Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın, Ahmet Hakan ile yaptığı söyleşi, 27 Aralık Pazar günü Hürriyet'te yayımlandı.
Dün de bu söyleşiden söz etmiştim; hatırlarsınız, Bakan Koca şunu söylüyordu:
"Hedefimiz şudur: Üç aylık zaman diliminde 30-35 milyon insanımızın aşılanmasını sağlamak.
İlk etapta aşılanacak olan 30-35 milyon kişi, en riskli gruplar olacak. Bu da bizi ciddi biçimde rahatlatacak. 30-35 milyon kişinin aşılanmasının tamamlanmasını mart gibi bitirmek istiyoruz. Mart gibi de biter. En büyük rahatlığımız toplumun yüzde 60'ının aşılanmasıyla sağlanacak. Haziran ayı itibarıyla bu hedefimize ulaşabiliriz diye umuyorum. Yüzde 60 demek, 50 milyon kişinin aşılanması demek."
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın, "pandemi dönemi Hürriyet başyazarı" Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na anlattıkları da dün yine Hürriyet gazetesinde yayımlandı.
Koca, Prof. Dr. Müftüoğlu'na nereden, ne kadar aşı alabileceğimiz ile ilgili olarak bazı bilgiler verdikten sonra şunu söylüyor:
"Kısacası yıl sonuna kadar hedefimiz 100 milyon doz aşı ile yaklaşık 50 milyon insanımıza bağışıklık kazandırmak olacak."
Sağlık Bakanı'nın, bir gün ara ile aynı gazetede yayımlanan iki ayrı açıklaması böyle.
İnsanın kafası karışıyor haliyle: Haziran sonuna kadar mı 50 milyon kişi aşılanacak, yıl sonuna kadar mı?
İkisi arasında 6 ay fark var. Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl planlama?
Eğer Bakan'ın son açıklaması doğruysa, Türkiye, turizmde filan da bu yılı kaybetti demektir.
Nüfusunun çoğunluğunu aşılamamış bir ülkeye, kim vatandaşını gönderir?
Dün de dikkatinizi çekmiştim; Bakan, Ahmet Hakan'a "üç ay içinde 30 – 35 milyon kişiyi aşılarız" diyordu.
Aynı cümlede verdiği iki rakam arasında 5 milyon kişi ve 10 milyon doz aşı farkı var.
Belli ki Bakanlık, hiçbir plana sahip değil.
Hani Başkanlık sistemine geçildiğinde, her türlü sorumumuz hızla çözülebilecekti?
Ne alacağımız aşı miktarını biliyor, ne de hangi sürede kaç kişiyi aşılayabileceğimizi.
Yandaş medyada laf cambazlıkları yaparak milleti oyalamaya çalışıyor.
* * *
"Cahil ama bizden" demenin sonucu
Dünün bence en ilginç haberini yazan kişi, bir gazeteci değil, bir vergi uzmanı oldu: T24 yazarı ve Türkiye'nin önde gelen vergi uzmanlarından biri olan Erdoğan Sağlam.
Recep Tayyip Erdoğan yönetimi, pandemi nedeniyle zor duruma düşen esnafı rahatlatmak için bazı esnaf ve sanatkârlar ile gerçek kişi tacirlere ayda bin lira hesabıyla toplam 3 bin lira hibe desteği vereceğini açıklamıştı.
Bunun dışında, büyükşehirlerde yaşayan esnaf ve sanatkârlar ile gerçek kişi tacirler için 2 bin 250 lira, diğer yerlerde yaşayanlar için bin 500 lira kira desteği de sağlanacaktı.
Erdoğan Sağlam'ın T24'te dün yayımlanan yazısından anlıyoruz ki esnaf ve sanatkarlar, zaten son derece komik bu "desteğin vergisini" de ödeyeceklermiş!
Bunun bir tek nedeni var: Türkiye'nin tek adam yönetimine geçmesinden sonra, bütün kurumlarının içinin boşaltılarak, her şeyin Saray'a bağlanması.
Zor durumdaki esnaf için verilecek destekten vergi kesmek, devletin önde gelen kariyer kurumlarına, liyakat aranmaksızın, sırf "bizdendir" diye bilgisiz ve yeteneksiz kadroların doldurulmasının sonucudur.
Onun içindir ki Saray, doğru dürüst bir Cumhurbaşkanlığı kararı bile yayımlayamıyor.
Prof. Dr. Kemal Gözler, geçen yıl yazdığı bir makalede, başkanlık sistemine geçildikten sonraki 1,5 yılda yayımlanan 24 kararnamedeki yanlışları düzeltmek için 31 kararname daha yayımladığını tespit etmişti.
Gerçekten de bazı Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin başlığı aynen şu şekilde:
"Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi."
Onun içindir ki esnaf ve sanatkara verileceği alayı vala ile duyurulan üç kuruşluk desteklerden bile vergi kesecekler.
Çünkü, yayımladıkları bir kararnamenin sonucunun ne olabileceğinin farkında bile değiller.
İçlerinde bu meseleleri bilen bir tek kişi bile olsa durumu önceden fark eder, "bir kanun teklifi verdirelim de bu yardımlar vergiden muaf olsun" diye tedbirini alırdı.
Ama öyle birisi yok.
Bir yandan keyfi yönetim anlayışı, diğer yandan görevin gerektirdiği niteliklere sahip olmayan kişilerin yönetici pozisyonlara getirilmesi yüzünden Türkiye, dümeni bozuk bir gemi gibi.
* * *
Her şey siyasi tercihle ilgilidir
Recep Tayyip Erdoğan, 2002 yılında iktidara gelmek için gün sayarken bir televizyon programında şunu söylemişti:
"Benim vatandaşım çöpten rızık topluyorsa, pazarlardan atık topluyorsa, meydanlar 'açız' diye bağırıyorsa, ev kirasını elektriği suyu ödeyemiyorsa, yüzde 25'i açlık sınırının, yüzde 50'si yoksulluk sınırının altındaysa ülkeyi bu hale mevcut hükümet getirmiştir."
Dün asgari ücretin açıklanmasının ardından işçi kuruluşlarından gelen tepkileri okurken, hatırladım bu sözlerini.
Hafıza - i beşer nisyan ile malul olsa da arşiv unutmuyor.
Erdoğan, o gün söylediklerinde haklıydı, ülkede yaşayan insanların nasıl yaşadıklarından tek sorumlu vardır; iş başındaki hükümet.
Türkiye, büyük bir ekonomiye sahip.
Bu büyük ekonomi, ciddi bir değer de yaratıyor.
Mesele, ekonominin yarattığı toplam değerin nasıl paylaşılacağı ile ilgilidir.
Ve bu siyasi bir tercihtir.
Egemen siyasi güç, yaratılan değerin nasıl paylaştırılacağına da karar verir.
Onun için memleketin beş büyük müteahhidi, deveyi hörgücüyle götürürken, asgari ücretlilere bu kadar düşer.
Basit bir aritmetik hesabıdır: Biri çok alıyorsa, diğerine azı düşer.
Ve Erdoğan'ın söylediği gibi bunun sorumlusu hükümetlerdir.
Bugün ağlayan işçi kardeşlerimiz, seçimlerde bu meseleyi hatırlayana kadar da böyle olacak.