Geçen gün Ertuğrul Özkök'ün bir yazısı yayımlandı bizim T24'te. Bu yazıda benim adım epey geçiyordu. Konu, daha önce benim gene T24'e verdiğim yazıda geçen bir söz. Tayyip Erdoğan'ın eline geçirdiği yetkileri demokratik bir biçimde kullanmaktan kaçınacağı ihtimalini dile getirenlerin haklı çıktığını söyleyen bir cümle. Ertuğrul Özkök bunun bir "itiraf" olduğunu söylüyor.
Çizgi: Tan Oral
Ertuğrul Özkök'le görüşlerimiz hiç uyuşmaz. Ancak onun bana tanıdığı bir "kısmi haklılık payı" vardır, sanıyorum. Bu yazısında da öyle. "Adam yanlış düşündüğünü kabul etti, bunu söylüyor; bu da olumlu bir şey" demeye getiriyor. Oya Baydar ve ben "suçunu" kabul eden ve bunu "itiraf" eden iki yazar oluyoruz. Ertuğrul Özkök bu "nedamet"i bir olumlu davranış sayıyor.
Ama durum bu değil. Anlatayım.
2010 yılı 3 Mayıs'ta, ünlü referandum öncesinde, Selin Ongun'la '28 Şubat yargılanırsa imza atan Erbakan'ı da içermeli...' başlıklı bir mülakat yapmışız. Selin, Tayyip Erdoğan'ın bana göre demokrat olup olmadığını sormuş. Cevabım şöyle:
"Bence değil. Koşullar onu demokrasiden yana... Bazı tavırlar almaya zorluyor. Yoksa sindirilmiş bir uluslararası demokratik kültürü yok, demokrat eğilimleri var. Ama bir yandan dini koşullanmaları var. Mesela başkanlık diye ortaya çıktığında bunu sahiden demokrasi için istediğini düşünemiyorum."
Bununla ilgili bir iki örnek vermişim:
"Ermeni konusunda konuştuğu zaman ağzından dökülenler. Sonra yine Kürt meselesine bakışta örtüşmemiz mümkün değil... Yani benim kafamda 'issue'lar var, adamlar yok, Tayyip Erdoğan yok. Kaldı ki kendimi Tayyip Erdoğan'a yakın hissetmem mümkün değil. Mesela 'Hillary Clinton'ın beyiyle konuştuk, meseleyi anlattık' gibi bir cümle benim dünyamda hiç yeri olmayan bir kavram."
AKP ve Erdoğan Türkiye halkının verdiği oylarla tek başına iktidara geldi. Sonraki seçimde oy oranını yükseltti. Bu oyları verenlerin birçoğu yoksul kişilerdi. Bu ne demek? Bir sosyalist olarak alınmasını gerekli gördüğüm şeyleri anlatıyorum:
"...70 milyon gibi bir toplumdan bahsediyoruz, bu rakamın içinden bulabildiklerimizle sosyalist olacaksak olacağız. Dışarıdan sosyalist vatandaş ithal edecek değiliz. Buradaki insanların da yaralı bereli örselenmiş ruhları, kültürleri olduğu da yine o aynı tarih içinde belirlenmiş bir şey. Ama ben onlarla sosyalist olacağım ya da sosyalizmin ne olduğunu onlara anlatmaya çalışacağım..."
Selin bu sorularının arasında Fethullah Gülen hareketi üstüne ne düşündüğümü de soruyor; "Temkinli mi yaklaşıyorsunuz?" diye soruyor:
- "Tabii."
- "Neden?"
"Benim dünya görüşümle bağdaşan bir şey değil. Bugün demokrasi için şöyle böyle der, ama uzun vadede onların ideal toplum olarak gördükleriyle benim ideal toplum gördüğüm örtüşmüyor... Bu harekette benim anladığım anlamda özgürlük yok. Nereye kadar, neyi, nasıl düşünebilecekleri ve günlük hayatta bunların nasıl şekilleneceğine dair oldukça katı kurallar var."
Evet, bunları on iki yıl önce söylemişim. Henüz Gezi filan bir yana, Erdoğan kaç çocuk yapmamız gerektiği türünden konuları da açıklamamış. Nazım Hikmet'in yurttaşlığını geri veriyor, böyle simgesel jestlerin ötesinde birçok önemli pratik davranışları da var. Ama ben demokrat bulmadığımı, Tayyip Erdoğan'ın bir demokrat olduğuna inanmadığımı söylüyorum.
Dolayısıyla şimdi neyi "itiraf" etmem gerektiğini, neyi "itiraf" ettiğimi anlamıyorum.
"Başkanlık sistemi" üstüne de bir şeyler söylemişim. Bunun "tek adamlık" yönünde evrileceğini düşündüğüm herhalde yeterince açık.
Türkiye'nin yakın tarihinde "din ve siyaset" ikilisi çok önemli bir yer tutar. Bunu bir süreden beri yaşayarak görüyoruz. Şu anda üzerinde durduğumuz konumda ne olacak, toplum nereye doğru yol alacak, birtakım tahminler yapabiliriz elbette, ama hiçbir şey kesin değil. Hiçbir şey kolay da değil.
"Siyaset yapmak"... Birkaç adım daha atılınca varacağımız yer burası gibi geliyor bana. Şimdilik lafı fazla uzatmamak için bunu başka bir yazıya bırakalım.
Tartışacağız, arayacağız v.b. Ama olmayan şeyler değil, olan şeyler üstüne tartışalım.
Murat Belge kimdir? |