Talat Çiftçi

07 Şubat 2021

Bilimde sahtekarlık

Kolay yoldan başarı veya servet elde etmeye çalışanlar onlara fırsat yaratıyor. Bu durumu en güzel "Sahtekâr ile tamahkâr iyi anlaşırlar" deyişi özetliyor

Napolyon'u mat eden Türk

1809 yılında bir Türk satrançta Napolyon Bonaparte'ı mat ederek meşhur olmuştu. Aslında o bir Osmanlı vatandaşı hatta bir insan bile değildi. O devirde benzeri görülmemiş bir robot olduğu iddia edildi. Büyük bir tezgah üzerine yerleştirilmiş bir kuklaydı. Tezgahın kapakları açıldığında hareket etmekte olan çeşitli mekanik parçalar görülüyordu. Görünmeyen ise içine saklanmış olan bir satranç ustasıydı.

Wolfgang von Kampelen isimli bir mühendis 1770 yılında Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'yı eğlendirmek için satranç oynayan Türk kuklasını (Shachtürke, The Mechanical Turk) icat etmişti. Osmanlı kıyafeti içinde sert hareketleri ile rakiplerini ürküten bu heybetli oyuncunun ellerini, tezgahın altındaki satranç ustası kontrol ediyordu. Onun karşısında şaşkınlık yaşayanlar hatalı hamleler yapıyor ve sonunda yeniliyordu.

Ben Robot Türk'ün mat ettiği Napolyon'un yüzünü görebilmeyi çok isterdim. Mucidi de o tarihte yaşıyor olsaydı herhalde çok eğlenirdi. Bu kukla el değiştirerek ülke ülke dolaştı. Philadelphia şehrinde sergilendiği bir müzede (The Chinese Museum) yangın çıkınca kullanılamaz hale geldi. Kopyaları yapılan ve filmlerde oynatılan bu kuklanın hikayesi hâlâ keyifle anılıyor. Amazon, yazılımlarından birine onun adını verdi.

Yukarıdaki ilginç hikaye sirklerdeki gösterilerde kullanılan hilelere örnek gösterilebilir. Ama bilim ve teknoloji dünyasında yapılan hileler çoğu zaman ciddi sorunlar yaratan sahtekârlıklara dönüşmüştür. Bir kısmı asırlardır tekrar edilirken, bir kısmında yepyeni teknikler kullanılıyor. Bu yazıda bilim tarihinden günümüze gelen bazı sahtekârlık olaylarını anlatmak istiyorum. Sonra da Türkiye'den bahsedeceğim.

Tarihten günümüze bilimsel sahtekârlıklar

Tarih boyunca görülen bilimsel sahtekârlıklar kısa bir makalede anlatılamayacak kadar çoktur. Bu yazı için ilginç bazı örnekler seçtim. Karanlık çağlardan beri hayranlık uyandıran simyacılar ile başlayalım.

Simyacılar

İlk çağlardan itibaren alışverişlerde buğday, arpa ve tuz gibi ürünler değer ölçütleri olarak kullanıldı. Altın, gümüş ve diğer metallerden yapılan paralar yaygınlaştıktan sonra onlara değersiz metaller karıştırılmaya başlandı.

Simyacılar başlangıçta çeşitli metal karışımlarını (alaşım) yapan zanaatkarlardı. Gümüş gibi bazı metallerin işlemden geçirilerek altına dönüşeceğine inanan ve akla gelebilecek her yöntemi deneyen simyacıların olduğunu biliyoruz. Aslında onlar bu çalışmaları ile malzeme bilimi ve kimyanın temellerini atmışlardı. Tarih boyunca altın ve gümüşe değersiz metallerin karıştırılmasında simyacılar rol aldı.

Eski Yunan'da kralın tacındaki altının saf olup olmadığına karar vermek görevi Arşimed'e verilmişti. Hamamda yıkanırken tacın özgül ağırlığını ölçerek saflığının belirlenebileceğini keşfedip "Buldum." (Eureka) diyerek sokağa fırlamıştı. Bu aslında çok hassas bir yöntem değildi. Zaman içinde bu amaçla mihenk taşları ve analitik teknikler geliştirildi.

Osmanlılar paranın içeriği ve ağırlığı ile oynanmasına "tağşiş" derlerdi. Böyle paralar "bozuk para" olarak da isimlendirilirdi. Geniş Osmanlı topraklarında Avrupa ülkelerinin paraları (duka ve real) da kullanılıyordu. Bu şartlar yerli ve yabancı simyacılar ve sahtekârlar için büyük bir fırsat alanı yaratıyordu.

Günümüzde de simyacılar boş durmuyor ve gelişmiş teknolojiler kullanıyorlar. Son dönemde piyasaya sürülen sahte altın takıların deneyimli kuyumcuları bile aldattığını duyuyoruz. Sorunun çok ciddi olduğu anlaşılıyor.

İlginç bir simyacı da yakın zamanda Amerika'da ortaya çıktı. 2004 yılında Elizabeth Holmes tarafından kurulan Theranos isimli şirketin geliştirmekte olduğu tıbbi tanı ürünleriyle ilgili abartılı iddialar yatırımcıların ilgisini çekti. Patentler alan ve sözleşmeler yapan şirket hızla yükselerek 2015 yılında  9 milyar dolar değere ulaştı. Holmes bu başarı hikayesi ile Forbes dergisinin kapağını süsledi. Çok geçmeden yatırımcılara yanıltıcı bilgiler verdiği ortaya çıktı. Şimdi Holmes'ın herkesi nasıl kandırdığı filmlere ve davalara konu oluyor.

Devridaim makineleri 

Devridaim makinesi bir kere dönmeye başlayınca bir daha hiç durmayacak olan bir aleti tanımlar. Çok eski tarihlerde bu amaçla makineler yapıldığını biliyoruz. Müzelerde çeşitli örnekleri sergileniyor. Bir kısmında gizlice müdahale ile çalışmaya devam etmesini sağlayacak düzenekler var. Belli ki onlarla izleyiciler kandırılmış.

Leonardo da Vinci'nin bir devridaim makinesi tasarım üzerinde çalıştığını ama bunun mümkün olmadığını ifade ettiğini biliyoruz. Benzer bir görüşü, İslam bilim tarihi uzmanı Prof. Dr. Fuat Sezgin ortaya çıkarmıştı. Osmanlı bilim insanı Takiyyeddin böyle bir makinenin imkansız olduğunu 1553'te yazmış. Aslında bu tip makinelerin temel fizik (Termodinamik) yasalarına  aykırı olduğunun 19. yüzyılda ispat edildiğini düşünürsek, Leonardo ve Takiyyeddin takdiri hak ediyorlar.

Dünyada her devirde devridaim makinelerine inanmaya hazır birileri bulunuyor. Yakın zamanda ülkemizde ortaya çıkan bu tür bir projeye bir arkadaşım yatırım yapmaya karar vermişti. Bu projenin imkansız olduğu ile ilgili uyarılarımı dinlemeyerek ne yazık ki parasını kaybetmişti.

Sahte Bilimler: "Fizyonomi" ve "frenoloji"

"Fizyonomi" yüz hatlarına bakarak bireyler hakkında görüş oluşturmak iddiası ile ortaya çıkmıştı. Eski Yunan'dan itibaren bu alana bilimsellik atfedilmeye çalışılmıştı. Farklı ırklardan insanlar, engelliler ve yaşlılar hakkında mesnetsiz şüphe oluşturmak için kullanılmıştı.

Franz Joseph Gall tarafından geliştirilen "frenoloji" ile insanların kafalarına bakarak çeşitli hükümler verilmişti. Kafatasının şeklinin, içerdiği beynin işlevlerini yansıttığı iddia ediliyordu. Oysa bu konunun bilimsel hiç bir dayanağı yoktu. Ne yazık ki insanlar hakkında ırkçı görüşlerin öne sürülmesine neden olmuştu.

Frenoloji ve fizyonomi gibi kılıflar kullanılarak Avrupa ve Amerika'da üstün ırk kavramı yaygınlaştı. Bu şekilde gelişen ırkçılık ve ırk temizleme (Sosyal Darwinizm ve öjenizm) hareketleri Naziler tarafından kullanıldı.

Günümüzde birçok ülkede suç işlemeye eğilimli olanları yüzünden tanıyacağı iddia edilen yapay zeka programları üzerinde çalışılıyor. Bu çalışmalara endişe ile yaklaşan çok sayıda bilim insanı, özellikle de ırk temelinde ayrımcılık ihtimalini gündeme getiriyor. 20. yüzyılda sahte bilimler kullanılarak milyonlarca insanın ölümünden ve mağdur edilmesinden yeterince ders çıkarmadığımız anlaşılıyor.

Piltdown fosili

İngiliz amatör arkeolog Charles Dawson tarafından Piltdown'da bulunduğu iddia edilen kafatasları 1912'de bilim dünyasına bomba gibi düşmüştü. Bu kafatasları ile orangutandan insana evrimsel bir basamak olduğu ispat edilmeye çalışılıyordu. Avrupalı insanı ima eden Latince bir isim (Eoanthropus dawsoni) uydurulmuştu. İnsanların dünyaya Afrika'dan değil de Avrupa'dan yayılmış oldukları fikri pek çok Avrupalının hoşuna gitmişti.

Aslında bilim dünyasında bu olaya şüphe ile bakanlar da vardı. Ancak insan kafatasına orangutan çenesi öyle ustaca yerleştirilmişti ki aksini iddia etmek mümkün değildi. Onların sahte olduğunu anlamak için yeni teknolojilerin geliştirilmesi gerekiyordu. Nihayet 1953'te kafanın ve çenenin farklı yaşlardaki kemiklerden oluştuğu ispat edilebildi. İbret olsun diye bu sahtekârlık hikayesi ile ilgili belgeler Londra'da (Natural History Museum) saklanıyor.

Peron'un füzyonu

Arjantin'in başkanı Eva Peron, hikayesini anlatan "Evita" isimli oyun ve film ile meşhur olmuştu. Ondan önce devlet başkanlığı yapan eşi Juan Domingo Peron çok hırslı bir politikacıydı. Alman asıllı Avusturyalı nükleer fizikçi Ronald Richter'in soğuk füzyon teknolojisi ile ucuz enerji üretebileceğini duyunca kolayca inanmıştı. Richter'in çılgın bir bilim insanı tipini sergilediği söylenir. Muhtemelen görüntüsü de onun işlerini kolaylaştırmıştı.

Richter 1949'dan 1951'ye kadar bu iddialı proje üzerinde çalıştıktan sonra başarıya ulaştığını duyurdu. Richter'e madalya ve ödüller verildi. Peron projenin başarılı olduğunu dünyaya ilan etti. Ancak, 1952'de bilim insanlarından oluşan bir komisyon bu projenin tamamen aldatmaca olduğunu ortaya çıkardı. Sahtekâr Richter tamahkâr Peron'u kolayca kandırmıştı. Bu ilginç skandal "Richter" isimli bir opera eserine de esin kaynağı oldu.

Bilimsel bir eşek şakası

Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı Prof. Johann B. A. Beringer 1725 yılında Almanya'da yaptığı kazılar sırasında önemli fosiller keşfetmeye başlamıştı. Abartılı heyecanıyla olsa gerek, bulduğu her şeyin gerçek olduğuna inandı. Keşifleri hakkında yazdığı kitap da çok beğenildi.

Aslında birileri kazı bölgesinde bulunan fosiller arasına elleriyle yaptıkları parçaları yerleştirmişti. Bir gün üzerinde isminin yazdığı bir parça ile karşılaştığında aldatıldığını anladı. Ona bu tuzağı kuran meslektaşları belirlendi ve mahkeme tarafından suçlu bulundu.

Prof. Beringer yazdığı kitabı piyasadan toplamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Bu süreçte aranan bir esere dönüşen kitabı ölümünden sonra bile basılmaya devam etti. Sahte fosiller (Lügensteine) de bilim tarihinde yerini aldı.

Üniversitelerimiz ve bilimsel sahtekarlık

Bilimsel yayınlarda hırsızlık (intihal) ve sahte diplomalar gündemimizden düşmüyor. Daha önceki bir yazımda, isim benzerliğinden yararlanarak benim makalelerimi çalan birinden bahsetmiştim.

Amerika ve Japonya'da doktora çalışmaları sırasında sahtekârlık yaptıkları için dereceleri geri alınan vatandaşlarımız henüz hafızalardan silinmedi. Onlardan birinin halen bir üniversitemizde akademisyen olarak çalışmakta olduğu biliniyor.

Günümüzde üniversite öğrencilerinin ödevlerini ve tezlerini yazmak için şirketler kuruluyor. Kolay yoldan diploma sahibi olmak isteyenler bu şirketlere sayfa başına yüksek ücretler ödüyor. Ne yazık ki bu sorun kolay çözülecek gibi görünmüyor.

Akademik kariyerde yükselmek için bütün dünyada yayın yapılması beklenir. Ancak son yıllarda bilimsel dergi ve kongrelerin kalitesi ile ilgili tartışmalar başladı. Bazı dergilerin sadece yayın ücreti almak için kalitesiz makaleleri yayınladığı biliniyor. İyi dergilerde yayın yapamayanlar onlara yöneliyor.

Chicago Üniversitesi'nde Prof. Dr. Ufuk Akçiğit tarafından üniversitelerimiz hakkında yapılan çalışma, sorunlarımızı ortaya koyuyor. Türkiye'de makale sayıları artarken yayınların kalitesinin düşmekte olduğu görülüyor. Akademik kriterleri yükseltelim derken kalitesiz dergilere fırsat verdiğimiz ortaya çıkıyor. Aslında seçkin dergilerde az sayıda yayın yapılmasını tercih etmek daha doğru olacak.  (ART Notları - Blog - Akademik Yayınlar)

Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında bulunan Göttingen Üniversitesi'ne geçenlerde Prof. Dr. Metin Tolan oy birliği ile rektör seçildi. Biz ise Boğaziçi Üniversitesi'ne dışarıdan atanan rektörü öğretim üyelerinin kabul etmek istemediğini görüyoruz. Türkiye'nin en iyi üniversitesinin kapısındaki kelepçeyi ve öğrencilere polisin sert müdahalesini konuşuyoruz. Oysa bu dönemde Prof. Akçiğit'in ve diğer önemli akademisyenlerin üniversitelerimizi geleceğe hazırlamak için yaptıkları önerileri tartışıyor olmamız gerekiyordu.

Son söz

Bilim dünyasında sahtekârlıkların görülmesine şaşırmamak gerekiyor. Kolay yoldan başarı veya servet elde etmeye çalışanlar onlara fırsat yaratıyor. Bu durumu en güzel "Sahtekâr ile tamahkâr iyi anlaşırlar" deyişi özetliyor. Tamahkârlar var oldukça sahtekârlar da yaratıcılıklarını sergilemeye devam edecekler.

Akademik dünyada hızla yükselmek isteyenlerle hileyle diploma almaya çalışanlar son dönemde kamuoyuna yansıyor. Bu sorunları çözmenin yegane yolu akademik standartların yükseltilmesidir. Üniversiteler yayın kalitesi, intihal ve kopya konularında taviz vermemelidir.