandırdı. 2011 yılından itibaren Cumhuriyet, Radikal, Evrensel, Özgür Gündem ve Birgün gazeteleriyle; T24 ve Bianet platformlarında yazıları; Evrensel Kültür ve İnsancıl Kültür Sanat dergilerinde öykü ve denemeleri yayımlandı. 2012-13 yıllarında Güneydoğu'da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilen Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin genel koordinatörlüğünü yaptı. Öykü kitapları Kızak (Evrensel Basım Yayın, 2012) ve Leyla'yı Beklerken (İnkılap Kitabevi, 2017). |