Son dönemde ülkemizde ve dünyada eğitim konusu gündemden düşmüyor. Örneğin, güz döneminde yüz yüze eğitim verilecek öğrencilerin aşılanması pek çok ülkede tartışılıyor. Bir başka başlık da eğitiminin ne kadar uzaktan ve ne kadar yüz yüze olması gerektiği. Son yazılarda, eğitimle ilgili farklı uzmanların görüşlerini gündeme getirmeye çalışıyoruz. (https://t24.com.tr/yazarlar/talat-ciftci/gelecegin-egitimi-ve-diplomali-issizler-ordusu,31958). Dünyadaki başarılı örnekleri incelemeye gayret ediyoruz. (https://t24.com.tr/yazarlar/talat-ciftci/uzak-dogu-nun-yukselisinde-universitelerin-rolu,32020) Bu yazıda, üniversitelerin yeni teknoloji, ürün ve hizmetlerin geliştirilmesindeki rolünden de bahsetmek istiyorum.
Bizler çocukken fikri haklarla “gavur icadı” olarak tanıştık. “Eski köye yeni adet getirme!” ve “İcat çıkarma!” diye uyarıldık. Yükseköğrenim aşamasında ve çalışma yaşamında ülkemizin bu konuda geri kaldığını fark ettik. Yenilikler hep başkalarından bekleniyordu. Bizim derdimiz, yerel kaynakların paylaşılması ve mümkün olduğu kadar çabuk ve kolay kazanç sağlanmasıydı. Örneğin, arsa, tarla veya bina sahibi olmak köşeyi dönmek demekti. Buluş yaparak yeni bir ürün üretme ve patent alma gündemimizde değildi. Oysa makine, ampul veya aşı icat edenler gayrimenkul sahiplerinden daha fazla kazanıyordu.
Pandemi nedeniyle aşıların patenti konusu gündeme gelince buluşların tarihçesinden bahsederek geleceğin rekabetçi dünyası hakkında bir yazmıştım. (https://t24.com.tr/yazarlar/talat-ciftci/kuresel-satrancin-veziri-patent,31096) Kısaca hatırlatmak gerekirse, patent bir buluş sahibine belirli bir süre için verilen münhasır hak, yani ayrıcalıktır. Avrupa’da çok sayıda keşif ve icadın ortaya çıkmaya başladığı 15. yüzyılda bazı buluşların patent ile korunması, bilginin kayda alınmasını ve yaygınlaşmasını sağlamıştı. Ne yazık ki, tam da o dönemde, başta Osmanlı olmak üzere İslam dünyası bilimsel ve teknolojik gelişmelerden uzaklaşmaya başlamıştı.
Günümüzde patent yarışı hızlanarak devam ediyor. Artık Uzak Doğu’da alınan patentler Amerika ve Avrupa’da alınanlardan daha fazla. Öte yandan, 1 buçuk milyarlık İslam dünyası, 51 milyonluk Güney Kore kadar bile patent alamıyor. Son dönemde Türkiye’de yerel patent başvurularında artışa rağmen hâlâ ülkemizin patent sayıları küresel rekabet gücü için yeterli değil. Kaan Dericioğlu’nun “Siz de Buluş Yapabilirsiniz” isimli kitabından edindiğimiz bilgiye göre, Türkiye 2017 yılında 1900 patent alırken bu sayı Çin’de 420 bin ve Güney Kore’de 120 bin. Ülkemizde henüz küresel değeri olan patentlerin alındığı güçlü bir ekosistem oluşamadı.
Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve arkadaşlarının yaptığı kapsamlı bir çalışmada (https://bfi.uchicago.edu/wp-content/uploads/2020/09/BFI_WP_2020137.pdf) doktoralı çalışanların diğer üniversite mezunlarına kıyasla 15 kat daha fazla patent alabildiği ortaya çıkıyor. Kaliteli akademik eğitimin patent yarışında önemli rolü olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin geleceği için yaşamsal önemi nedeniyle patent sayılarını nasıl artırabileceğimizi tartışmamız gerekiyor. Bu yazıda, öğrencilerine patent araştırması yapmayı ve başvuru hazırlamayı öğreterek ders veren ilginç bir akademisyenden bahsedeceğim.
50’den fazla patent sahibi olan Prof. Dr. Tarık Özkul, Boğaziçi Üniversitesi’nden elektrik mühendisliği derecesi aldıktan sonra ABD’de Florida Institute of Technology’de (FIT) yüksek lisans ve doktora derecelerini tamamladı. Yurt dışında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) üniversitelerinde görev yaptı. Çok sayıda girişimde bulundu. Şimdi Prof. Dr. Özkul ile patent araştırma ve buluş yapma konusunda öğrencilerini nasıl eğittiğini konuşacağız.
Tarık Hocam öncelikle sizin buluş ve patent konusunda bireysel görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Bu konuya verdiğiniz önemin kariyerinizi şekillendirdiğini görüyorum. Ülkemizde bu kadar az patent alınırken ve özellikle de pek çok akademisyen, bırakın patent almayı makale bile yazmazken siz nasıl oldu da bu yola girdiniz?
Doktoramı bitirdikten sonra Türkiye’ye dönüp endoskopik cihaz üretimi üzerine yoğunlaşan bir firma kurdum. 1995 yılından bahsediyoruz. Türkiye’de o zaman endoskopik sistemlere büyük ihtiyaç vardı ancak üretici firmalar Avrupa fiyatlarının iki misli gibi fahiş rakamla satış yaptıkları için tıbbi piyasa endoskopik ürünlere açtı. Beş sene gibi bir süre içinde endoskopik kameradan soğuk ışık kaynağına, çeşitli branşlara yönelik değişik çaplarda endoskopik optikler üretip sattık. Ben doktoralı birisi olarak kimsenin tasarımını kopyalamayı içime sindiremediğim için tasarlayıp ürettiğim her şey orijinal yani kendi tasarımımdı. Bazı tasarımlar rakiplerimizin ürünlerine göre daha iyi, bazıları daha aşağı kalitede oldu ama hepsi kendi orijinal tasarımımız ve üretimimizdi.
Bazı ürünlerimiz dünyada ilk oldu ama yerli firma olduğumuz için kimse bizi ciddiye almadı. Dünyanın ilk mikro laparoskobunu biz ürettik. 2,7 mm çapında 30 cm uzunluğunda bir optik alet. Genel anestezi altında yapmanız gereken ameliyatları lokal anestezi ile yapmanıza imkân veriyordu. Proje KOSGEB’den 100 üzerinden 100 puan ile destek almıştı. Kısaca o zaman diliminde 65 kadar ürün geliştirdik ama hiçbiri patentli değildi zira patent işlerini bilmiyorduk. Bu içimde her zaman bir acı olarak kalmıştı. Daha sonra davet üzerine BAE’deki bir üniversiteye gittim. Orada kaldığım sürede patent işlerini öğrenmeye karar verdim. “Patent Cooperation Treaty” (PCT) denilen Birleşmiş Milletler Patent anlaşması yeni yeni hayata geçiyordu. Böylece patent işleri çok kolaylaşıyordu. Akademik görevlerden kalan vaktimi bu sistemi öğrenmek için harcadım ve patent konusunda uzmanlaştım.
Pek çok üniversitede derslerde öğrencilere patent ve makale okuma görevi verildiğini biliyorum. Ama öğrencilere patent üzerinden ders anlatmak benim ilk defa duyduğum bir yaklaşım. Bu uygulamayı nasıl yaptığınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Mühendislik derslerinde genelde “case study” dediğimiz vaka analizi üzerinden dönem sonunda dersi toparlarız. Bu sayede öğrenci öğretilenleri bir sistem içerisinde görme şansına sahip olur. Genelde bu iş ders kitabındaki vaka örneklerine bırakılır. Ben bir değişiklik olsun diye dersin birinde konu ile ilgili patentleri kullanarak vaka analizini yaptım. Bu ilk deneme bilinçli olarak yapılmış değildi ama öğrencilerden büyük ilgi gördü. Görülen ilginin nedenini analiz edip ikinci sefer daha bilinçli bir şekilde uygulama yaptık. Bu sefer çok daha başarılı sonuçlar aldık. Bu şekilde pek çok lisans ve lisans üstü derste sistemi uyguladım. Toplam olarak 10 sene kadar süren olağanüstü bir deneyim oldu. 50’yi aşkın patentim var ama hayatımda yaptığım buluşların en önemlisinin patentle öğretim metodu olduğunu söyleyebilirim. Zira patent kullanarak bir konuyu öğretmenin motivasyonu artırıcı bir özelliği var. Nasıl yaptığımıza gelince, bu konu tarih boyunca çok tartışılmıştır. Araştırmalar motivasyonun öğrenme olayında en önemli etmenlerden biri olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Motivasyonu artırmak için patenti nasıl kullanıyorsunuz?
Eğitim sırasında patenti kullanmanın üç önemli etkisi oluyor. Birincisi “know-why” dediğimiz kavram. “Know-how” tabirini çoğu insan duymuştur ama “know-why” denilen olgu pek duyulmaz. Bir şeyi nasıl yapacağınızı tarif eden bilgiye “know-how” derken, bir şeyi niçin yapmamız gerektiği bilgisini ise “know-why” olarak isimlendiriyoruz. “Know-why” pratik hayatta çok kıymetli ve büyük bir motivasyon kaynağı. Ama aynı zamanda ulaşması çok zor bir bilgi.
Genelde “know-why” bilgisine ulaşmak için bir müessesede uzun bir süre çıraklık, kalfalık yapmanız gerekir ondan sonra işin “püf noktası” denen şeyi öğrenirsiniz. Hani bir hikâyede anlatırlar ya, adam bir makinayı tamire gelir, bir çekiç vurur kimsenin çalıştıramadığı makineyi çalıştırır. Sonra 1000 liralık fatura keser. 1 lirası çekiç vuruşu için, 999 lirası nereye vuracağını bilmek için. İşte o 999 liralık fatura aslında “know-why” dediğimiz şey içindir. Bir şeyi niye öğrenmeleri gerektiğini öğrencilere iyi anlatırsanız artık onlar o bilgiyi sizden almak için ellerinden geleni yapıyorlar, böylece olağanüstü bir motivasyon sağlanıyor. Bu “know-why” bilgisi patent dokümanında açık seçik verilir. Nereye bakacağınızı bilirseniz aradığınız şey elinizin altındadır.
İkinci olarak, başarılı şirketlerin yeni patentlerini çalışıp anlamak öğrencileri motive ediyor. “Know-why” bilgisi ile öğrenci problemi daha iyi anlıyor. Başarılı şirketlerin patentine bakıp problemi nasıl çözdüklerini görünce alternatif çözüm repertuarları artıyor ve bu sayede öğrenciler kendilerine güven kazanıyor. Öz güven duygusu inovasyonun olmazsa olmazıdır. Tetiklediğiniz zaman harikulade sonuçlar elde ediyorsunuz.
Üçüncü önemli etki patent araştırmasını yaparken oluyor. Patent fikrinin özgün (“novel”) olup olmadığını anlamak için ciddi bir patent araştırmasının yapılması gerekiyor. Bunu yaparken benzer konuda alınmış patentleri inceliyorsunuz. Bu araştırmaları yaparken hem başkalarının nasıl yaptığını görmüş oluyorsunuz hem de kendi patentiniz üzerinde değişiklikler yaparak fikrinizi daha iyi, hukuki açıdan güçlü hale getiriyorsunuz. Bütün bu etmenlerin etkisi ile sihirli bir sonuç ortaya çıkıyor ve öğrencilerin motivasyonu artıyor.
Bu konuda öğrencilerinizin başarı örneklerinden bahsedebilir misiniz? Öğrencileriniz tarafından kaç tane patent başvurusu yapıldı?
Patentler ile ders içeriğini zenginleştirme metoduna “Patent Enhanced Education” adını vermiştim. Metodu 10 senelik süreç içerisinde epey denedik ve geliştirdik. En başarılı denemelerimizden birisinde 22 kişilik sınıftan 11 patent başvurusu çıktı. Lisans seviyesindeki bir dersti. Lisansüstü derslerinde ortalama başvuru sayısı 4-5 olmakla birlikte içerik ve kalite genelde daha iyi oluyor. Öğrencinin olgunluk seviyesi arttıkça bu metot daha başarılı oluyor. Lisansüstü öğrencilerimden birisi patent için yaptığı tasarım ile Kanada’da doktora programına kabul edildiğini yazmıştı. Lisansüstü derslerdeki bazı çalışmaları toparlayıp makale haline getirdik. Bunlardan birini bu linkte görebilirsiniz. (https://www.eurekaselect.com/132830/article)
Bir örnek üzerinden konuşmak gerekirse dersinizde edindiği bilgilere dayanarak patent başvurusu yapan öğrencilerinizin bu süreçte yaşadıklarını anlatabilir misiniz?
Patent başvurusu başarısız bile olsa öğrenciye verdiği motivasyon ve öz güven olağanüstü. Dersin birinde bir grubun üzerine çalıştığı patent başvurusu için patent araştırması yaptık. Başvuru önceleri özgün (“novel”) gözüküyordu. Ancak yaptığımız son araştırmamızda Toyota’nın iki ay önce benzer bir teknoloji için patent aldığı ortaya çıktı. Yani artık özgün olmadığı için bizim öğrenciler patent haklarını kaybettiler. Ben bizim öğrencilerin çok üzüleceğini sanıyordum, tam tersi oldu. Meğer biz birinci ligde oynuyormuşuz, baksanıza Toyota bizim fikrimize yeni patent aldı, diyerek mutlu oldular. Bu seviyeye gelmenin verdiği kendine güven duygusu çok motive edici bir olay. Hele bir de patentin alındığını düşünün.
Bu konuda başarılı uygulamaları yapmakla kalmadınız, onları yayınlarınızla dünyaya duyurdunuz. Bu yaklaşımı sizin dışınızda uygulayanlar oldu mu?
İnovasyonu artırma, hele hele eğitim sistemine bunu adapte etmek çok arzu edilen bir husus. Bu nedenle metodolojiyi denediğim 10 senelik süreç içerisinde gelişmeler oldukça zaman zaman makaleler yoluyla onları duyurdum. ABD’deki Massachusetts Institute of Technology (MIT) içerisinde özellikle öğrenim teknikleri ile ilgili MIT LINC diye bir grup var. Onlar uyguladığım teknik ile yakından ilgilendi. Konferanslarına katılarak yöntemimi anlattım. Çok ilgi çekti. (https://linc.mit.edu/linc2010/proceedings/session14OZKUL.pdf) Lisans seviyesindeki öğrencilerden patent çıkması pek olağan bir şey değil. Bu konuda dergi ve konferanslarda epey yayınım var. Son yayınlardan birisinin linki aşağıdadır. https://library.iated.org/view/OZKUL2018EXP
Şimdi esas merak ettiğim noktaya gelmek istiyorum. Türkiye’nin patent konusundaki eksikliğini görerek bu yaklaşımı ülkemizde yaygınlaştırmak için neler yaptınız? Bu konuda bir gelişme var mı?
Metodolojinin çalıştığını görmek beni çok heyecanlandırdı. Zira denemeleri yaptığım öğrenci profili bana göre motivasyonu çok az olan öğrencilerdi. Bu yaklaşımın ülkemizdeki öğrenciler üzerinde çok daha başarılı olacağına inanıyordum. BAE’deki üniversite yönetimi ve T.C. Dubai Başkonsolosu’nun desteği ile resmi bir şekilde Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) başvurduk, yöntemi Türk üniversitelerinde denemek istediğimizi belirttik. YÖK bir yazı ile tüm üniversitelere olayı duyurdu. Türkiye’nin dört bir yanından çeşitli üniversiteler bu çalıştaya katılmak istedi. Talep eden çok olunca TÜBİTAK yetkilileri “Biz organize edelim.” dediler. Kabul ettik ancak ne yazık ki organizasyon bir türlü gerçekleşmedi. Kısacası onca yazışma ve emek sonuçsuz kaldı.
Türkiye patent sayısını artırmak için ne yapmalı?
Türkiye patent sayısını artırmak için öncelikle patent ekosistemini çalışır hale getirmeli. Patent ekosistemi dediğimiz şey buluş sahibinden başlayarak patenti inceleyen uzmana, teknoparktan, üniversiteye ve buluşun hayata geçmesi için gerekli desteklere kadar pek çok paydaş kişi ve kuruluşların verimli ve uyumlu çalışmasını gerektiriyor. Patenti aldıktan sonra bu patenti hayata geçirip mükafatını aldığınızı göstermek pozitif bir geri besleme oluşturuyor. Bu pozitif döngüyü oluşturduğunuz zaman patent sayıları otomatik olarak artacaktır.
Patent aslında bir ara hedef, bir buluşun ürün ve hizmetlere dönüştürülmesi durumunda değeri var. Aslında bizim Ar-Ge yanında Ür-Ge ve Hiz-Ge diye tabir ettiğimiz yeni ürün ve hizmet geliştirme alanlarında da eksiklik var. Sizce iş dünyasında özellikle yeni ürün ve hizmet geliştirme konusunda neler yapılmalı?
Dediğiniz gibi patent ara hedef, esas amaç bunu ürün ve hizmete dönüştürmek. Bu konuda patent ekosistemimizde aksayan yönler var. Son üç senedir Türkiye’deyim ve Türk Patent Enstitüsü’nden TÜBİTAK’a, KOSGEB’den TUSEB’e, TITCK’dan teknoparklara, SSM’den yatırım guruplarına kadar pek çok kurum ile yolum kesişti. Bu kurumların hepsi ekosistemin bir parçası. Ekosistem uyumlu şekilde çalışırsa hızla roket gibi ilerlersiniz ama uyumsuz ise emekler boşa gider. Dikkatsiz bir patent inceleme memuru bir sürü kurumun uzun yıllar emek vererek ortaya çıkardığı, binlerce dolar harcanan bir başvuruyu bir çırpıda yok edebilir. Bir patent inceleme uzmanı için yapılabilecek en kolay ve en güvenli yol gelen patent başvurularını buluş basamağı kriterinden reddetmektir. Zira buluş basamağı sübjektif bir değerlendirmedir ve “ben öyle hissediyorum” deyip reddedebilirsiniz. Reddedilmesi yolun sonu değildir ama buluş sahibinin bir yığın emek ve para daha harcayıp itiraz etmesi gerekir. Bu tür hasarların tamiri çok zordur, zira buluş yapanın motivasyonunu yok eder. Kısacası sistemin işleyişinin dikkatle takip edilmesi gerekiyor.
İş dünyasında ve yenilik politikalarımızda problemler var. Koyduğumuz teknoloji hedefleri bize herkesin gittiği veya baktığı yöne bakıp ilerlememizi söylüyor. Halbuki herkesin bakmadığı yöne bakmamızda fayda var. Teknolojide esas kazanç “deep-tech” dediğimiz herkesin bakmadığı taraftan çıkan teknolojilerden geliyor. İş dünyamız ne yazık ki “deep-tech” olayının çok uzağında. Yatırımcının, görevlendirdiği uzmanın özgüven seviyesi çok düşük. Bu denli özgüven seviyesi düşük insanlar “deep-tech” olayına “Bu yapılacak bir şey olsa gavur nasılsa yapardı. Bize mi kaldı yapmak?” der gibi bakıyor. Diliyle söylemiyor ama lisanıhâl ile öyle ifade ediyor. Kısaca ekosistemi çalışır hale getirmemiz gerekiyor.
Son Söz: Siz de buluş yapabilirsiniz ve patent alabilirsiniz
Tarık Hocam buluş ve patent konularındaki ilginç yaklaşımınızı paylaştığınız için çok teşekkürler. Başarılarınızın devamını dilerim. Bu konuda son sözlerinizi duymak istiyorum.
Patent destekli derslerden birini alan yüksek lisans öğrencilerimden birisi hayret ve sevinç karışımı bir duygu içinde “Hocam bu, bize verdiğiniz bir define sandığı!” demişti. Hakikaten patent ile eğitim sistemi kullanmasını bilirseniz bir define sandığı. Eğitimden tutun toplumsal değişime kadar pek çok alanda faydalı etkisi olacak bir yaklaşım. Değerlendirmeyi bilirsek çok fayda göreceğimize inanıyorum. Ancak vurguladığım gibi patent ve ürün geliştirme ekosistemini etkin bir şekilde çalışır hale getirmemiz gerekiyor. Ülkemizin hedeflerine ancak bu şekilde ulaşacağına inanıyorum.
Teşekkür ediyor, son yangınlarda ve sel felaketlerinde hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet ve yaralılara acil şifalar diyorum. Söndürme ve kurtarma çalışmalarında emeği geçenlere de şükranlarımı sunuyorum.