Desen: Selçuk Demirel
Bizde öteden beri "aydın" diye anılan kimselere günümüzde "kamusal entelektüel" deniliyor, İngilizceden geldi. Aslında bizdeki gibi İngilizcede de aynı kavram varmış eskiden, ama Russell Jacoby her iki sözcüğe vurgu katarak anlamı yenilemiş, biz de bunu çeviri yoluyla almışız.
Aynı zamanda önemli bir düşünür olan Lenin Aydın Kesimi Üstüne (On the Intelligentsia) adında bütün bir kitap yazarken "aydın" teriminden yüksek öğrenim görmüş, öğretmen, bilim insanı, mühendis, doktor, subay gibi meslek mensuplarının bütününü anlıyor ve onların devrimdeki ve toplumdaki rollerini kurcalıyordu. Bizde de cumhuriyet devrimini bütün topluma yaymaya, toplumu yeniden örgütlemeye çalışan, bu kadrolardı. Bir tür katalizör işlevi.
Böyle tanımlanan "aydın kesimi (intelijansiya)" aslında modern sanayinin, teknolojinin ve modern bilimlerin ürünüdür. Bu gelişmelerin yarattığı ve ihtiyaç duyduğu belirli meslek sahiplerinden oluşur. Fikir işçileri. Beyaz yakalılar.
"Aydın" terimi zamanla başına "tanınmış" sıfatını alarak özgül bir anlam alanı daha edindi. Bugün Türkçede bu anlam bazen "entelektüel" sözcüğüyle temsil ediliyor. Hakikisi zor bulunan bu kuşun özentileri popüler tipolojide "entel/dantel, aydın bozuntusu" gibi sıfatlarla anlatılıyor. Eskiler "yarı aydın" tamlamasını da kullanırlardı. Bence bugün "şımarmış aydın" diye bir kategoriye de ihtiyaç var, ekran yüzü haline gelmiş bazıları için...
Yazının girişinde andığım "kamusal entelektüel" türünü aslında siz yarattınız sevgili Sartre. Felsefeniz, kurmacalarınız ve denemelerinizin yanı sıra bir de hain ilan edilme tehlikesini göze alarak Cezayir'in kurtuluş savaşını desteklemekle, tanımın öncüsü ve en tipik örneği oldunuz. De Gaulle duruma uyanarak "Sartre Fransa'dır" demekle Fransa'yı yeniden tanımladı, ülkesine bir kültür ve özgürlükler halesi kazandırdı. Fransız milliyetçiliğine yeni tür bir "yüce gönüllülük" içeriği katma hamlesiydi bir yandan da bu. Bizde de Kore Savaşı'na asker gönderilmesine karşı çıkan bir avuç aydınımız vardı, hapsedildiler ve ne "kamusal" ilan edildiler, ne de sözgelimi "Behice Boran Türkiye'dir" diyen oldu. Uzun hikâye.
Giriş de biraz uzun oldu ama bu yazının esin kaynağı Tanıl Bora'nın 20 Eylül 2023 tarihli haftalık Birikim dergisindeki "Kamusal entelektüel" başlıklı yazısıdır. Bora yazısında bir ufuk turunun ardından, Demirtaş'ın bir grup yazar çizere gönderdiği 12 Mayıs 2022 tarihli mektuptan da söz açıyor: İrfan Aktan bu mektup konusunda Nilgün Toker'le sıcağı sıcağına sayılabilecek bir söyleşi yapmış ve 20 Mayıs 2022 tarihli Artı Gerçek'te yayımlamış... Nilgün Toker, "ortada bir teori krizi" olduğundan söz ediyor, bir anlama ve anlatma krizinden.
Bu fikritakip bana iyi geldi. Mektubun tarihsel bir fırsat yarattığını düşündüğümden, o fırsatı kaçırmış olmamız içimde bir ukde olarak kalmıştı. Şimdi yeniden gündeme getirilmesi ve hızla yeniden konuşulması yol açıcı olabilir.
Demirtaş'ın kalabalık bir muhatap grubuna yolladığı mektup bence dolaysız içeriğinden çok, oluşturduğu jest açısından önemliydi. Kürt cenahından bu tarafa simgesel bir el uzatıyor gibiydi Demirtaş. Kanımca jest bir biçimde, mektubun muhataplarınca olabildiğince ortak bir yanıtla karşılanmalı, uzatılan el havada bırakılmamalıydı. Çünkü geniş kesimler, kitleler diyelim, söylemin içeriğinden çok o jeste dikkat edecekti, görebildiği kadar. Ve bu önemliydi, değil mi ki demokrasi sorunumuzun çözümü demokratik Kürt hareketine ihtiyaç gösterdiği kadar, Kürt sorununun demokratik çözümü de bizlere, bütün Türkiye'nin demokratlarına ihtiyaç gösteriyor...
Sonuçta bir yanıt verilmedi değil, ancak gecikmiş, zayıf ve tenha, yer yer de bireysel yazılardan ibaret bir yanıttı verilen. Böylelikle, A. Hicri İzgören'in ünlü şiirsözündeki gibi "onlar" yine "beklemiş" ve "biz" yine gitmemiş olduk. Tam bir yıl sonra Mayıs 2023'te yapılacak olan seçimlere yönelik birlik çalışmaları açısından da önemli bir damar yaratma olanağını kaçırmış olduk böylece.
Tarihsel-toplumsal olgular bazen bu tür "fırsat uğrakları, momentler" yaratıyor. O momentlerin can sıkıcı kaygılarla kaçırılması, güncel düşünsel gidişatta yeni birtakım gevşemelere, pörsümelere, kaçışmalara yol açabiliyor, özellikle bizim koşullarımızda. Demirtaş'ın mektubunda ilettiği öneri kipindeki fikirlerde pek fazla yenilik yoktu belki, mevcut aydın kesiminde zaten yürürlükte, yürütülmekte olan edimlerdi önerilenler. Metin daha çok kendi tavırlarını netleştirmesi açısından önemliydi. Ne var ki, Kürt hareketinin güdümüne giriyormuş gibi görünmek (aslında, gösterilmek) heyülası, tıpkı Millet İttifakı'ndaki gibi, daha başka, daha cesur olması beklenen diyalogların, demokratik atılımların potansiyel öznelerinde de bir tür ketlenme yaratabiliyor. Oysa, söylemeye gerek var mı bilmem, Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşme sorunuyla organik diyeceğim bir biçimde öylesine iç içe ki, birlik yolunda herhangi bir "moment"in kaçırılması fazlasıyla pahalıya mal oluyor. Kanımca Mayıs 2023 seçimlerinde adı "Millet İttifakı" olup büyük çoğunluğun gözünde demokrasi ittifakı beklentisi yaratan kesimin cesur ve gereğince davranmaması tam da bu kayıp fırsatlar zincirine eklemlenen halkalardan biridir. Yine beklediler, ve bu taraftan yine gidilmedi. "Güçlü lider, kazanacak lider" diye diye en sonunda Ümit Özdağ'a kadar gittiler.
"Bu taraf"tan, Türkiye'nin batısından güçlü ortak çıkışlar gelmedi mi hiç? Gelmez olur mu? Faili meçhullerin ve yargısız infazların ayyuka çıktığı 90'ların o dehşet yıllarında İstanbul'da Aksaçlılar'ın sembolik ortak açlık grevlerini ve oturma eylemlerini unutmamak gerekir, sanıyorum bir araya gelişlerin ilk adımları o zamanlar atılmıştı. Çözüm Süreci'ne giden yolda en görkemli ortak çıkış ise, 2007 "Türkiye Barışını Arıyor" konferansıydı, Mehmed Uzun, Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Gençay Gürsoy ve daha niceleri. Tıklım tıklım bir salonda iki gün dolusu konuşma. Bu konferans, tüm cenahlardan katılımla toplanması açısından birincil önemdeydi. Yine Çözüm Süreci'ne giden yolda "Âkil İnsanlar" vb., her fırsatta dönülüp incelenmesi gereken o ders dolu dönemi şimdi burada anlatacak değilim sevgili Ghandi.
Başta Barış Akademisyenlerinin binlerce imzalı "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisi olmak üzere, bedeller ödenerek çıkarılan tek cenahlı seslerin katkısını yadsımak olmaz elbette. Türkiye'nin yüz akı diyebileceğim, "Barış İçin Herkes"e kadar giden gruplaşmalar vb., böyle epey çıkış olmuştur. Ancak, kitleselleşme ve sürdürülebilirlik açısından daha çoklu, daha "çıplak" ve daha simgesel ortak jestlere de alabildiğine ihtiyaç var.
Yeri gelmişken bu yöndeki son büyük çıkışın uğradığı çifte şanssızlıktan da söz etmeliyim. HDP, cumhuriyetin yüzüncü yılı vesilesiyle 4-5 Şubat 2023 günlerinde İstanbul'da Barış Akademisyenleri dahil çeşitli kesimlerden ve çeşitli alanlardan çok sayıda konuşmacının katılımıyla bir "Demokratik Cumhuriyet Konferansı" gerçekleştirmişti. Belki de "başlatmıştı" demek daha doğru olur, çünkü esaslı tartışma konuları ele alınmaya başlanmıştı o konferansta. Gelgelelim, konferansın bitiminde, hemen ertesi günü, 6 Şubat depremleri hepimizi canevimizden vurarak treni raydan çıkardı ve uzunca bir süre için dikkatlerin toplanmasını fazlasıyla zorlaştırdı. Depremin sonuçları gelip diğer problemlere en hayati noktalardan eklemlenmişti. Toplumumuzun ve aydın kesiminin en özverili enerjileri deprem bölgesine koşarken, fırsatı ganimete çevirme şampiyonlarının hesapları üç ay sonraki seçimlere yönelmişti bile...
Şimdi aradan geçen zamanın gösterdiklerinden yararlanarak, Bora'nın yazısındaki son paragrafa da takılmaksızın, 4-5 Şubat'ta başlamış olan toplanışı devam ettirme iradesini yeniden gösterebilecek miyiz diye bakabiliriz. Önümüzde yeniden seçimler ve Medeni Kanun ile Anayasa tasallutları gibi zorlu girişimler var. Rıza Türmen hocanın kılavuz yazısı yolumuzun üstünde dikilen ilk engelleri aydınlatıyor.
Uzun farlardan biri de Cuma Çiçek'in, çevrimiçi Birikim dergisindeki 21 Eylül tarihli, "Yeni' bir Demiryolu Projesi" başlıklı yazısı olabilir. Çiçek o yazısında, söz konusu projenin Irak Kürdistan Bölgesi ile Alman Deutsche Bahn demiryolu şirketi arasında bir anlaşmanın imzalanması ile yol almaya başladığını, proje için Irak bölgesel yönetimi, Irak merkezî hükümeti ve Türkiye arasında inşa konusunda görüşmelerin başladığını ve bir de anlaşma taslağının imzalandığını bildiriyor.
Cuma Çiçek bu bilgileri, İspanya'da Pedro Sanchez hükümetinin ülkedeki "bölgesel diller Baskça, Katalanca ve Galiçyaca'yı parlamento dili yaptıktan sonra, Brüksel'e başvurarak söz konusu dillerin AB'nin resmi dil listesine eklenmesini talep ettiği" bilgisiyle birleştiriyor. Sorusu şu:
Türkiye İspanya olabilir mi?
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
|