Çocukluğumun aile meclislerinden başlayıp 1950’lerin ortalarında Konya Alaaddin Tepesi’ndeki orduevinde ısrar üzerine birkaç kez sahneye de çıkarılan o eşsiz amatörü saymazsam, izlemeye bayıldığım komedyenlerin başında Ferhan Şensoy gelirdi. Sonra Cem Yılmaz, önce mizah dergilerindeki yazı-çizileriyle dikkatimizi çekti, ardından stand-up sahne performanslarıyla aldı yürüdü, sinemada da zirveye çıktı. Alabildiğine sahici, eleştirel, cesur ve doğuştan sempatik.
Onun ardından Deniz Göktaş da önce mizah dergilerinde gözüktü, sonra sahnede –sahne dediysem, daha çok YouTube yollarında- rastlandı kendisine. O da bir sahicilik ve sadelik şampiyonuydu, tamamen kendine özgü.
Sonra yine YouTube’da izlediğim kadarıyla Ali Congun ve bütün gerçeklikleriyle kadınlar sökün etti: Nebiye Arı, Buse Sinem İren, Seda Yüz...
Derken derken... birden Trevor Noah! Küreselleşmenin devrimci kanadında dev kutup yıldızı! İnsanlık tarihinde yeni bir Nuh! Ve gerçekliği kesin!
Trevor Noah
Meğer Trump’ın ilk döneminde parlamış ve sayısız kez taklidini yapmış onun, bir programında da RTE ile ikisini birden diline dolamış. Ben her zamanki gecikmeciliğimle ancak şu son günlerde tanıyabildim.
Dört başı bayındır, on parmağında on marifet, küresel düzeyde bir bilinç, bir muhalif kendisi. Ve gördüğüm kadarıyla hiç kimse adına “etki ajanlığı” filan yapmıyor! Katkıda bulunan bir danışmanlar, metin yazarları vb. ordusuyla çalışıyor bile olsa, yaratıcılığında olağanüstü. Trump’ın yeniden seçildiği şu günlerde güncellik düzeyine bakınız!
Konuştuğu dil, küresel dil, yani İngilizce. Ama hangisi? Dünyada sayısız İngilizce var. Trevor Noah dilin bu çok çeşitli aksanlarını deyim yerindeyse “ruhları”yla hemen ayırt edilebilecek şekilde kendi şahsında büyük bir isabetle canlandırıyor. Farklı ulusal özellikleri dillerinin –İngilizcelerinin- taklidi yoluyla gülünçlük boyutunda soyutluyor diyelim, sevgili Aristoteles.
İşte tam tekmil bir küresel idol, sevilesi bilişimi, bilinci ve bir bileşim olan komedisiyle.
Böyle –bu kadar hakiki, herkes için cana yakın- birisi ancak melez olabilirdi diye düşünmemek zor. Dünyamızdaki ayrımcılık türlerinin en ünlülerinden apartheid’ı yaşamış olanlardan. O bir Güney Afrikalı. Yerli bir kadın ile İsviçre Almanı bir adamın oğlu.
André Brink’in Kuru Beyaz Bir Mevsim adlı romanını okumuş ve büyük Marlon Brando’nun başrolü oynadığı aynı adlı filmi görmüş olanlar ya da ayrıca söylemeye gerek yok, Nelson Mandela’yı bilenler hemen Güney Afrika’yı ve onun tarihindeki apartheid gerçeğini hatırlayacaklardır. Bugün Gazze’de işlenen soykırım suçuna karşı küresel bir dava açan ilk ülke Güney Afrika oluyorsa, orada apartheid’a karşı verilmiş olan cehennemî mücadele sayesindedir.
Gaël Faye gibi, Trevor Noah da hafiften çocuksu.
Aynı zamanda yazar kendisi. Kitabının adı Born A Crime (Suç Olarak Doğmak). Galiba henüz Türkçeye çevrilmemiş. Söz konusu olan, “gerçek” bir suç: Trevor Noah, 1927 tarihli Ahlaksızlık Yasası’na aykırı olarak doğmuş! Kitap bu yasanın iki maddesiyle başlıyor. “Avrupalılar ile yerliler arasında mahrem ilişki”nin yasaklandığını okuyoruz o alıntıda. Ve aykırı davranan Avrupalı erkeklere beş yıla kadar, yerli kadınlara ise dört yıla kadar hapis cezası öngörüldüğünü! “Suç olarak doğmak” sözünün kaynağındaki yasa bu...
Trevor Noah’ı hiç izlemediyseniz, kitabıyla aynı adı taşıyan stand-up’ından başlamanızı öneririm: Bir taşla iki kuş: İngillizcenizi geliştirmek için de daha iyisi zor bulunur.
Tutun ki Cem Yılmaz’ın askerlikle ilgili ünlü sahnesini izliyorsunuz, gerçekliğin o derece içindeyiz. O derece hem kendisinin, hem de toplumsallığın esasıyla çıkmış karşımıza. Ucundan kenarından elbette...
Kültür ile emperyalizm arasındaki ilişkilere olan bakışımızı inceltmekteki ustalığınıza işaret etmeden bitirmeyeyim sevgili Edward Said. Küreselleşmenin sıfır numara emperyal boyutunu Rosa Luxemburg ve Lenin anlatmışlardı, siz de kültürdeki karmaşık izlerini ve işaretlerini keşfetmenin yollarından birini gösterdiniz. Trevor Noah da bir başka yolu hem içeriden hem dışarıdan aydınlatıyor şimdi işte.
İki Trump dönemi arasında anaakım medya onu parıltılarıyla boğmaya çalışmış besbelli. Kendisi şu an tam kırk yaşında. Ömründe bir ömür daha var. Boğulmayacağını umabiliriz.
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları) - Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları) - Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları) - Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları) - Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi) - Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) - Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) |