CB Seçimi ertesi günü akşamı itibarıyla:
Açılan sandık: %99,91
Katılım oranı: %73,40
Erdoğan: 20.896.240 oy (%51,74)
İhsanoğlu: 15.543.425 oy (%38,49)
Demirtaş: 3.946.737 oy (%9,77)
İlk gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Erdoğan zar zor da olsa ilk turda kazandı ve despotlaşma yolunda bir etap daha kat etti
Çoğu anket Erdoğan’ı %55-57 bandında gösterirken, Erdoğan ancak %51,7 aldı. Bu “düşük” oran bir miktar (züğürt tarzı) teselli oldu ve tabii ki az farkla seçilmenin bazı siyasi sonuçları da olabilir; ama sonuç olarak tek-adamcılık oynamak istediğini artık hiç saklama gereği duymayan, faşizan eğilimleriyle arzı endam eyleyen Erdoğan ilk turda seçilmiş oldu. Bu, iyi değil. Erdoğan, despotlaşma yolunda bir etap daha kat etti. Kimi yorumcuların “artık rahatlar, kucaklayıcı, kapsayıcı olur” gibi sözleri maalesef boş laftan da öte. Hayır, Erdoğan rahatlamayacak, çıtayı yükseltmeye çalışarak aynı tarz devam edecek, zira köprüden önceki son çıkışı kaçıralı epey oldu artık. Rahatlarsa, hukuki ve dolayısıyla siyasi akıbeti çok belirsiz, o yüzden sonuna kadar tam saha pres yüklenmek zorunda hissedecektir kendini. Bir de tabii, derinlerine nüfuz etmiş Fatih Sultan Mehmet idolünden esinlenen Başkan-Baba fantezisi var. Bir punduna getirip başkanlık sistemini yine de zorlayacaktır.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında bizi nasıl bir Türkiye bekliyor üzerine daha önce yazmıştım.
Kampanya sırasında Erdoğan’ın sergilediği saldırgan ve ayrımcı performans, gelecek günlere dair önemli bir işaret sayılmalıdır.
Aslında seçim kolayca 2. tura kalabilirmiş
Yerel seçimlerdeki %90’a varan seçime katılım oranı, bu sefer %73-74 oldu. Her 100 kişiden 15’i bu sefer seçime takılmamış. Bu, ciddi bir oran. Anlaşıldığı kadarıyla, tatilciler, köyüne gidip çalışanlar, mevsimlik işçiler, boykotçular, vurdumduymazlar gibi altgrupları var.
Erdoğan’ın seçimi ne kadar az farkla kazandığı düşünülürse, diğer iki adayı destekleme ihtimalleri çok daha yüksek olan tatilci ve boykotçu çevrelerin bu noktada bir vebal taşıdıkları açık. Bunu herkes kendisi değerlendirsin artık. Ama seçime katılıp oy vermek yerine tatil veya boykot gibi keyfe keder nedenlerle Erdoğan’ın ilk turda seçilmesine açıkça katkıda bulunmuş olanların, bundan sonra siyasi özgül ağırlığı iyice azalmış oldu. Bu tatilci ve boykotçu çevrelerin Erdoğan’ın seçilmesinden, göründükleri kadar ürkmedikleri de anlaşılmış oldu.
Ama tabii, Erdoğan’ın, hem de ilk turda seçilebilmesinin birincil nedeni CHP-MHP’nin çatı adayı projesidir.
Statükoculuk üzerinden yürütülen çatı aday projesi burun üstü çakılmıştır
Seçim sonuçları belli olduktan sonra, TV ekranlarında CHP-MHP’li siyasiler, gazeteciler, akademisyenler, türlü demagojilerle çatı aday projesinde hiçbir hata ya da başarısızlık olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Çatı adayı destekleyen partilerin son yerel seçimlerdeki oy oranı %45 civarındayken bu seçimde %38,5 almış, 5 milyon civarında bir oy kaybı var. Bu kadar açık bir başarısızlık karşısında bile bir hata analizi yapamayan CHP-MHP çizgisi, bu haliyle tabii ki yenilgiye doymayacaktır.
Oysa ikinci büyük parti olan CHP, bu CB seçimi oyununu çok daha iyi oynayabilirdi.
İki turlu bir seçimde ikinci büyük partinin akıllı bir oyun kurması gerekirdi. Çünkü seçimi ikinci tura götürebilirse, ikinci turda kendi oy oranının çok üzerine çıkabilme fırsatı vardı. Ama onun için önce ilk turda en güçlü görünen adayın %50’yi geçmemesi için bir oyun kurulması gerekirdi. Çatı adayı gibi 2+ partinin tek adayda birleşip kendi seçmenlerinden epeycesini küstürecekleri bir proje yerine olabildiğince çok sayıda partinin aday gösterip, olabildiğince çok seçmenin kendi partileri için oy kullanmasının sağlanması gerekirdi. CHP, MHP’ye diyebilmeliydi ki, “hayır sen ilk turda kendi adayını çıkar, biz ikinci turu da düşünerek bir aday saptayacağız”. MHP kendi adayını çıkarmış ve uygun bir kampanya yapmış olsaydı, şimdi ikinci turu konuşuyor olacaktık.
AKP’den sonra, adayını ikinci tura taşıma ihtimali en yüksek parti olarak CHP, HDP’nin de onaylayabileceği bir adayla yarışa girmiş olsaydı, ikinci turda Erdoğan’ı epeyce zorlayabilirdi. Mehmet Bekaroğlu ve Rıza Türmen isimleri HDP tarafından CHP’nin kulağına fısıldanmıştı. Ama CHP, büyük bir siyasi basiretsizlikle gitti MHP ile çatı aday işi tuttu.
Üstelik çatı aday projesini de tamamen Erdoğan-öcüsüne karşı statükoculuk üzerine inşa ettiler. Topluma “biz şöyle şöyle bir değişim arzuluyoruz” perspektifi yerine, “biz varolanı korumak istiyoruz, ötesine kafamız basamıyor” izlenimi verdiler.
Çatı aday olarak da ne kadar efendi nitelikleri olursa olsun, kamuoyunun hiç tanımadığı, hiçbir meydan ya da polemik tecrübesi olmayan, belagati zayıf, karizması olmayan İhsanoğlu’nu seçtiler. Ve üstelik iki parti de adaylarına ciddi bir kampanya desteği vermediler. Sonuç, hiçbir dövüş tecrübesi olmadan gladyatörün önüne atılmış bir ihtiyar delikanlı durumu oldu.
Çatı aday tüm kritik vurgularını “Türk milleti” üzerine kurarak, zaten bir ikinci tur olsa bile, sanki Kürtlerin oyuna hiç ihtiyacı olmayacakmış gibi kendi bacağına bolca kurşun sıkmıştı. Bu spesifik konuda karşılaştırma olması babından, Erdoğan mesela, kurnazca “Türk milleti” vurgusu yapmadı, “milletin adamı”yla yetindi. Kürtlerin oyuna ihtiyacı olabileceğini hesap edebiliyordu.
Oysa Bekaroğlu ya da Türmen gibi bir aday, derinleştirilmiş bir demokrasi perspektifi temelinde İhsanoğlu’na göre çok daha iyi bir sonuç alabilirdi.
Bu tür basiretsizlikler, CHP-MHP için çok yeni sayılmaz ve şu an yaptıkları yorumlara bakılırsa devam edeceğe benziyorlar. Erdoğan / AKP’nin en büyük besini en başından beri kifayetsiz muhalefetti; CHP-MHP kanalında bu gözlem geçerliliğini koruyor.
Ama artık AKP’nin muhalefet konforu sanki yeni bir kanaldan bozulabilir. CB seçiminin en önemli sonuçlarından biri çünkü HDP’nin çok parlak çıkışı.
Yeni, radikal, sahici bir muhalefet geliyor: HDP ve Demirtaş
CB seçiminin tartışmasız en karlı çıkan partisi HDP ve en karlı çıkan lideri Demirtaş oldu. Birkaç ay önceki yerel seçimlere göre %6,2’den %9,8 taşınan oy oranı (oransal olarak %50’nin üzerinde bir artış) ve yeni eklenen 1 milyonun üzerinde oy –ki büyük çoğunluğu Batı illerinden alınmış.
HDP ve Demirtaş, ayrı bir yazıda çok daha etraflı bir şekilde ele alınmayı hak ediyor, ama şimdilik kısaca söylemek gerekirse; yerel seçimlerde hem zaman sıkışıklığı ama hem de ciddi bazı hatalar nedeniyle kotarılamayan Türkiyelileşme perspektifi açısından HDP bu seçimde çok önemli bir hamle yapmış ve bu hamlesinin karşılığını almış oldu.
HDP’nin aldığı bu olumlu karşılığın arkasında yürütülen başarılı kampanya kadar, CB seçiminin yapısının, bu seçimin sadece 3 adaylı olmasının, İhsanoğlu’nun adaylığını sindirememiş ciddi bir çevrenin varlığının mutlaka katkısı var. Ama ne olursa olsun, uygun bir duruşla, %6+’lık bilindik tabanın ötesine geçilebileceğini görmüş olduk. Önümüzdeki aylarda HDP’yi ciddiye alan herkesin “bu %10 nasıl tutulur ve %15’lere doğru zorlanır?” sorusu üzerine kafa yorması gerekecek.
Bu sorunun muhtemel cevaplarından birini Demirtaş seçim kapanış konuşmasında verdi aslında. Mealen “kimse kaygılanmasın, biz HDP olarak hiçbir koşulda diktatörlüğe, despotlaşmaya izin vermeyiz, bununla hep mücadele içinde oluruz, olacağız” dedi.
CHP-MHP’nin geriletmekten çok besin kaynağı olduğu bu AKP / Erdoğan’ın otoriterleşmesi problemi, bir süredir sahici muhalefetini bekliyordu. GEZİ, bunun işaret fişeğiydi. HDP de bunun sahici siyasi kanalı olabilirse, 2015 genel seçimlerinde %10-15 ciddi bir ihtimal olabilir. Ama bunun kotarılabilmesi için HDP’nin kimi dönüşümleri ciddiyetle gündemine alması gerekecek (Bu konuda daha önce yazmış olduğum bir yazı için bkz: http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/hdp--2-malum-tabanin-otesine-gecmek-mumkun-mu,9145)
Demirtaş, bu seçim kampanyası sürecinde yeni, genç, sempatik, akıllı, esprili, samimi, derdi ve perspektifi olan ama agresif olmayan bir lider olarak kendisine oy vermeyen geniş kesimleri bile olumlu olarak etkiledi. Demirtaş’ın ve genel olarak kampanyanın olumlu duruşu sayesinde, radikal demokrasinin en kıymetli kavramlarından olan hegemonya üzerinden düşünürsek, HDP bu seçimde sadece %3-4 oy kazanmadı, bundan çok daha geniş bir kesimde kendisine dair daha önceden varolan negatif algıları önemli ölçüde nötralize etti. CB seçimi öncesine göre HDP çizgisini düşman olarak gören insanların sayısı ciddi oranda azaldı. En az oy artışı kadar önemli bir kazanımdır bu.
Bir seçmen kaç para?
Adaylar |
Oy oranı |
Adayın topladığı bağış miktarı |
%1 oy için adayın harcadığı para miktarı |
Erdoğan |
%51,7 |
55.260.778 TL |
1.068.874 TL |
İhsanoğlu |
%38,5 |
8.500.000 TL |
220.779 TL |
Demirtaş |
%9,8 |
1.213.000 TL |
123.775 TL |
Bu yazıyı biraz gülümseyerek bitirelim istedim.
Tabloda gördüğünüz gibi adayların topladıkları bağış miktarlarıyla aldıkları oy oranları arasında ilginç ilişkiler var. Kısmen “ne kadar çok para o kadar çok oy” durumu var gibi, ama sadece kısmen. Son kolon bu tablonun alameti farikası. Özet yorum şu:
Bağışlar üzerinden bakarsak, bu seçimin en yoksul adayı Demirtaş’tır, ama aynı zamanda oylarını en ucuza mal eden de açık ara Demirtaş’tır.
Seçimin ultra-zengin adayı tabii ki Erdoğan’dır, ama aynı zamanda oyları aşırı pahalıya gelen de odur.
Dolayısıyla halkımız oylarını verirken adayın zenginlik derecesine göre bir tür fiyat belirlemektedir aslında. Erdoğan gibi bir aday, hormonlanmış bağışlarla şişirilmiş bütçesi sayesinde gayet hormonlu bir fiyattan oy toplayabilmekteyken; Demirtaş gibi çok kısıtlı bir bütçeyle sahicilik ve samimiyet sunan bir aday oylarını neredeyse bedavaya getirebilmektedir.
Önümüzdeki dönem hormonlularla sahicilerin değişik mücadelelerine sahne olacak…
@PakerMurat