Ümit Aslanbay

11 Ağustos 2017

İşte bütün mesele: Bir vazo kırmak ya da kırmamak... Bir çok sesli Türkiye partisyonu!

Bu düşünce özgürlüğü müdür; yoksa hepsini, her görüşü elimin altında tutayım diyen oportünist olduğu kadar acımasız, bir patronun işi midir?

Nuray Mert'in Cumhuriyet'teki yazılarına son verilmesiyle, bir süredir çalamadığı için (kimine göre kafa dinlediğimiz) çok sesli Türkiye'de bildiğimiz partisyon tekrar oluştu. Hiç unutmamışız, hiç özlememişiz. Liberal yaylıların nasıl ve nereden girecekleri o kadar belli ki. Eski gücünden uzak ve artık bizleri ürkütmeyen vurmalılar ha keza. Olmasa da olur ki üç başlıkta toparlanabilir:

-Ama düşünce özgürlüğü var! Herkes fikrini söyleyebilme, demokrasi var.

-Biz de vazoyu böyle kırmıştık.

 Gazetelerde, insan istediğini, düşündüklerini yazabilmeli, hele Cumhuriyet gibi bir gazetede...

-Okurlar karşı çıkıyormuş. Okur profili diye bir şey mi var? Her görüşten okur olur. Tek tip okur olur mu?

Farklı görünse de; aslında hep aynı notadan seslenen bu partisyonun isyan ettiren bıktırıcılığı, bizatihi başarısızlığından ileri geliyor. Bırakın başarıyı bir eser yaratamamasından...

Kimse de nedense hala şunu diyemiyor:

-Olmadı, olmuyor...

"Vazo kırıldı" sözünün sahibi Hasan Cemal elbette bütün bunları biliyor. O ta geçmişten gelen sözünün arkasında duruyor, Onunki sözünün belasıdır, namus belasıdır. Verdiği can onun. Benim sözüm diğerlerine:

-Mesela, Nuray Mert de ta başından biliyor ve diyor ki,

"Orhan Erinç, kararın (yazılarına son verilmesinin) Silivri Cezaevi'ndeki tutuklu yönetici arkadaşlarımızın bilgisi dahilinde verildiğini söyledi. Beni Cumhuriyet'e davet eden Akın Atalay'dı. Cumhuriyet'in Kemalist çizgisini bildiğim için davet karşısında çok titiz davrandım ancak Akın Atalay, gazetenin dar vizyonunu genişletmek için böyle bir davette bulunduğunu söyledi"

Yani aslında herkes biliyor.

"Ama Cumhuriyet'te her düşünce kendine yer bulmalı" diye naif naif konuşanlar dışında.

Onların bilmeden böyle konuştuklarını umuyorum. Naiflikleri oradan.

Hasan Cemal gibi yaptıklarının arkasında durmadıklarını, Nuray Mert gibi siyaset arsızı olmadıklarını kabul ediyorum.

Gazetelerin süpermarket gibi oldukları, içeri girdiğin zaman istediğin her şeyi kesene uygunsa alabileceğin fikrinin mucidi aslında ne onlar, ne Nuray Mert Hasan Cemal...

Hasan abi ilk harekete geçen olsa da olsa ancak başarısız bir pratisyen olur.

Başarılı olan, cerrah olan Ertuğrul Özkök'tür.

Kendisi, bizatihi bu kavramı da dile getirmiştir: Süpermarket gazeteciliği... Bir internet taraması yaparsanız bulursunuz. Benim mesleğe girdiğim, hızla öğrendiğim yıllar. 12 Eylül'den yaralı, topal, sakat çıktığımız yıllar. Daha fazla girmeyeyim. Şöyle diyordu:

-Al gazeteyi her görüşü oku kardeşim. Hepsini bir tek gazetede bul. Magazin dersen magazin, siyaset dersen siyaset, eğlence dersen eğlence, ekonomi dersen ekonomi... Görüş dersen görüş her türlüsünden. Dincisinden, İslamcısına. Laikinden laikçisine. Bir de seküler mi ne diyorlar; işte ondan da. Bir Hürriyet al yeter!

Son derece liberal görünse de, aslında "Bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz, sana ne oluyor lan" diyen rahmetli Tandoğan'ın tek partili rejimin mottosu haline gelen açımlamasından ne farkı var?

Aynı patron parayı verecek, onlar da farklı farklı resitaller, dans figürleri sergileyecek.

Günümüzden ne farkı var? Tek parti anlamında, bir iyilik varsa biz zaten yaparız, size ne oluyor anlamında yani...

Bir de adamı (toprağı bol olsun) yıllar boyu bir  sivilleşme şeması uğruna eleştirdiler, yerden yere vurdular.

Neyse, ben Cumhuriyet'e geleyim. Cumhuriyet gazetesi bu arkadaşların düşündüğünün ya da göstermek istediğinin aksine tek tip görüşün olduğu bir gazete değildir. Hasan Cemal'in başında olduğu ama İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu'nun bir dediğinin sadece bir kere iki olduğu, 160-170 bin tirajları bile gördüğü yıllarda çeşitli fikirlerin cirit attığı bir gazeteydi.

Ama kimsenin aklına Kemalizme küfretmek gelmiyordu. Ne zaman ki akıllardan şöyle bir geçti, Vazo kırıldı. Paramparça oldu.

Kürt meselesini dillendiren, açıkça yazan gazeteydi. Yönetim katılmasa da, yazılar çarşaf çarşaf çıkardı. 12 Eylül günlerinin karanlığında "bok yedirilen kürtleri" Cumhuriyet yazdı. Ben sussam da Celal Başlangıç konuşsa.

Soldan, 12 Eylül öncesi "veto" yiyen Cumhuriyet (Dev-Yol satışını ve dağıtımını engelliyordu) onlar için ne düşünüyordu dersiniz-

Cevabını Ali Sirmen onunla bir nehir söyleşi yaptığım kitabında verdi, İşte soru işte cevabı*:

--70’lerin ortalarından itibaren, Kemalist sol dışında da bir sol gelişiyor. Siyasi gerilim de tırmanıyor… Cumhuriyet ne yaptı bu dönemde, zorlandı mı?

ALİ SİRMEN: Cumhuriyet bunların hiç birine tavır almadı. Cumhuriyet asgari müşterek gazetesiydi. Bir noktayı tashih etmek lazım. Bunlar benim algılarım tabii. Cumhuriyet’te şu an, yüz kişi çalışıyorsa, her birine bir Cumhuriyet yaptırsanız, yüz tane farklı Cumhuriyet çıkar. Cumhuriyet’e karşı koyan bir sol kanat vardı. Ama Cumhuriyet onlara karşı tavır koymuyordu.

Mesela, şunu hatırlıyorum: Yılmaz Güney’in taraftarları Cumhuriyet’e karşı çıkıyorlardı. Hatta bir gün biriyle konuşurken, “Ne olacak, Yılmaz Güney Cumhuriyet’i tu kaka etse silebilir mi, silemez. Cumhuriyet Yılmaz Güney’i silebilir mi, silemez” dediğimi hatırlıyorum...

İlhan Selçuk, onlar boykot edebilirler ama Cumhuriyet Türkiye'nin bütün ilerici kesimlerini kullanmalıdır dediğini hatırlıyorum."

Yani kavga etmeyin, onları kazanmaya çalışın diyor.

Oldu mu?

Bunu son derece sovyetik bir kavram kullanarak yapıyor:

-İlericiler!

Bunlar da kim ola?

İlhan abi ve Cumhuriyet ve onun altın yılları:

Komünist değildiler. Hatta anti komünistiler. Ama Sovyetler Birliği'ne (cahil olanlar için söylüyorum o zaman komünist olan şimdi ki Rusya) laf ettirmezlerdi, edenlere de hoş bakmazlardı. Neden?

Kurtuluş savaşı ve Sovyet yardımı.

Neden?

Atatürk ve komünizm ilişkisi...

Komünizmi eleştir ama Sovyetler'i eleştirme. Cumhuriyet Türkiye'sinin harcına kürek atmışlara saygılı ol.

Kemalizme de...

Bu kadar basit. Cumhuriyet'in zımmi anlaşması budur.***

Her şeyi, herkesi eleştirebilirsin, Nadir Nadi'nin arkadaşları, dostları dahil; ama Sovyetler'e, Kemalizme, Cumhuriyet'e. solculara küfretme...

Bu ülkenin, (ve Cumhuriyet'in) fabrika ayarlarıyla, oynama!

Bir gazetenin editöryali bunu isteyemez mi?

Le Monde, söze "Sayın Trump'un çok isabetle belirttiği gibi" diye söze başlayıp, Fransa'yı salaklardan oluşmuş bir entelektüel ordusunun yönettiğini iddia eden birini köşe yazarı yapar mıydı?

Yapabilir miydi?

Okuyucuları izin verir miydi?

Ya da New York Times?

"Sözde Yahudi soykırımı " diye söze başlayan birini köşe yazarı yapar mıydı, ona aylık, kendi ölçülerinde de olsa dolgun bir maaş verir miydi?

Bu düşünce özgürlüğü müdür; yoksa hepsini, her görüşü elimin altında tutayım diyen oportünist olduğu kadar acımasız, acımasız olduğu kadar vicdansız bir patronun işi midir?

Kimin?

Parayı kim verirse düdüğü de o çalar?

Geldiğimiz yer de zaten bu.

Ve hala umudunuz Cumhuriyet...

Her ikisiyle de.

Her iki anlamıyla da...

Bir eski Cumhuriyet için...


*Hasan Cemal. T24 "Nuray Mert kararını kınıyorum" yazısı. 

** Ali Sirmen Anlatıyor. Bir Eski Cumhuriyet İçin. İmge Kitapev