Türkiye, öyle görünüyor ki artık ciddi anlamda "alaca karanlık kuşağında" bir ülke haline geldi.
Gün geçmiyor ki birileri muhalefeti ölümle, silahla tehdit etmesin!
Son derece tuhaf bir durum bu.
2023 yılının haziran ayına kadar iktidarda kalacağı kesin olan bir koalisyon var.
Bugünkü gelişmelere bakarsanız, 2023 yılındaki seçimi de kazanması çok büyük sürpriz olmaz. Kaybederse, bunun da büyük bir sürpriz sayılmaması gerektiği gibi!
Ama bakıyorsunuz İstanbul İl Başkanı çıkıyor, ana muhalefet partisinin il başkanını açıkça ölümle tehdit ediyor.
Savcılıktan tık yok!
Meczup bir kadın çıkıyor, ölüm listelerinden söz ediyor. Savcılık ıslık çalıyor.
Adamın biri kurşun turşusu kurmuş gibi kavanoz içindeki kurşunları teşhir ediyor, muhalefeti açıkça ölümle tehdit ediyor, savcı beyler iftar saatini bekliyor.
Dün de kim oldukları bilinmeyen, kamuflaj giysili bir takım tipler ellerinde otomatik silahlarla poz verip, toplu katliam tehditleri savuruyor, savcı yine ortada yok.
Muhalefet sözcülerinin demeçleri, "ayağına sıktırırım" türünden sözlerle cevaplanıyor.
Şunu biliyorum: Savcılar, tek parti – tek adam devletinin görevlisi olduklarının farkındalar ve oradan bir işaret gelmedikçe kımıldamıyorlar.
Rejim gerçekten ne yapmak istediğinin, memleketi nereye götürdüğünün farkında mı?
Böyle iç savaş kışkırtıcılığından hiç kuşku duymuyor mu, bunlar acaba kripto FETÖ mü diye?
15 Temmuz’da darbe girişimiyle başaramadığı iç savaş çıkartma işini, şimdi böyle taşeronlar üzerinden gerçekleştirmek peşinde mi?
İç savaşın kazananı olmaz, kaybedeni bütün ülke olur!
Açın gözünüzü komşularımıza bakın.
Suriye ne hale geldi, Libya neden helak oldu, Yemen niye belki 50 yıl daha iki yakasını toparlayamayacak?
Erdoğan yönetimi, böyle para militer grupların muhalefeti tehdit etmesinden medet umacak kadar zayıfladı ve başka türlü iktidarda kalamayacağını düşünüyor da biz mi farkında değiliz?
Unutmayın, dünyanın her yerinde bu tür şiddet gösterileri, tehditleri karşıtını da beraberinde getirdi.
Birilerinin meramı bu mudur? "Şiddet, şiddeti doğursun, biz daha güçlüyüz, ezer geçeriz" diye mi düşünüyorlar?
Akıllarına bu fikir geldiğinde, karşıdakilerin ellerinin armut toplayacağını mı zannediyorlar?
Erdoğan’a, yandaşlarının oynamakta olduğu tehlikeli oyunun nelere mâl olabileceğini hatırlatacak aklı başında bir tek kişi yok mu o koca Saray’da?
Rikki Van den Berg
* * *
Siyasal İslamcılar, zengin sever!
Sosyal Güvenlik Kurumu, Koronavirüs nedeniyle tedavi merkezlerine müracaat edecek çalışanlar için provizyon alınmasını zorunlu kılan bir genelge yayımladı.
Buna göre SGK kapsamındaki bir çalışan, Covid – 19 hastası ise tedavi ve ilaç bedellerinin SGK’dan karşılanıp karşılanmayacağına bu şekilde karar verilecek.
"Bunun ne önemi var, Koronavirüs nedeniyle hastalanan her TC vatandaşının hastalık giderleri zaten devlet tarafından karşılanmıyor mu" diye bir soru gelebilir aklınıza.
Benim de aklıma bu soru gelmiş, o nedenle bu genelgeyi anlamlandıramamıştım.
Ancak bu genelgenin yayımlanmasından sonra Sağlık Sen’in Manisa Şubesi’nden yapılan açıklamayı T24’te okudum. İşin içinde başka hesaplar olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Nitekim dün de maliyeci Nedim Türkmen, Sözcü’deki köşesinde işin sırrını yazdı:
Amaç, salgına rağmen çalışırken Koronavirüs'e yakalanmanın iş kazası sayılmasını engellemekmiş!
Erdoğan yönetimi, salgın ile mücadelede, çalışan kesimler için "sürü bağışıklığı" politikasını uygun gördü.
Türkiye’nin bir bölümü evinde kalıp, ekmek pişirme uzmanına dönüşürken bir bölümü de göz göre göre virüsün kucağına atıldı.
Bunlar toplu taşıma araçlarıyla işlerine gidip geldiler, çalıştıkları ortamların virüse karşı ne kadar korunaklı olduğu ile kimse ilgilenmedi.
Yetkililer demeç verdiler tabii: Çalışma düzeni sosyal mesafeyi koruyacak, herkes maske takacak cart curt!
Koca fabrikaların üretim düzenlerini 2 – 3 gün içinde sosyal mesafe kurallarına göre ayarlayabilmeleri mümkün olabilirmiş gibi!
Şantiyelerdeki işçi barakalarının halini, yemekhane adı verilen yerlerdeki düzeni ise hiç sormayın, fotoğraflarını görmüşsünüzdür!
Ve zaten bunun sonucunu da aldık: İstanbul’un yoksul çalışan kesimlerinin yaşadıkları semtlerde salgın daha etkili oldu.
Salgın tamamen bittiğinde daha iyi göreceğiz elbette ama şimdiden biliyoruz ki salgının kurbanları daha çok çalışan kesimler içinden çıktı.
Bir bölümü hayatını kaybetti, bir bölümü de hayatları boyunca hastalığa yakalanmış olmaktan kaynaklanan sorunların sıkıntısını çekecekler.
Ve SGK, kanunun açık hükmüne, domuz gribi salgını sırasında Yargıtay’ın bu yönde verdiği karara rağmen genelge yayınlıyor ki işçiler, memurlar, küçük esnaf kendi derdine kendisi çare bulsun.
Koronavirüs salgını karşısında Erdoğan rejiminin izlediği politika, çalışan hakları açısından siyasal İslamcı ideolojinin, kapitalist ideolojilerden zerre farkı olmadığını bize bir kez daha gösterdi.
Siyasal İslamcılar da, kendilerinden önceki sağcı iktidarlar gibi zenginleri daha çok seviyor!
Çizim: Murat Başol
* * *
"Önemli konular" bunlarmış
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "AVM’ler açık iken TBMM kapalı" eleştirisini, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya şöyle yanıtladı:
"Hiç AVM ile TBMM mukayese edilebilir mi? Komik buldum bu söylemi. Ayrıca TBMM kapanmış değil ki, milletvekili arkadaşlarımız salgının en yüksek olduğu dönemde bile çok yoğun bir çalışma içine girdi. Sonrasında da çalışmalarına ara verdi. Şu dönem acil bir şey de yok. Eğer gündemde önemli ve acil bir durum varsa, hemen çağrı ile toplanabilecek durumda. Yanlış bir yaklaşım."
TBMM Başkanı’nın "kapalı değil, çalışmalarına ara verdi" sözlerini okuyunca sesli bir kahkaha attım!
Şentop’un bu yaklaşımını ileride kullanmak üzere hafızama not ettim, çok işime yarayacağına eminim.
Nitekim yandaş medyadan takip edebildiğim kadarıyla TBMM "acil bazı kanunlar için" toplanacak.
Acil konular ise şunlar:
Birden çok baro kurulmasına izin verecek kanun değişikliği, Mühendis Mimar odalarının, Erdoğan yönetimini kızdıran muhalif hareketlerini önleyecek kanun değişikliği, Atatürk’ün vasiyetnamesinin iptal edilerek İş Bankası’ndaki CHP hisselerinin Hazine’ye devri!
Memleketin bin bir türlü sorunu var rejimin önemli konuları bunlar!
Tabii bunlar vatandaşın günlük hayatını hiç etkileyecek konular değil ama Erdoğan önem veriyorsa, "önemlidir" o kadar!