‘Yeni Türkiye’ diye bir şey icat edileli ne kadar oldu diye kesin bir tarih vermek yanıltıcı olabilir ancak monolog bir anons eşliğinde, neredeyse her gün bir öncekinden daha yeni bir Türkiye’ye uyandığımız bir gerçek.
Hele bazı günler, pencereden sokağın muhbirliğine soyunmuş evin meraklısının telaşla verdiği haberler gibi son dakika spotlarını duydukça: ‘Hadi canım, o kadar da olmaz!’ diyoruz ama oluyor.
Ve gün geçmiyor ki, benim de içinde sayıldığımı düşündüğüm bir kısım ‘Eski Türkiye’linin dili, bir kısmının da nutku tutulmasın ‘Yeni Türkiye’de.
Ülke gündemini, bu son dakika anonslarının arasında, sıklıkla Mehmet Y. Yılmaz’ın kaleminden takip ve tahlil etme imkanı buluyorum.
‘Hukukun guguk olduğu bir soruşturma’ adlı yazısı bu anlamda tarihe düşülmüş bir not gibi.
Böyle damla damla, besleyici ve arı bir filtrelemeye ihtiyaç duymamın nedeni, sanırım tarihin tekerrürü ekseninde gelişmeleri harmanlayan ve soğukkanlı bir şekilde yorumlayan bir kalemin; yeterince endişelenmeye yol açan ama umutsuzluğa düşürmeyen ifadeleri olsa gerek.
Ne yazık ki, güçlünün güçsüze dayattığı şartların kesin kabulü bekleniyor sürekli atıfta bulunulan ‘Yeni Türkiye’de.
Ki geçen hafta bu konuda düşüncelerimi Ankaralı çocukluğumun hatıraları eşliğinde yazmıştım biraz.
Bu haftaki gelişmelerden sonra başka şeyler de hatırladım.
Mahallemizde evin önündeki tarladan bozma futbol sahamızda yendiğimiz halde bir türlü maçı bitirmeyen hatta kural değiştiren bazı büyüklere gücümüz yetmez, itirazlarımızda bardak taşacak gibi olursa, kabadayılıklarına pek bi muhatap kalırdık.
Bizim cılız itirazımız; az biraz ‘korkunun ecele faydası yok’ ile ‘korkunun ecele faydası var’ ikileminde bozulan bir suskunluk gibiydi.
Bu ikilemde kalmışlıktan utanırdım gizli gizli, aklıma geldikçe beni mutlu edecek şeyleri daha çok düşünür, içimde yaşadığım çatışmayı yönetmeye çalışırdım. Ama nafile bir çabaydı bu!
Sadece işini yapan gazeteciler, toplumsal olaylara duyarlı ünlü, ünsüz, bilinen ve de bilinmeyen siyasetçi ya da değil yurdum insanları filan derken en son, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın adliyeye sevk edilirken kadraja yansıyan fotoğraflarına bakınca bu ikilemi anımsadığım çocukluğumu yeniden yaşadım.
TÜSİAD yöneticileri de benim yaşadığım gibi bir ikilem de kalmışlar mıdır?
Bu soruya şimdilik yanıt almak zor olabilir ancak her muhalif fani bunu yaşayacak algısının kabul gördüğü bu süreç için sanırım şu değerlendirme gayet makul:
Yeni Türkiye’de, ‘konuşmak ya da konuşmamak!’ işte bütün mesele bu...
Eyvallah.