Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u kazandığı aslına bakarsanız gece yarısı Anadolu Ajansı servis yapmayı kestiğinde belli olmuştu.
İlk veriler gelmeye başladığında Binali Yıldırım 200 bin oy civarında önde görünüyordu ama fark da her geçen saat kapanıyordu.
CHP’nin oy deposu olan ilçelerden seçim sonuçları geldikçe de İmamoğlu’nun öne geçeceği anlaşılmıştı.
Onun için seçim günü gece saat 02.00’de yazdığım yazıda bu ilçelerden gelecek oylar ile İmamoğlu’nun kazanacağını yazmıştım.
İmamoğlu’nun seçimi kazanacağının ortaya çıkmasından sonra T24 yayınını izleyen okuyuculardan çoğunlukla aynı soru geldi:
İktidar, seçim sonuçlarını değiştirecek bir numara yapabilir mi?
Yanıtım hep aynıydı: Eğer, CHP sandıklara sahip çıkarsa, hile yapmak neredeyse olanaksızdır.
Şimdi aynı şeyi AKP İstanbul İl Başkanı’na söylemek istiyorum:
Bildiğimiz kadarıyla AKP, seçimin en örgütlü partisiydi, her sandıkta görevlisi vardı ve zaten sandık kurulu başkanlarının devlet memuru olması, iktidar partisi lehine bir durum da yaratıyordu.
Onun için İl Başkanı’nın söylediği “bilmem kaç numaralı sandıkta Binali Bey’in 131 oyu, İmamoğlu’na yazıldı. Böyle çok örnek var” demesini de, “bu seçimde hiç görmediğimiz usulsüzlükler gördük” açıklamasını da ciddiye almıyorum.
Geçersiz oyların çoğunun AKP’lilere ait olduğu iddiasını ciddiye almadığım gibi.
Her sandıkta AKP görevlisi, her sandık bölgesinde AKP’li bir denetçi vardı. Sayım ve tutanakları birleştirme sırasında deyim yerindeyse kuş uçurtmadılar.
Ancak şunu söylemeliyim ki bu saatten sonra da emin olun her şey değişebilir.
YSK’nın, referandum sırasında oy verme işlemi sürerken, kanunda yazılı bir hükmü yok sayarak mühürsüz pusulaların da geçerli olabileceği kararı verdiğini unutmayalım.
Seçmen sayısını çok aşan sayıda pusula bastırıldığını da.
YSK Başkanı’nın açıklama yaparken CHP adayından “Ekrem İmamoğlu”, AKP adayından ise “Binali Bey” diye söz ettiğini de not edelim. Aralarındaki bu “samimiyet”, itirazlar sırasında işe yarar mı acaba?
Bana öyle geliyor ki ilk başta arayı fazla açmış olmanın rehavetine kapıldılar. Binali Yıldırım’ın da erken yaptığı “kazandım” açıklaması bu rehaveti körükledi.
Şimdi Reis’e hesap verme zamanı geldi, bin dereden su getirip, her sandığa itiraz ediyor olmalarının nedeni bu korku.
Seçim sonuçlarına itiraz ediyorlar ama şurası bir gerçek ki İstanbul’da az bir fark ile de olsa kaybedebileceklerini biliyorlardı.
Son iki gün Erdoğan’ın her şeyi bırakıp İstanbul’un neredeyse her köşesinde bir miting yapmasının nedeni buydu.
Balkon konuşmasını yaparken de İstanbul’u kaybettiğinin farkındaydı.
Onun için şimdi “geçersiz oylar bizim oylarımızdı” gerekçelerine bakmayın.
İstanbul’daki seçimlerde geçersiz oyların, katılım durumuna göre 250 binden az olmadığını eski seçim sonuçlarından biliyoruz.
İttifaklarla kafası karıştırılmış seçmenin bu seçimde hata yapma olasılığı hiç de az değil.
Yazının başlığındaki sorunun yanıtını şimdi verebilirim: CHP ve gönüllü kuruluşlar gözlerini iyi açarlarsa mümkün değil. Uyurlarsa, mümkün.
***
Boşuna reform filan beklemeyin
Şurası açık ki son derece eşitsiz bir seçim izledik.
Bir yandan Cumhurbaşkanı’nın bütün devlet olanaklarını seferber etmesi, diğer yandan medyanın muhalefete uyguladığı ambargo, harcanan bütçeler arasındaki uçuruma rağmen, iktidar partisi büyük kentleri kaybetti.
Kazandıklarını da kaybedebilirdi.
Büyük kentlerde iktidar blogunun, önceki seçimlere göre gerilemesi çok önemli bir gösterge.
Ortaya çıkıyor ki ekonomik krizin etkileri, bu kentlerde daha çok hissedilmiş.
İşsizlik ve özellikle dört gençten birinin işsiz olması, temel ihtiyaç maddeleri fiyatlarındaki aşırı artışlar bunda rol oynadı.
Türkiye gibi bir ülkede, metropollerin kaybı, ufukta bir seçim yenilgisinin belirdiğini de gösterir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu görmüyor olması da düşünülemez.
Şimdi önünde iki yol var: Seçimlere kadar geçecek 4,5 yıllık süreyi ekonominin temel sorunlarını çözmek için kullanabilir.
Ancak bunun özellikle dar gelirli kesim üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri göz ardı etmemek gerek.
“Acı ilaçları yutmak istemeyenlerin” toplumsal itirazlarına karşı da iyice sertleşeceğini söyleyebiliriz.
İkinci yolu izlemesi büyük olasılık.
4,5 yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilmek için ilk iki yılını kemer sıkarak ve sertleşerek, son iki yılında ise popülist politikalara yüklenerek geçirecektir.
Bu seçimlerde gördü ki tencerenin boş olması, oy sandıklarında kendisini belli ediyor.
Onun için Erdoğan’dan “yapısal reformlar” bekleyen büyük sermayenin “hayal gördüğünü” söylemeliyim.
Erdoğan için birinci öncelik her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaktır.
Bunun için elinden geleni ardına koymayacaktır.
***
Başka bir gazetecilik mümkün
Seçim kampanyası sırasında, devlet parasıyla el değiştirmiş yandaş medyanın içler acısı halini bir kez daha gördük.
Durum seçim gecesinde de değişmedi.
Seçimde ne olup bittiğini anlamak isteyenler, geleneksel medyada aradıklarını bulamadılar.
Seçim gecesi T24’te büyük bir hareketlilik yaşandı.
Rıdvan Akar, canlı video yayınında sandıklardan gelen sonuçları, uzman konuklarıyla birlikte değerlendirerek sizlere ulaştırdı.
Hakan Aksay, seçim yasakları kalkana kadar canlı yayındaydı.
T24’ün genç ekibi, seçim gecesi gerçekleşen her gelişmeyi büyük bir hızla sitemizin ana ekranına yansıtmayı başardı.
Ve ortaya çıktı ki iktidar, istediği kadar mesleğimizi bizden çalmaya çalışsın, gazetecilik ve gazeteciler kendilerine yeni bir mecra bulabildiler.
Milyon dolarlar harcanan sözde haber kanalları, son derece kısıtlı olanaklarla gazetecilik yapmaya çalışan T24 karşısında deyim yerindeyse nal topladılar.
Bu seçim birçok yeni şeyin gerçekleştiği seçim oldu.
Bunlardan biri de geleneksel medyadan iktidar marifetiyle dışlanmış gazetecilerin, susturulamayacağını, sindirilemeyeceğinin görülmesiydi.
Evet, başka bir gazetecilik mümkün ve bizler burada durup halkın haber alma hakkını savunmaya devam edeceğiz.