Mehmet Y. Yılmaz

19 Ocak 2023

Boş tartışmalar ülkesi

Bu bir erken seçim midir, öne alınmış seçim midir gibisinden dünyanın en anlamsız ve sonuçsuz tartışmalarından biri bir süre milletimizi oyalayacak

Seçimin öne çekilmesiyle ilgili tartışmaların sonuna geldiğimiz anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimin ikinci tura kalacağına artık iyice ikna olduğu için seçim öne çekilecek.

Böylece üzerinde serbestçe havan döveceğimiz yeni bir suyumuz da olacak:

Bu bir erken seçim midir, öne alınmış seçim midir gibisinden dünyanın en anlamsız ve sonuçsuz tartışmalarından biri bir süre milletimizi oyalayacak.

Adı ne olursa olsun, zamanından bir ay önce yapılacak bir seçim bu ve muhalefet partileri daha önce söyledikleri sözlerle bağlı kalacaklar ise bunun gerçekleşmesi için Cumhurbaşkanı'nın seçim kararı alması gerekecek.

Elbette havanda su dövme yarışmaları için bu da verimli bir konu: Cumhurbaşkanı TBMM'yi fesih mi etti, yoksa seçim kararı mı aldı?

Öyle de olsa böyle de olsa sonuç değişmeyecek ve seçimin 14 Mayıs gibi "tarihi öneme sahip bir günde" yapılması söz konusu olacak. Üstelik de tam da anneler günü!

Bu da televizyonların konuşan kafaları için yeni bir tartışma konusu demek.

Oy verme işlemi 14 Mayıs günü yapılacak ise 6 Nisan 2023'den sonraki bir seçimde geçerli olabilecek Seçim Kanunu değişiklikleri uygulanabilir mi, uygulanamaz mı?

Seçim, oy verme günü müdür, yoksa YSK'nın seçim sürecinin başladığını ilan edeceği gün müdür?

Kanunlarımızda şu da yazılı çünkü:

"Oy verme gününden geriye doğru hesaplanacak altmış günlük sürenin ilk günü seçimin başlangıç tarihidir."

Oy verme günü 14 Mayıs olarak tespit edilirse, seçimin başlangıç tarihi 14 Mart oluyor.

Bu durumda seçim kanununda yapılan değişikliklerin akıbeti ne olacak?

Alın size üzerinde günlerce tepinebileceğimiz bir tartışma konusu daha!

Seçimin erkene alınması ile ilgili kararı öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı verecek.

Bu durumda Cumhurbaşkanı "üçüncü kez" aday olabilir mi?

Güzel bir tartışma konusu daha!

Bir görüşe göre Cumhurbaşkanı, yeni yetkilerle bir kere seçildi, şimdi ikinci kere seçime girebilir.

Bir görüşe göre Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili madde aynen duruyor, iki kere seçilmişti, şimdi seçime giremez.

Görüyorsunuz memleketin en önemli meselesi sayılması lazım gelen seçim konusunda bile mevzuatımız karışık.

Niye böyle derseniz, bir tek sebebi var.

AKP'nin 20 yıllık iktidarı döneminde bu yasa ve Anayasa değişiklikleri öyle yalapşap yapıldı ki birbiriyle çelişen kanun maddeleri mi ararsınız, açık yazılmamış Anayasa maddeleri mi ararsınız? Hepsi gırla!

Kanun yazma tekniğine uyulmadan yazılmış, eski mevzuatı dikkate almamış öyle çok kanun ve torba kanun çıkardılar ki seçim ile ilgili neredeyse her atılan adım bir hukuki tartışmanın konusu olabiliyor.

"Ben yaptım oldu" zihniyetinin devlete hâkim olmasının bir sonucu bu.

Tarihte yıkılıp giden devletler, bir günde yıkılmadılar.

Önce kurumları çökmeye, yıkılmaya, işlevsizleşmeye başladı.

Son darbe gelene kadar devletin kurumları ucundan ucundan, yavaş yavaş yıkıldılar.

AKP'nin 20 yıllık iktidarında tanık olduğumuz şey bu sürecin çok başı.

Şanslıyız ki bir seçim ile bu zihniyeti tasfiye etme olanağımız var ve bunun için artık çok da beklememiz gerekmeyecek, bilemediniz haziran ayının başında bu yıkım sürecini durdurma şansını yakalayacağız.

Otokrasinin seçim yoluyla tasfiyesi bu yüzden hayati bir öncelik taşıyor.

Çizgi: Tan Oral

* * *

Yüksek yargıçlar, "yüksekliğin" gereğini yapabilirler mi?

Yukarıda sözünü ettiğim bu tartışmaların hepsi ciddi hukuk bilgisini gerektiriyor.

Bakmayın siz benim gibi köşe yazarlarının yazdığına, televizyondaki konuşan kafalardan çıkan seslere.

Normal bir ülke olsaydık Anayasa hukuku hocalarımız bir yerde toplanırlar, bunları aralarında tartışırlar ve ortak bir karara varabilirlerdi.

Onların bu tartışmalarında ileri sürdükleri gerekçeleri dinleyen, kanunları iyice özümsemiş ve artık yüksek yargıç oldukları için de kimseye müdanaları olmayan yargıçlardan oluşan bir kurul da son kararı verir, herkes de saygıyla buna uyardı.

Yüksek Seçim Kurulu, yeni üyeleriyle ilk kez bir seçimi yönetecek.

Eski üyelerin marifetleri hâlâ aklımızda: Aynı zarftan çıkan dört pusuladan üçünü geçerli, birini geçersiz ilan ederlerken nasıl bir düşünceyle hareket ettiler?

Bunu iyi biliyoruz: Recep Tayyip Erdoğan öyle istedi, öyle karar verdiler.

Çok makul bir hukuki açıklama sayılmaz ama böyle oldu.

Şimdi de bütün bu tartışmalardan sonra YSK son kararını verecek.

YSK kararları kesin ve buna itiraz edebileceğimiz bir üst hukuk kurumu yok. Adı üzerinde kendisi "yüksek" zaten.

Keşke o kurumun üyesi sıfatını kazanan yargıçlarımız da bu "yüksekliğin" farkında olabilseler ve ona göre davranabilseler diyeceğim ama pek hayalci bir karakterim olmadığı için bunu söyleyemiyorum.

Yüksek Seçim Kurulu'nun yüksek yargıçlarının, bu yüksekliğin gereklerini yerine getireceklerinden emin değilim.

Eski üyelerin marifetleri hâlâ aklımızda: Aynı zarftan çıkan dört pusuladan üçünü geçerli, birini geçersiz ilan ederlerken nasıl bir düşünceyle hareket ettiler?

* * * 

Bunu da görmüş olduk!

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Doç. Dr. Sinan Ateş suikasti ile ilgili soruşturmada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yeni bir savcı görevlendirdi.

Dosyaya bakan savcı meğerse "izne" çıkmış!

Belli ki iyi saatte olsunlar faaliyette, savcı da ne yapsın "biraz kafa dinleyeyim, benden gitsin" demiş olmalı.

Bu arada, soruşturmanın koordinatörlüğüne atanan Başsavcı Vekili de, "milliyetçi kesime yakınlığı ile tanınan" bir karakter. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin başdanışmanı ile birlikte makam odasında çekilmiş fotoğrafı yayımlandı.

Aslında savcıların "hukuka ve kanunlara yakın olanı" makbuldür ama devir o devir değil.

Siyasallaşmış yargının kaçınılmaz sonucu bu: Hâkimleri ve savcıları değerlendirirken buna bakılıyor: Kime yakın?

Milliyetçi kesim içindeki tartışmalardan kaynaklanan bir cinayete, milliyetçi kesime yakın bir savcı tayin etmek fikrini de kim bulduysa tebrik ederim.

Devlet Bahçeli zaten "kol kırılır yen içinde kalır" demişti, belli ki bu "yeni" dikecek savcılar aranmış. Umarım yeni atanan savcılar bizi yanıltır.

T24'te Asuman Aranca'nın konuyla ilgili haberinde öyle bir ayrıntı var ki şaşırma duygumu tamamen yitirdiğim halde ben bile şaşırdım.

MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz'un da kullandığı bir evde (hücre evi gibi bir şey mi bu, anlayamadım) gözaltına alındıktan sonra hızla serbest bırakılan Tolgahan Demirbaş hakkında savcılığın "polis eşliğinde getirilmesi" talimatı verdiği, buna karşın emniyetin Demirbaş'ın "adresinde bulunamadı" yanıtı verdiği iddia ediliyor.

Bu kişi, "tetikçi" olduğu iddia edilen firari Eray Özyağcı'yı cinayet sonrası Ankara dışına çıkarmakla suçlanıyor.

Polis, savcının talimatını sallamıyor, "adresinde yok" diye adamı kolundan tutup savcılığa getirmeyi reddediyor.

Soruşturmayı yürüten eski savcı bu yüzden mi "lanet olsun" deyip izne ayrıldı, bunu bilemiyorum.

Ama polisin "adresinde bulunamıyor" diye savcılığa mevcutlu olarak getirmeyi başaramadığı zanlı, "adli kontrol" şartı ile serbest kalıyor.

Savcının talimatını yerine getirip zanlıyı bulamayan polis, "adli kontrol" kararı gereği zanlının evinden, sokağından ayrılmadığını nasıl takip edebilecek, bu da ayrı bir merak konusu.

Belli ki bu soruşturma savsaklanıyor.

Polisin katili bulmaya niyeti yok, savcılığın da olayın bütün yönlerini aydınlatma gibi bir derdi de olmayacak.

Bu arada genç bir insan öldü, "dava arkadaşları" huzur içinde Fatihalarını okuyup, dağıldılar!

Bu ülkede daha nelere tanık olacağız, kim bilir?

Sinan Ateş

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.