Murat Bjeduğ

24 Haziran 2024

Denizleri, Mahirleri, İboları yoktu ama faşizme destansı direnişleri vardı: 78 Kuşağı, Bir Hafıza Topluluğu

"78’liler, neredeyse daha çocuk yaşta denilebilecek dönemlerinde, siyasi bilinçlenmelerinin hemen öncesinde, henüz ideolojik kavramlarla tanışmamışken, 68’li önderlerin ve yaşanılan acı olayların duygusallığı ile sola yöneldiler"

Adından, kapak görseline; Ahmet İnsel’in yazdığı mükemmel analizler içeren önsözünden, içeriği, dili, üslubu, sağlam koordinatları ve muhteviyatına kadar dolu dolu bir kitabı ve yazarını tam da zamanında kazandırdı İletişim.

Daha evvel çıkmış olan ‘’78 Kuşağının Hapishane Deneyimleri ve Yaşam Stratejileri / Deniz Ayma" ile "78 – 80 Hikâyeler / Recep Tatar" kitaplarının vesile olduğu tartışmayı bir başka boyuta ve zenginlik katarak bir adım öteye taşınmasına önemli bir katkı yapmış, Melike Işık Durmaz.

İlk iki kitabı T24’e yazmıştım. O yazılarla ilgili geri dönüşler ve okunma istatistiklerinin beklenmedik kadar iyi rakamlara ulaşmış olması, 78 kuşağı mevzusuyla alakadar olan görmezden gelinemeyecek bir niceliğin yüksek nitelikli tartışma potansiyelinin haiz olduğunu göstermişti.

Türkiye’ye özgü bir tamlama olan 78 kuşağı ifadesinin, şüphesiz 68 esini ve etkisi taşıdığı aşikâr. Evrensel bir yanı da yok bu tamlamanın. Ama "eşik artık geçildi ve öyle bir kuşak yok" söylemi hayatta karşılık bulma bağlamında 78 kuşağı söylemi kadar güçlü ve belirleyici yankı yaratamadı. Ancak bu sorunsalı ileriki on yıl belirleyecek; ya kalıcı olarak yerleşmiş olacak 78’lilik ya da şimdiki etki gücünü yitirerek telaffuz edilmez olacak.

Temel saiki şöyle tanımlanabilir 78’lilerin algı, tahayyül ve muhayyilesi:

''Devrimin hemen yarın gerçekleşeceğine duyulan inanç, devrimci kişiliğin inşa edilmesini acil bir görev olarak üstlenmeleri düşüncesini beraberinde getirmişti: Bugün, değişimin zamanıydı ve yarına hazırlık yapmak gerekiyordu; hem de hızla ve acilen.''

70’lerde geçerli olan bu yürekten benimsenmiş, uğruna hayatlar adanan, yaşamlar feda edilen söylem, 12 Eylül darbesi ile adeta tedavülden kalktı. İzleyen yıllarda 70’ler nostaljisi ile 12 Eylül melankolisi, 78’lileri gereğinden fazla uzun süren, bir girdabın içine aldı.

Bu girdabın izlerine -haklı olarak- sık değinen Melike Işık Durmaz, bu çok kıymetli çalışması hakkında şu öncüllerden hareket ettiğini şöyle paylaşmış:

‘’Bu çalışmada, tanıkların anlatılarından yola çıkarak, 78 kuşağının kendini nasıl hatırladığına, tarihini nasıl işlediğine odaklanarak, bugünkü toplumsal-siyasal kimliğini şekillendirmesinde hafızanın nasıl bir ağırlığa sahip olduğunu sorgulamaya çalışacağım. Bunu yaparken hem 78 kuşağının nasıl ortaya çıktığını, kurucu nitelikteki olayları nasıl hatırlayıp onu bir hafıza talebine dönüştürdüğünü, hem de bir 78’li kimliğinin nasıl üretildiğini inceleyeceğim. Geçmişte gerçekte ne oldu? Sorusunun yerine, Geçmişe dair hatırladıklarımız bize ne söylüyor? Sorusunu soruyorum. Bu sayede, ortak bir geçmiş tahayyülüyle bir araya gelen, bu anlamda geçmiş siyasal kimlikleri ikame eden 78’lilik mefhumu etrafında kurulan bir hafıza topluluğunun dinamiklerini ortaya koymayı amaçlıyorum.’’ Syf-15

Çalışmanın temelini 2012-2019 yılları arasında yaklaşık elli kişiyle, İstanbul, Ankara, İzmir ve başka birçok ilde yüz yüze yapılan derinlikli görüşmeler oluşturuyor. İki ana mecra üzerinde odaklanılmış: Parti geleneğinin temsilcileri olarak TİP ve TKP öne çıkarken, hareket geleneği içinde Dev-Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu ve Dev-Sol ağırlıklı olmuş. Bunların dışında kitle örgütlerinde çalışan, DİSK, TÖB-DER, Halkevlerinde faaliyet gösterip, kendilerini 78’li olarak adlandıran tanıklara da yer verilmiş. Melike Işık Durmaz, 78 kuşağının tarihini yazmayı amaçlamadığının bilhassa altını çizmiş. Anı, otobiyografi gibi son dönemde yayınlanan ve 78’li kimliğini dışa vuran pek çok kitaptan da yararlanmış. Son derece doğru ve yerinde bir yaklaşımla, editoryal müdahale ve süzgeçten geçmiş, defalarca okunmuş, gözden geçirilmiş anlatılar ile yapılan yüz yüze görüşmelerle edinilmiş bilgilerin birbirlerinden farklı olabileceği gerçeğini de gözden kaçırmadan bir analitik mesafeye özen göstermiş kitabında.

Kitabın 17. sayfasında şöyle bir tespit yapılmış: ‘’Kürt hareketi 1970’lerin sonunda özerkleşmeye başlasa ve 1980’lerin ortalarından itibaren ayrı bir örgütlenmeye gitmiş olsa da...’’ Ancak yakın tarihe baktığımızda şu ayrıntıyı belki bir bilgi ilavesi olarak eklemek uygun olabilir: 1967 yılında başlayan Doğu Mitinglerini izleyen süreç sonunda 1969 yılında DEV-GENÇ ile eş zamanlı olarak DDKO kuruldu. Kürt hareketini oluşturan ve ana akım konumunda olan Rızgari 1974, Özgürlük Yolu / TKSP 1974, Kawa 1976, PKK 1978 yıllarında ayrı örgütlenmelere gitmişlerdi.

Yine asla atlanmaması gereken önemli iki olayın eklenmesi zaruret taşıyor:

‘’Deniz Gezmiş’in idamı ( 6 Mayıs), Kızıldere Katliamı ( 30 Mart ), İbrahim Kaypakkaya’nın öldürülmesi (18 Mayıs) gibi sembolik anlamla yüklenmiş sosyalistlerin ölüm yıldönümlerinde düzenlenen anma törenleri 78’lilerin doğrudan çağırıcı olduğu anmaların başında geliyor. Bu isimler 68 kuşağının önderleri olmakla birlikte, daha önce de uzunca anlattığımız gibi, 78 kuşağı açısından da kurucu bir öneme sahipler.

Her yıl 6 Mayıs’ta Karşıyaka Mezarlığı’nda düzenlenen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı, yani ‘’Üç Fidan’’ı anma törenleri, 19 Şubat’ta Ulaş Bardakçı, 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya ve 30 Mart’ta Kızıldere ve ‘’On’lar’’ anma törenleri, önderlerin, mirasın sol geleneğin sahiplenilmesi, devrimci dayanışmanın pekiştirilmesini amaçlar, şehitlere saygı duruşu anlamını taşır ve sosyalist davanın devamlılığına vurgu yaparak kuşağın değerlerinin simgeleştirildiği törenlere dönüşürler.’’ Syf-232

Bu, yerindeliği tartışma götürmez vurgulara, sayılan olay ve isimlerle eş simgesel önem ve tarihsel kıymet taşıdığı için:

31 Mart 1971 tarihinde vuku bulan Nurhak olayı yani, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın Adıyaman ili, Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli köyü civarında pusuya düşürülerek öldürülmeleri,

Nurhak hadisesinden bir gün sonra, 1 Haziran’da İstanbul Maltepe’de Mahir Çayan’la birlikte aynı evde kuşatılan Hüseyin Cevahir’in öldürülmesi vakalarını eklemek isabetli olur kanaatindeyim.

Çünkü bu iki hazin olay da 78’lilerin hassasiyet menzilleri içerisinde yer alırlar.

78’liler, neredeyse daha çocuk yaşta denilebilecek dönemlerinde, siyasi bilinçlenmelerinin hemen öncesinde, henüz ideolojik kavramlarla tanışmamışken, 68’li önderlerin ve yaşanılan acı olayların duygusallığı ile sola yöneldiler.

Ama 78’lilerin Deniz’i, Mahir’i, İbo’su, Ulaş’ı, Cevahir’i, Sinan’ı hiç olmadı. O eksiklik her zaman çok derinlerde ve mütemadiyen hissedilirken, anılan 68’li devrimcilere en az 68’liler kadar saygı duydular ve onları hiç unutmadılar.

Evet; ister kuşak, ister hafıza topluluğu olarak addedilsin:

78’liler hiçbir zaman o kadim "Beatles mı, Rolling Stones mu?" tartışmasını yapmadılar.

Saçlarını uzatıp, çiçekli gömlekleriyle, başlarındaki bandanalarla esrar çekip Bob Dylan dinlemediler.

Kafileler halinde Katmandu’ya hiç gitmediler, LSD’yi bilmediler bile.

Ho Ho Ho Şi Min iki üç daha fazla Vietnam Ernesto’ya bin selam, sloganını atmadılar. 

Vietnam halkıyla dayanışma geceleri düzenlemediler. Hatta Vietnam savaşının detaylarını, Vietkong’u bilmediler.

Ama bu ülkede 70’lerde adım adım gelmekte olan faşizme karşı öyle bir direndiler ki... Destan demek bile bu efsanevi direnişi tanımlamada yetersiz kalır.

Melike Işık Durmaz da onların daha yakından tanınmalarını sağlayan bu tarihsel belge / kaynak değerindeki kitabıyla belleklerde de gönüllerde de yer ediyor.

Tıpkı hiçbir editoryal müdahalede bulunmadan, 78 kitaplarını tartışan yazılarını yayımlayan T24 ve yayın kalitesinden, düzeyinden asla ödün vermeyen İletişim yayınları gibi.