Dünyada ikinci bir şehir daha yok. Şanlıurfa bu konuda tektir. Bu kadim şehri bir türkü ummanı yapan nedir? Bu kadar nağme, melodi, şiir kıvamında sözler, emsalsiz okuyuşlar... Türkü Urfa' ya mahsus bir alamet-i farika haline nasıl gelmiş?
Elbette; Kırşehir ve Muharrem Ertaş - Çekiç Ali - Neşet Ertaş triosunu atlıyor değilim. Ayrı bir yazı konusudur.
Fakat Urfa'yı farklı bir yaratıcılık ve söyleyiş, tarz ve üslubu; çoğunlukla tiz sesler ve tiz perdelerde gırtlağın bir enstrüman olarak kullanılabilme yeteneği, derin hançere; okuyuştaki iliklere kadar işlemiş hüznün, dinleyenin iliklerine kadar işleten sahici hissiyatla, yanık ve güçlü icrası... Sanırım fark burada.
Ne yazık ki artık pek bilinmiyor olsalar da; başlıktaki üç isim, doğup büyüdükleri şehre kültür ve müzik alanında yaptıkları katkının değeri zaman ilerledikçe daha da artıyor. Yeniden bilince çıkacaklarını söylemek iyimser bir tahmin değildir.
Hangi düzey ve alanda olursa olsun hakikinin, sahicinin peşine düşen her arayış, mutlaka saf, özgün, makyajsız, cilasız olanla buluşur.
Bu coğrafyanın ses ve sadası ne blues ne lied ne balad ne de arya ile benzeşmez. Burada revanşist ve anti-oryantalist bir tutum içerisinde olmadığımı belirtmeliyim. Yerlicilik ve Anadoluculuk da değil; hatta tam aksine enternasyonalist bir perspektiftir bu.
Eric Clapton bir İngiliz rock – blues gitaristidir. Ama ayrıca bir blues hayranıdır. İdolü Robert Johnson ( 1911 – 1938 ) ABD – Missisipi köylüsüdür. 27 yaşında ölmüş, çiftliklerde çalışarak geçimini sağlamış, yoksulluk içinde yaşamış, blues çalıp söylemiş bir yetenektir. Eric Clapton'ı, ''Me and mr Johnson'' albümünü yaptıracak kadar Robert Johnson'a olan hayranlığı, derin blues arayışına girmesinin akabinde olmak istediği '' Ben '' ile yani kendisiyle buluşma halini yaşamasından ötürüdür. Arınmak arzusuyla, arınmayı yapmaksızın saf kalabilmişe ulaşma, buluşma ile yaşanan vecd durumudur.
Müzikte bu duyguyu yaşamak için illa müzisyen olmak gerekmez; kulağını bir huni gibi değil de bir işitme cihazı gibi kullanabilen her müzikseverin yaşama şansı vardır. Eğer o derine inme, saf - arı olanı bulma arzusu itkiye dönüşürse.
Hamza, Bakır, Tahir adlı define sandukaları ilk kulaçlarda değil bayağı bir derinlerde çıkıyor insanın önüne. Üç muhteşem ses, üç büyük kabiliyet ve üç mütevazi ama sanatına saygılı insan. Üçü de her yaptıklarında en iyisini yapabilecek yetkinlikteler. Zarafet, letafet gündelik yaşamlarında kişiliklerinin ilk fark edilen vasıfları. Bu hususiyetleri sanatlarına da, icralarına da çıtası çok yüksek kalite katmış. Erişilmesi artık imkânsız. Yaşadıkları ve hayata veda ettikleri yıllara bakıldığında, o zamanlardan bugüne halen erişilememiş bu büyük ustalara ( 1904 - 1939 Hamza, 1900 – 1946 Mukim, 1908 – 1985 Bekçi Bakır).
Bekçi Bakır ile bitirmiştim önceki yazımı; onunla devam edelim. Bekçi, bir lakap değil. Emniyete bağlı olarak bekçilik yaparak iaşesini temin ettiği için bu tabir kabul görüp kullanılmış. Bakır Yurtsever asıl adı soyadı.
Hoyrat, gazel ve mevlüd okuyucularının zirve ismidir. Ama beni sanatkârlığı kadar etkileyen yanı sanatında kibir, muhteris ve bencil olmayan kişiliğidir. Öğretmiş, yanlış yapana doğrusunu örnekleyerek öncülük etmiş. Paylaşmış.
Ses deryasında, tiz yelkenlisi ile adeta kuğu gibi süzülüyor. Perdelere iniş çıkışlarda tayin edici olan türkünün melodisinin teknik gereklilikleri değil, duygunun doruklarına çıkmasıdır. Sahici kılan da budur işte; en bilinen türküsü '' Buradan bir atlı geçti '' on yıllardır bir çok kişi tarafından okunmuştur ama Bakır, bir başka okur.
Bu ağır melankolik türkünün hikâyesi gerçekten yaşanmış bir kısa anın harekete geçirdiği duyguların taşma halidir.
Hastalanan küçük kızının tedavi görmesine rağmen iyileşemeyip 8 yaşında ölmüş, ardından da hanımı rahatsızlanmıştır. Bakır iyice içine dönmüş dalgın ve üzgün bir vaziyette kahvenin önünde otururken yoldan geçen bir atlı mahzun ve perişan görünümüyle atın üstünden oturmakta olan Bakır' a bakar ve boynunu büküp yoluna devam eder. Sanki Bakır'ın iç dünyasındaki kederi görmüştür. Bu kısacık an, Bakır'ın ağzından şu dizelerin dökülmesinin müşevviki olur:
''Buradan bir atlı geçti / Yarama baktı geçti ''
Bekir Bakır bir eğitim almamış bildik anlamda. Ama sahasının büyüklerinden icazet almış, sanatkârın en mühim hususiyetini özümsemiş ve sanatı söz konusu olunca şaşırtıcı bir özdisiplin ve özsaygıyla hareket etmiş hep.
Okula gidemeyen Bekçi Bakır, ilkokulu dışarıdan bitirmiş; dost ve yakınlarınca zeki, çalışkan, mütevazı, yardımsever, duygusal bir kişiliğe sahip olduğu söylenegelmiştir.
Sanat ve sanatçıya dair yazılarımı okuma lütfunda bulunan okurların dikkatinden kaçmamıştır: Sanat eseri kadar sanatçının kişilik kalitesi de benim için çok önem taşır. Eğitimi, kariyeri, sınıfsal konumu, işi, tirajı, kaç sattığı beni enterese etmez.
Bakır yaratıcılığının ve mükemmel okuyuculuğunun yanı sıra bir başka görevi de layıkıyla ve hiç kompleks duymadan ifa etmiş. Yazımız ilk bölümünde blues - türkü kökendaşlığına vurgu yapmıştım. Aslında 19.yy'da kölelerin, tarım proletaryası olan zencilerin müziği olduğunun da altını çizmiştim.
20. yy başlarında artık neredeyse kaybolmaya yüz tutan blues birkaç bölgede ve az sayıda lokasyonda üretilir ve dinlenir durumda iken yaratıcıları, geçimlerinin derdine düşmüşlerdi. ABD Kongre Kütüphanesinin fonuyla destek verdiği araştırmacıların alan çalışmalarıyla blues müzik kayda alındı, külliyatı oluşturuldu, plakları çıkartıldı. Bu destek bir ivme kattı ve bitme noktasına gelen blues müziği yok oluştan kurtardı, canlanmasını teşvik etti. Bu ilk can suyu ile blues yeniden dirildi ve 20.YY boyunca bir çok müzik türünün içinde türediği verimli bir ana akım konumuna geldi. R&B, Rock'n Roll, Soul, Rock ve Caz türleri blues şelalesinin yan ama güçlü kollarıdır. Caz ve Rock daha sonra kendisi birer ana akım mertebesine vardı.
Buralarda ise türkü, blues gibi öyle ölüm döşeğine asla düşmedi ama ABD' deki ihtimam ve desteği de hiç görmedi. Sayıları çok az gönüllü ve sevdalı insan tıpkı blues müzikte olduğu gibi alan çalışmalarında kayda alındı; birçok türkü, söyleyiş tarz ve üslubu orijinaliteleriyle arşivlendi. Bu işi yapan fedakâr ve sevdalı insan Muzaffer Sarısözen' in katkısı çok büyüktür.
Urfa türkülerinin derlenmesi, kayda alınması çalışmalarında Urfa' ya gelen Sarısözen, Bekçi Bakır'ın büyük destek ve yardımları sayesinde Urfa türkülerinin yok olmasını engelleyen arşivi yapabildi.
Tek ben, yalnız ben... Bu gibi bencilliklere kapılıp, olası rakiplerinin sanatlarının icrasını imha edici rekabetlere hiç bulaşmadı. Maddi veya başka türden bir karşılık ummaksızın tek taraflı olarak yardım etti, yol gösterdi, paylaştı; dayanışma ve işbirliğinden asla imtina etmedi. Sessiz ve sitemsiz bu dünyadan göçtü gitti.
Eğer bugün Urfa yöresi türküleri diye bir hazine varsa bunu Muzaffer Sarısözen ve o büyük usta, bilge insan Bekçi Bakır'a borçluyuz.
Bekçi Bakır eğer şimdi yaşıyor olsaydı Şanlıurfa' ya gider elini öperdim. Çünkü eli öpülesi bir sanatkâr ve şahsiyettir
Nurlar içinde yatsın.