"Dönüm noktası...
Tarihi gün...
Demokrasiye büyük katkı...
Türk demokrasisi çok daha güçlenmiştir...
Türkiye Avrupa Birliği sistemine tam entegre oldu...
Evrensel hukuku kendi hukukunun parçası haline getirdi...
Avrupa Birliği'nin en gelişmiş ülkelerindeki düzenlemeler seviyesine getirildi, hatta ondan daha ileri düzenlemeler yapıldı..."
7 Mayıs 2004... Türkiye bayram yapıyor.
Yukardaki sözler, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e ait.
Neden bayram?..
Anayasa değişikliği
Erdoğan o tarihte pek çok kişiyi yanıltan "demokrasi kahramanlığına" bürünmüş haliyle Avrupa Birliği peşinde koşarken, Anayasa'da bir dizi değişikliğe gidiliyor. Eklemek gerek, Meclis'te bulunan bütün milletvekillerinin tam desteği ile.
O değişikliklerden biri de, Anayasa'nın 90. maddesine eklenen 5. fıkrası, o tarihsel ek şöyle:
"Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır."
Bu maddenin "Türkçesi" çok açık:
"Bizim mahkemelerin verdikleri kararlarla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çelişirse, bu durumda AİHM kararları uygulanır."
Bu değişiklikle, uluslararası anlaşma ve kararlara üstünlük tanınması Anayasa kuralına dönüşüyor.
Erdoğan'dan bakanlara ve AKP'nin hukukçu sözcülerine kadar, hepsi bu değişiklikle övünüyor.
Aynı yılın Aralık ayında AB kapısında, tam üyelik görüşmelerinin başlama arayışında "demokrat görünmek" isteği, bu değişiklikte temel rol oynuyor.
Demirtaş kararı
AİHM Büyük Dairesi, dün AİHM'deki eski yargıcımız Rıza Türmen'in çok önemli tespitler içeren T24'deki yazısında olduğu gibi, "içtihat" niteliğinde karar veriyor. "İçtihat" yani, benzer durumlarda göz önünde tutularak, hükme varılması, örnek alınması gereken bir karar.
1'e karşı 16 gibi, ezici bir çoğunlukla, o 1 karşı oy AKP'nin oraya gönderdiği Türk yargıca ait ki, sürpriz değil, AİHM:
"Selahattin Demirtaş derhal serbest bırakılmalıdır."
2004 yılında bayramı yapılan, alkışlarla kabul edilen, Erdoğan tarafından "demokrasinin zaferi" olarak ilan edilen Anayasa değişikliği ve bunu uygulamak, buna uymak zorunluğu şimdi hukuka aykırı itirazlarla askıya alınmak isteniyor.
İlk değil
Erdoğan'ın önceki gün AİHM'in Demirtaş kararına tepkisi, tarihe not düşülecek bir ibret belgesi. Son yıllarda AİHM ne zaman kendisinin istemediği bir karar verse, yanıt hep aynı:
"- AİHM teröristleri koruyor...
- Kararı hükümsüzdür...
- Kararı yok hükmündedir...
- O bize karışamaz... "
Madem "karışamaz", o zaman 2004 yılındaki değişikliği neden "demokrasinin zaferi" olarak ilan ediyorsun?..
O tarihteki anayasa değişikliği ile sırası geldiğinde neden övünüyorsun?..
Madem "karışamaz", sen kendin neden üç kez AİHM'e başvuruyor ve adalet arıyorsun?..
Erdoğan yargıç mı?
AİHM'in Demirtaş kararına tepki gösterirken, Erdoğan:
"Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimiz tarafından değerlendirilir."
Zaten bu konudaki konuşması baştan sona, AİHM kararı bizi ilgilendirmez, niteliğinde.
O zaman 2004 yılında Anayasa'yı bu yönde değiştirmek için neden adım atıyorsun?.. Sözüm ona, "demokrasi kahramanı görünmek" için mi?..
Kendi attığın adımı şimdi neden inkar ediyorsun?..
"Osman Kavala ve Enis Berberoğlu" kararlarında olduğu gibi, Demirtaş kararını neden uygulamaktan kaçınıyorsun?..
Uygulamayı neden engelliyor ve ona göre nutuklar atıyorsun?..
Neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?..
Demirtaş kararıyla ilgili olarak, Erdoğan ayrıca diyor ki:
"AİHM bu kararı iç hukuk yolları tüketilmeden alarak, istisnai bir uygulama yapmıştır. Bu iki yüzlülüktür, çifte standarttır."
Yaaan-lış!.. Yanlış işte, yanlış!..
Gerçek şu:
Demirtaş AİHM'e 20 Şubat 2017'de başvuruyor. Bizim Anayasa Mahkemesi 21 Aralık 2017'de başvuruyu kabul edilemez buluyor. AİHM'in kararı bu tarihten sonra, böylece iç hukuk tüketilmiş oluyor.
AİHM'in ilkesine göre, kabul edilebilirlik kararı bu tarihten sonra olduğu için AİHM başvuruyu kabul edilebilir buluyor.
Yani, AİHM iç hukuk yolları tüketildikten sonra karar veriyor, Erdoğan'ın savı doğru değil.
Bunlar bir yana...
Bir başka vahim söylemi şu:
"Çektiği bu nutukla Demirtaş'ı sürekli 'terörist' diye suçlayarak:
1- Kendini yargıç yerine koyuyor,
2- Ayrıca, yerel mahkemeleri sanki uyarıyor ve Demirtaş'ın tahliyesini önlemeye çalışıyor."
İlk değil, kim bilir kaç kez!..
Bu arada AB'ye el uzatmak
Komedi, aynı konuşmasında, Avrupa uzantısıyla sürüyor.
AİHM'e:
"Sen iki yüzlüsün, teröristleri koruyorsun" derken...
Avrupa Birliği'nin en temel hukuk kurumunu yerden yere vururken...
Demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne açıkça aykırı olarak, AİHM'nin kararlarını geçersiz sayacağını ilan ederken...
Avrupa Birliği'ne:
"Bizim yerimiz Avrupa'dır... Geleceğimizi Avrupa'da görüyoruz, Avrupa Birliği ile yeni bir sayfa açmayı arzu ediyoruz."
İşte, bu mümkün değil!..
AİHM'i sürekli suçlayarak, AİHM kararlarını sürekli görmezden gelerek...
Hem kendi Anayasa'na aykırı davranarak, hem evrensel hukuk kurallarını hiçe sayarak...
Hukukun üstünlüğünü yok ederek...
Demokrasiyi perişan hale getirerek...
Onlara "Nazi artıkları" ya da "Hıristiyan Kulübü" diye, hakaret ederek...
Sonra nedendir bilinmez, aniden çark ederek, el uzatarak...
Bu tutarsızlıklarla...
Seni kimse Avrupa Birliği'ne almaz!..
"Arzun" kursağında kalır!..
"Yazık konstitüsyon bitti"
Değerli Anayasa Profesörü Kemal Gözler'in dün bir makalesi yayımlanıyor.
23 Aralık 1876 tarihinde bizim ilk Anayasamız yürürlük kazanıyor. Önceki gün bunun 144. yılı. Hiç kolay geçiştirilemeyecek bir deney.
Prof. Gözler bunu hatırlatarak yazdığı yazıda, ibretlik tarihsel bir olayı aktarıyor.
O ilk Anayasa Mithat Paşa'nın başkanlığını üstlendiği bir komisyon tarafından hazırlanıyor,
"I. Meşrutiyet..."
Mithat Paşa 19 Aralık 1876'da Sadrazamlığa getiriliyor, dört gün sonra ilk Anayasa ilan ediliyor, II. Abdülhamit buna uyacağını kabul ediyor.
Aynı Mithat Paşa...
5 Şubat 1877'de, Anayasa'nın ilanından sadece 44 gün sonra, göreve gelişinden sadece 48 gün sonra bir tertiple görevinden alınıyor ve Taif'e sürülüyor, sonra orada idam ediliyor. Tarihin, II. Abdülhamit'in bir başka kara sayfası!..
Sürgüne giderken Mithat Paşa:
"Yazık konstitüsyon bitti, bu millet terakki edemeyecek!.."
"Konstitüsyon bitti", yani "anayasa bitti."
144 yıl önce!..
Prof. Gözler'in son cümlesi:
"Galiba Mithat Paşa'nın ahı tuttu, 144 yıl geçtiği halde, geldiğimiz yer aynı, 'ülkede ne konstitüsyon, ne terakki' var!.."
Hele de, son beş, altı yılda...