“Roman toplumun aynasıdır.” Bu eski söz belli ki farklı yazarların farklı bağlamlardaki sözlerinden cımbızlanarak kamunun işine geldiği gibi biçimlenmiş. Bugün yazacaklarım açısından biçilmiş kaftan olduğu için yine de başvurmak istedim bu söze ama, hiç değilse sözün aslı kaynağı olduğunu düşündüğüm büyük Stendhal’e sadık kalmak “adına” onun Kırmızı ve Siyah’ındaki anahtarı https://athena.unige.ch/athena/citations/stendhal.html aktarmadan geçmeyeyim:
"Bayım, roman anayolda dolaşan bir aynadır. Bu ayna bazen göklerin mavisini gösterir size, bazen de yolun çamurundaki çirkefi. Sizse tutup, aynayı dağarcığında taşıyan kişiyi ahlaksızlıkla suçlayacaksınız! Ayna çirkefi göstermekte, siz aynayı suçlamaktasınız! Önce çamurların olduğu anayolu suçlayın siz; yolu ve yolda suların kokuşmasına, bozuşmasına müdahale etmeyen yol müfettişini suçlayın.” (Çeviri benim.)
Stendhal “toplumun” filan demiyor, onu kamu eklemiş. İkisinin de bir bildiği vardır.
Şimdi gönül rahatlığıyla sorabilirim. Ayna ne gösteriyor?
Elcevap: Kürt sorununun ayrılmaz bir parçası olan devletin derinliklerini. Son bir yılın en önemli üç romanında da başkişi ya da iki başkişiden biri derin devlet mensubu.
Her şey Murathan Mungan’ın 995 km.’siyle başladı, Selahattin Demirtaş-Yiğit Bener ikilisinin Arafta Düet’iyle devam etti ve Oya Baydar’ın Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı’na kadar geldi.
İzleksel bir güzergâh bu. Ortak izlek derin devlet ya da devletin derinlikleri, bir motif olarak çok yeni sayılmaz gerçi. Oya Baydar’da, 2000 yılında çıkan Sıcak Külleri Kaldı’dan bu yana az ya da çok uğradığı bir sorunsaldır. Bunda belki toplumbilimci kökenlerinin ve aktivizminin de etkisi vardır. Ancak, Mungan ve Demirtaş-Bener gibi onda da bu son romanın ayırt edici yönü, izleğin başkişi düzleminde belirleyici olması.
Baydar’ın yeni romanı öncellerinden, iki başkişisinden birinin kadın ve hekim olmasıyla ayırt ediliyor: Hayat veren ve hayatı koruyan olarak kadın başkişi. Güçlü bir kadın, zorlayıcı bir aşk. Kadın, hastanın gözleri kadar, kendi gözlerini de açma çabası içinde. Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı aynı zamanda bir aşk romanı.
Baydar bu kez daha deneysel. Alabildiğine zorlayıcı bir düğümü çözmek istercesine söze izleğin en sıkı noktasından, sıkı bir anlatımla başlamaktan çekinmemiş.
Başlangıçtaki bu zorlayıcılık fazla ileri götürülmüş değil. Belleğin bulanma hallerini hissettirmeye yetecek dozda. İtalik ve düz “yazı tipi” ayrımıyla okura yol da gösteriyor roman. İtalikler kadın kişimizin, düz karakterler hasta yatağındakinin sözleri. Ancak, zorlayıcılık yapıtın bütününe yeterli dozlarda yerleştirilmiş değil. Önceki yapıtlarından bildiğimiz popüler anlatı eğilimi romanın daha sonraki bölümlerinde yer yer kendini gösterecek -bazen bütün alışılmışlığıyla, bazen güncel toplumsallığa ve o kanalla bir tür toplumcu gerçekçi açıklamacılığa bağlanarak.
Sözün sahiplerinden biri de roman tekniğinde “tanrı anlatıcı” denilen türden bir anlatıcıdır. Roman onun anlatmasıyla başlıyor aslında. Sonra, ilk üç sayfanın ardından “ben” özneli cümlelerle iki başkişi devreye giriyor. Kadın başkişinin (“Doktor Hanım”) roman ilerledikçe artan, bazen bir bazen daha çok cümleyle, çaktırmadan araya girme halleri anlatıya her seferinde canlılık kazandırıyor.
Başkişilerin adını bilmeyişimiz, unutuş ve hatırlayış için gerekli belirsizliğe katkıda bulunuyor. İkincil önemdeki Fırat’ı ve Helin’i adlarıyla biliyoruz, onlara yalnızca tip düzeyinde ihtiyaç var gibi. Adları var oluşlarına katkıda bulunuyor.
Erhan Altan’ın şiir ve genel olarak düşünsel hayatımız için önemseyerek dikkat çektiği ve “bir önceki önermeye dönüp bakmak” diye özetleyebileceğim sorgulayıcı zihin ve anlatım yapısı Baydar’ın bu romanında hayli yerleşik bir üslup öğesi haline gelmiş. Bir önermeyi hemen ardından bir soru önermesiyle tartma tekniği, yaşarlığı artırıyor. Ancak, romanın orta kısımlarında yer yer araya giren fazla popüler düzlem, birkaç yerde sinematografik bir imgesellikle de birleşerek anlatımı hayli eklektik kılarak inandırıcılığı sarsıyor.
Sonlara doğru, romanın sanki hep ilerilere iterek giderek çok artırdığı bir ivmeye dayalı gerilim ise, anlatımın anlaşılır hale gelmesi ölçüsünde okumayı hızlandırıyor ve etki düzeyini hızla yükseltiyor.
Güncellikle birlikte düşündüğümde diyebilirim ki bu üç roman, Stendhal’in tanımladığı ayna ile kamunun biçimlendirdiği arasında gidip gelmektedir. Tarihsel-toplumsal önemleri ve isabetleri ise elde bir.
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları) - Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları) - Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları) - Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları) - Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi) - Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) - Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) |