Türkiye Varlık Fonu, Milli Piyango'yu Demirören – Sisal ortaklığına devrederken KDV'yi de sıfırlamış.
Bu Alicengiz oyununu T24'de Barış Soydan ortaya çıkardı. Ayrıntılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Milli Piyango'nun "özelleştirilmesi" için açılan ihalede en iyi teklifi verenin Demirören – Sisal Grubu olduğu açıklanmıştı.
Şimdi şunu sormalıyız: İhaleye katılan diğer gruplar, KDV'nin sıfırlanması yoluyla ekstradan yüzde 18 gelir elde edebileceklerini biliyorlar mıydı?
Milli Piyango'nun 2019 yılında bilet satışından ödediği KDV tutarı 503 milyon lira olduğunu da hatırlatayım.
Diğer şirketler de bu durumun farkında olsalardı ihale yine böyle mi sonuçlanırdı?
Bunu bilmiyoruz elbette ancak bu önemli bilginin diğer şirketlerden saklanmış olması ihaleyi sakatlar.
Benzeri işleri büyük köprü, havalimanı ve yol ihalelerinde de yaptılar.
İhaleye çıkarken tarif edilen bazı işlerin, ihaleden sonra buharlaştığına, projelerin maliyeti azaltacak şekilde değiştirildiğine tanık olduk.
Biliyorsunuz geçen gün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimden sonra böyle ballı ihaleler ile yapılan işlerin kamulaştırılacağını söylemişti.
Bu tür numaralar, içine kazık gizlenmiş sözleşmelerin iptali için iyi bir gerekçe olacaktır.
Tabii öğrenmemiz gereken bir konu da bu KDV işini TVF'de kimin akıl edip, uyguladığı olmalı.
Bu işi TVF'de kim yaptı? Bundan kendisine de bir çıkar sağladı mı?
Bunları elbette bilebilecek durumda değiliz. Hem kimseyi de töhmet altında bırakmak istemem. Ancak savcıların bu tür konuları merak edeceğini ümit etmek isterim.
Gerçi bu durumu merak eden savcı çıksa da ona soruşturma yapması için izin verirler mi? Hiç sanmıyorum.
Bağımsız gazeteciliğin önemini hepimize bir kez daha gösteren bir haber oldu bu.
Kamu kaynağı deyim yerindeyse hunharca yok edilmiş.
Ve memleketin muhalefet partileri bile onca olanaklarına rağmen, T24 yazana kadar bu alicengiz numarasını bilmiyorlardı.
Barış Soydan'ın haberinin T24'te yayımlanmasından sonra muhalefet partileri de uyandı.
İktidarın medyayı neden tümüyle ele geçirmek ve elde edemediğini susturmak istediğinin sebebi de bu tür haberler işte.
Bunu da söylemeden edemedim.
* * *
Hukuk devleti ve Altun'un dokunulmazlığı
Cumhurbaşkanlığı İletişim Danışmanı Fahrettin Altun'un şikayeti üzerine 80 yaşındaki bir kadın evi polis tarafından basılarak, "karakola çekildi"!
Kadının suçu, birden fazla kamu kuruluşundan maaş aldığı iddia edilen Fahrettin Altun ile ilgili yapılan sosyal medya paylaşımının altına "yeter sömürdüğünüz" yazmış olması.
Geçen gün de Fahrettin Altun'un evinin görüntülenmesi nedeniyle suçlanan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkındaki takipsizlik kararı Sulh Ceza Hakimliği tarafından kaldırılmıştı.
Öyle görünüyor ki bu dönemin "dokunan yanar" figürü de Fahrettin Altun.
Fahrettin Altun, bildiğiniz sıradan bir devlet memuru.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevi, MİT Başkanı gibi, Genelkurmay Başkanı gibi, kanunlarımızın "özel bir hassasiyet" istediği bir görev değil.
Ama görüyoruz ki kimi işaret ederse karakolu boyluyor.
Bu, Türkiye'nin bir hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaştığı dönemde belki normal karşılanabilirdi ama şimdi hem Cumhurbaşkanı hem de Adalet Bakanı artık hukuk devleti olacağımızı söylerken, bu nasıl iş böyle?
Böyle şeyler, kanunların adamına göre uygulandığı, adalet düzeninin öngörülemez oluğu polis devletlerine özgüdür.
Hani nerede hukuk devleti?
Fahrettin Bey'e şunu söylemeliyim ki bulunduğu makamın böyle işler için konuşulur olması yaptığı işe de zarar verir.
İstanbul'da, evine komşu kamu arazisini kiralamak, değerini ödeyen her TC vatandaşının hakkı olduğu gibi Fahrettin Bey'in de hakkıdır.
Ancak bulunduğu görev, böyle işler nedeniyle ortaya çıkacak dedikoduları kaldırmaz.
Makamın prestijini korumak önceliği olmalıdır. Nasıl olsa gelecek seçimde görevden ayrılacak; o araziyi o zaman kiralayıp, izin aldıktan sonra üstüne pergola da yaptırabilirdi.
Fiilen yaptığı işin dışında eskiden "arpalık" tabir edilen ek maaşları da keşke hiç almasaydı.
"Aldığım ek maaşları hayır hasenata harcıyorum" sözleri durumu kurtarmaya yetmiyor çünkü.
Bütün mesaisini Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı gibi 24 saat çalışmayı da gerektiren bir işe harcarken, ne yapıyor da o maaşı hak ediyor?
Hak edilmeden kazanılmış bir geliri hayra harcamak, o parayı helal kılmaya yetmez.
Hazreti Ömer'i hep ben mi hatırlatacağım sizlere?
* * *
İş bilenin, Volvo Hilmi Güler'in
Ordu'da iki esnaf, milyonluk lüks otomobillerini, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı'na aylığı bin liradan kiraladılar.
Kiralama süresi, Hilmi Güler'in başkanlık döneminin biteceği seçim gününe kadar tespit edilmiş.
Bu 3,5 yıl içinde otomobili satacak olsalar bile Hilmi Bey, aylığı bin lirayı bastırıp, otomobili kullanmaya devam edecek.
İnternetten araştırdım bu aracın 0 kilometresi, ekstralara göre 962 bin lira ile 1 milyon 72 bin lira arasında değişiyor.
Veli Toprak'ın Sözcü'deki haberine göre böyle bir otomobili yıllığı 12 bin liradan Belediye Başkanı'na kiralayan iki esnaf Ordu'da ayakkabıcılık yapıyorlar.
Bugüne kadar ayakkabı satarak açlıktan ölmediklerine, kiralarını ödediklerine, geçindiklerine ve üstüne de 1 milyon liralık bir otomobil alabildiklerine göre bunlar "müdebbir tüccar" sınıfına giriyorlar.
Yani işini bilen, her şeyi önceden görerek tedbirini ona göre alan tüccar!
Ancak bu yıllık "12 bin lira kira" hayatın gerçek akışına pek uymuyor.
Bu tür lüks bir otomobilin aylık kirası, doğru bir hesaplama yapılırsa 30 bin lirayı geçiyor olmalı.
Bu işte bir iş olduğu çok açık.
Vergi Dairesi ne düşünür acaba?
Yoksa aradaki fark, vergiden kaçırmak için açıktan mı alınıyor?
1 milyon lirayı aylık 12 bin liraya kiralayan esnafın, yıllık geliri neydi, ne kadar vergi ödedi?
Acaba bu işte de bir başka alicengiz oyunu mu var?
İşini bilen esnaf mı Belediye Başkanı Hilmi Güler mi?