Dünyada hangi yönetim sistemi olursa olsun, dışişleri bakanlarının o sistem içinde özel bir yerleri bulunur. Uluslararası alanda ülkelerin en çok görünen yüzü ve duyulan sesi olan dışişleri bakanları için uluslararası jargonda yaygın kullanılan tanımlama şudur: “top diplomat” (Türkçe tercümesi: baş diplomat, en tepedeki diplomat).
Türkiye’nin “top diplomatı” Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, geçen gün bir mülakatta, 10 Büyükelçilik açıklaması krizinin nasıl sonlandırıldığının arka planına dair bilgiler de paylaştı.
Çavuşoğlu, özetle, Bakanlığına “hadlerini bildirin” talimatı verdiğini, Cumhurbaşkanı’nın bu büyükelçilerin sınır dışı edilmeleri gerektiğini söylemesiyle de hazırlıkların yapıldığını, açıklamayı yapan büyükelçilerde panik başladığını, aralarında bavullarını toplamaya başlayanlar dahi olduğunu, büyükelçilerin durumu nasıl düzeltebiliriz arayışına girdiklerini belirtti.
Sonrasında, bir metin getirmişler (metni getiren ülkenin hangisi olduğu ve hangi kuruma getirdiği söylenmiyor ama açıklamacı büyükelçilikler adına ABD’dir muhtemelen), böyle bir açıklama yapmak istediklerini söylemişler, bizim taraf bu metni kabul etmemiş, bunun üzerine metni düzeltip son haliyle yine getirmişler, (bizim taraf kabul edilebilir bulmuş olmalı ki), önce ABD sonra diğer büyükelçilikler bu metni sosyal medya hesaplarından yayınlamışlar.
Çavuşoğlu, 10 Büyükelçiliğin bu suretle net bir şekilde geri adım attıklarını ve böyle bir adımın daha önce örneğinin olmadığını vurguladı.
Açıklamanın yapılmasının müsebbibinin, Büyükelçilerini ve onlar üzerinden merkezlerini ikna eden genç diplomatlar olduğunu kaydetmesi çok ilginçti..
Dışişleri Bakanı’nın bu açıklamaları üzerine sayfalar dolusu yazıp, cümleler dolusu konuşmak mümkün ama konuyu dağıtmayalım, odaklanalım.
Krizin bu boyutu gündemden ne şekilde düşürüldü?
10 büyükelçilik, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala davası kapsamında Türkiye’ye verdiği sürenin dolmasına 4-5 hafta kala, ev sahibi ülkeyi kışkırtmak ve kriz çıkarmak pahasına, diplomatik teamül sınırlarını fazlasıyla zorlayarak, konuya dikkat çektiler.
Kavala davasıyla ilgili düşüncelerimizden bağımsız olarak, 10 büyükelçiliğin hamlesini, gereksiz bir gayretkeşlik ve Türkiye’yle diplomatik ilişkileri alanındaki sorumlulukları açısından sorumsuzluk olarak tanımlamak mümkün.
Her halükarda, 10 büyükelçinin resmi olarak “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilmelerinin veya bu şekilde resmileştirmeden Türkiye’den gönderilmelerinin yaratacağı büyük olumsuzlukların, hem Türk hem karşı taraftaki bazı yetkililerce idrak edildiğini görüyoruz.
Durumun vahametini görebilen iki tarafın yetkilileri, krizin yatıştırılması için “diplomasiyi” devreye sokabildiler ve bir açıklama daha yapılması suretiyle krizin, bu boyutunun, gündemden düşürülmesi sağlanabildi.
“Hatamızı kabul ettik, özür dileriz” mi dediler? Yapıcı muğlaklığın da bir yolu yordamı olmaz mı?
ABD’nin 25 Ekim’de Twitter üzerinden yaptığı açıklama tam olarak ve sadece şuydu: “ABD Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine uymaya devam ettiğini not eder”.
Bu açıklama, neye ve niçin atıfta bulunulduğu belirtilmediği için, ABD’nin Sözleşme’nin 41. maddesine uyduğuna dair genel bir beyan olmaktan öteye gitmemektedir. Bu açıklamada ne “bu konu Türkiye’nin iç işidir, karışmayız” denilmekte, ne de özür bulunmaktadır.
Uluslararası toplantılarda bir konuda anlaşmazlık yaşandığı, ortak bir yazım veya anlayış üzerinde mutabık kalınamadığı hallerde, anlaşmazlığa taraf olanlardan her birinin kendine göre yorumlayıp makamlarına ve gerekirse kamuoyuna sunabileceği bir yazım ortaya çıkarılması yöntemi vardır. Buna “yapıcı muğlaklık yöntemi” deniliyor. 10 büyükelçiliğin durumu düzeltme amaçlı açıklamasında da bu yöntem uygulanmıştır.
Bu yöntem, “yapıcı muğlaklık” içeren yazımın kurcalanmamasını ve ileriye bakılmasını gerektirir. Zira, taraflardan biri kendi yorumu üzerinden hareket eder, zafer ilan ederse, karşı taraf da çıkıp kendi yorumunu dile getirir. Bu durumda da “yapıcı muğlaklık” yapıcı muğlaklık olmaktan çıkar ve ayrıca, açıkta kalırsın.
Nitekim, iç işlerimize karışan yabancılara bir Osmanlı tokadı daha akşedildiğinin ve geri adım attırıldığının yine gayet sesli bir şekilde yerli ve yabancı kamuoyunun bilgisine sunulmasıyla, ABD de kendi yorumunu duyurdu.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, 25 Kasım’daki haftalık olağan basın toplantısında, 10 ülkenin geri adım atıp atmadığına dair bir soruya, “9 diğer Büyükelçilikle birlikte yayınladığımız açıklama, 18 Kasım’da yayınladığımız (krize yol açan) açıklamanın Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesiyle uyumlu olduğunun vurgulanması amacına yöneliktir” yanıtını verdi.
Çok açık değil mi sözcünün ne söylediği?
Başka ülkeleri ilgilendirir mi ilgilendirmez mi?
Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) tarafı olan Türkiye açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları iç hukukun bir parçasıdır, uygulama zorunluluğu bulunmaktadır.
Çavuşoğlu mülakatında, Yunanistan ve Fransa dahil muhtelif üye ülkelerden örnekler vererek, diğer üye ülkelerin de uygulamadığı AİHM kararları olduğuna işaret etti. Neden o davalarla uğraşılmadığını ve Kavala davasının öne çıkartıldığını sorguladı.
Bu söylediklerinde doğruluk payı yok değil. Ayrıca, uluslararası siyaset ve ilişkiler de bu forumda da illa ki rol oynar. Ama yine de, söyledikleri, hikayenin seçmece bir kısmıdır, farklı koşullar bahis konusudur.
Diğer önemli husus, verilen örneklerin aksine, Kavala davasının Sözleşme’nin 18. madde ihlali çerçevesinde ele alınmasıdır.
AİHM, "makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklanması ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmemesi" gerekçesiyle Kavala’nın salıverilmesini talep etmiştir.
AİHM kararlarının denetlenmesinden sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kavala’nın 30 Kasım’a kadar serbest bırakılmaması halinde Türkiye hakkında ihlal işlemi başlatılacağını ilan etmiştir. Bu süreç, Türkiye’nin üyeliğinin sonlandırılmasına kadar gidebilecek bir dizi önlemi içermektedir.
(Bu konulardaki ve özellikle 18. Madde hakkındaki ayrıntıları incelemek ve öğrenmek isteyenler, Türkiye’nin bu alandaki en yetkin birkaç isminden olan, Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi olarak görev yapmış bulunan emekli Büyükelçi Erdoğan İşcan’ın Eylül ve Ekim aylarında T24’de yayınlanan yazılarına bakabilirler).
Bu kriz ne gösterdi:
Yukarıda “krizin bu boyutunun gündemden düşürülmesi” ibaresini özellikle kullandım çünkü 10 büyükelçiliğin açıklaması olayı krizin kendisi değil, büyük kriz tablosunun bir karesini oluşturmaktadır.
Büyük kriz Kavala davası ve 30 Kasım tarihi, daha da büyük kriz, Türk dış politikasındaki genel durum ve birçok ülkeyle yaşanan gerginliklerdir.
Bu açıklamaların yapılmasına neden olan olayda veya tutumlarda köklü bir değişiklik olmazsa, taraflar yakında yine kafa kafaya geleceklerdir.
Açıklama olayı, Türkiye’nin belli başlı Batılı ülkelerle de ilişkilerinin ne kadar kırılgan olduğunu ve sorunların çözülemediğini bir kez daha göstermiştir.
İki taraf çok farklı tellerden çalıyor ve güven duygusu da ciddi şekilde aşınmış. Bu şartlarda yapıcı bir diyalog bile çok zor.
Ülkemizin son yıllardaki dış politikasının çeşitli yönlerinin ve uygulama yöntemlerinin ABD dahil birçok ülkeyle ilişkilerimize son derece olumsuz etkileri olduğu açıktır. Dış politikamızda restorasyon gerekmektedir.
Ya karşı tarafın yaptıkları? Misal, ABD’ye bakalım
Günümüz Türkiye’si uygulamaları, on yıllardır zaten aportta duran yeminli Türkiye karşıtlarına zehirlerini akıtmaları için yeni alan açmıştır.
Türkiye karşıtı Amerikalı Kongre üyelerinin, Kongre’de kendilerini dengeleyecek Türkiye’ye dost grupların ve senatörlerin kalmamasının da verdiği rahatlıkla atağa kalktıklarını, Türkiye’ye zarar vermek için ellerinden geleni ardına koymadıklarını ve her fırsatı değerlendirdiklerini görüyoruz.
ABD tarafının yaklaşımı ne iyi niyetlidir, ne akıllıcadır. Gerekçesi ne olursa olsun, FETÖ’yü barındıran, Suriye’deki PKK uzantılarıyla ortaklık kuran, F-35 programından çıkartan, parası ödenmiş uçağa el koyan bir ülkeyi dost ve müttefik olarak nitelemekte zorlanırız, hatta niteleyemeyiz. Türkiye’de iktidarı desteklemeyenlerin büyük çoğunluğu da bu görüştedir.
Beyaz Saray sözcüsü teyide muhtaç olduğunu belirttiyse de, önümüzdeki günlerde Glasgow’da Devlet Başkanları Erdoğan ile Biden arasında görüşme yapılması bekleniyor.
Bu görüşmeden olumlu sonuçlar çıkması bu atmosferde oldukça güç ama şu zor ekonomik koşullarda, ABD’nin üzerine çöktüğü 1.4 milyar dolarımızı kurtarabilsek bile kardır... Kurtaralım da zaten, sırf bu iş için lobi şirketlerine büyük miktarlar ödendiği söyleniyor, o da boşa çıkmasın.
*1960 doğumlu Ömer Önhon, Türkiye'nin son Şam büyükelçisidir. Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985’te Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York’ta başkonsolosluk, Şam ve Madrid’de büyükelçilik yaptı. Nisan 2021’de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu.