Oğuz Demiralp (d.1952) adı ile ilk karşılaşmam, onun Kutup Noktası (1993) kitabıyladır. Eski bir dostuma İstanbul'dan getirttiğim kitabı, yayımlanışından bir yıl sonra, 1994'te edinmişim. Demiralp'in, 'edebiyatçı' değil de 'hariciyeci' olduğunu yıllar sonra öğrendim çünkü ilk kitabına eklenen biyografisinde yalnızca çevirileriyle dergi yazılarından söz ediliyordu o kadar. Yazdıklarını okudukça bazı ortaklıklarımın olduğunu gördüğüm 'deneme' yazarıyla yıllar sonra Orhan Bey ve Kitapları (2018) hakkında, yönettiğim "Mavi Yeşil" (Eylül-Ekim 2018, sayı:113) dergisi için görüştüm. Kitabını sorarken 'bir hariciyeci, böylesine derin edebiyat okumalarına nasıl zaman ayırabiliyor' diye merak ettim ve bir de Nermi Uygur ilgisini öğrenmek istedim. Demiralp de benim gibi Nermi Uygur sevdalısıymış, öğrendim. Orhan Bey ve Kitapları okunmadan Orhan Pamuk okunamaz diyebilirim. Sonraki zamanlarda Demiralp ile teknoloji yardımıyla ekranda görüştüm ve ayrıca T24 adresinde komşu oldum. Yazılarında "özel bir metafizik" kurmayı önceleyen denemecinin çeyrek yüzyıllık sürede bir elin parmakları sayısınca kitabını edinip okumuşken Sorularla 20.Yüzyıl Edebiyatımız (Nisan 2023) kitabı yeniden buluşturdu bizi.
Oğuz Demiralp
Sorularla 20. Yüzyıl Edebiyatımız, mütevazı bir 'edebiyat tarihi' ancak kitabın türü için 'deneme' yazılsa da uygun düşer bence. Üstelik de 'eleştirel' deneme. Bilgileriyle 'edebiyat tarihi' ise üslubuyla 'deneme' kitabıdır Sorularla 20.Yüzyıl Edebiyatımız. Dokuz soruluk kitabın, on yıllık süreleri kapsayan her sorusunun ayrı bir başlığı var. Hemen belirteyim, "Cumhuriyetin İlanı Edebiyatımıza Ne Getirdi?" sorusu, 1920-1940 arası dönemi kapsıyor. Kapak adından ayrı, hemen başlangıçtaki adı "Sorularla Yirminci Yüzyıl Edebiyatımızın Kısa Tarihi" yazılmış kitap, "Yüzyıla İlişkin Genel Gözlemler" başlığıyla tamamlanıyor.
Yüz yılın edebiyatını yüz altmış sayfalık bir kitaba sığdırmanın sıkıntısını söylemek bile fazladır. Demiralp, dokuz soruda yirminci yüzyılın edebiyatını; romanı, öyküsü, şiiri, eleştiri ve denemesiyle toparlamaya çalışırken hayli güçlük çekmiş olmalıdır. Rauf Mutluay'ın, geniş oylumlu "Elli Yılın Türk Edebiyatı" (1973) kitabını göz önüne getirince Demiralp'in durumu anlaşılabilir. Dokuz soruluk kitapta gözden kaçmış isimler gibi konu edilmeyen 'tiyatro' da var, konuşulması gereken. Mütevazı kitabında, yazarının tutumu için şunu söylemeliyim: Özellikle üslubu dikkate alındığında Demiralp bir 'taraf' ancak kitabında 'tarafgirlik' güttüğü söylenemez. Mustafa Kutlu'nun, "harama batmamış" kasabasını özleyen Demiralp, "camii bilmezdi" dediği Oğuz Atay'ın bu nedenle "Türkiye'nin ruhunu" istese de yazamayacağını söyler. Ara sıra iğneleyici olsa da sempatik bir dili var yazarın.
Edebiyat ilgililerinin bilgilerini tazeleyeceği Sorularla 20.Yüzyıl Edebiyatımız kitabını okuyunca Tanpınar ve Nermi Uygur ilgimizle yakınlaştığım Demiralp ile başka bir konuda buluştuk diyebilirim. Yirminci yüzyılın edebiyat değerlendirmesini okurken vaktiyle geçtiğim yollardan bir kez daha geçtim sayılır. Kitabın, roman değerlendirmelerini okurken değinilip geçilen romanlardan okuduklarımla ilgili olanların yargılarına ayrı bir gözle baktım. Yirminci yüzyıl edebiyatımızın romanlarından dönemsel seçimlerle değerlendirdiğim yazılarımdan oluşan İktidarın Gölgesi ve Roman (2022) kitabımın Demiralp'in kitabıyla bazı duraklarda buluştuğunu gördüm. Dönemler ve romanlar konusunda yakınlıklarımız var buna karşılık Demiralp ile ayrı sözlerimizin olduğunu da söylemeliyim.
1900-1910 arası dönemin "Yirminci Yüzyılda Edebiyatımız Ne Durumdaydı?" sorusu, "II. Abdülhamid'e rağmen" edebiyatımızın yüzyıla "iyi girmiş" olduğu belirlemesiyle başlıyor ve Fecr-i Ati ile sonlanıyor. Meşrutiyet öncesiyle sonrasının edebiyatını, dönemin siyasal gelişmeleriyle ilişkilendirerek değerlendiren Demiralp, bu dönemde Halit Ziya ile Tevfik Fikret adlarını öne çıkarırken II. Meşrutiyet'in getirdiği 'özgürlük' ortamını vurgular. Fikret hakkındaki, "Abdülhamid'in baskı rejimine direndiği gibi İttihat Terakki'nin düş kırıcı düzenine karşı çıkmış" değerlendirmesi, 'baskı' ve 'özgürlük' dönemlerinin birbirini pek de aratmadığına işaret sayılmalıdır. Fatmagül Demirel'in II. Abdülhamit Döneminde Sansür (2020) kitabı, olanların belgesidir ya yine de Halit Ziya'nın, Kırk Yıl adlı anı kitabıyla Nesl-i Ahir romanını okuyanlar Meşrutiyet öncesinde özgür basın ve edebiyat üzerindeki yıldırmayı görebilirler. Refik Halit Karay'ın İstanbul'un Bir Yüzü romanı okuyanlar da idealist Meşrutiyetçilerin iktidarı ele geçirince özgürlük ilkesini terk edip nasıl da kişisel/politik çıkarlar peşinde koştuklarına tanık olabilirler. Dönemin bilgileri, tarihin kayıtlarındadır.
Tarihsel boşluğun zamanı 1910-1920 arasında İmparatorluk yönetimi kalmamışken yeni bir devlet de kurulmamıştır. Dönemin, "Savaşlar ve Siyaset Edebiyatımızı Nasıl Etkilemiştir?" sorusu, Türkçülük çizgisinde Milli Edebiyat adıyla bilinen hareketi önceliyor. Birinci Dünya Savaşı ve Çanakkale Savaşı eksenindeki edebiyatı değerlendiren Demiralp, öykücü ve Türkçeci Ömer Seyfettin'i öne çıkarıyor. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı romanları ile seçkin adların yazdığı "Dergâh" dergisi dikkate değerdir. Bu dönemde "Milli Mücadele, maddi olduğu kadar manevi bir mücadele" ise "[Dergâh] Derginin manevi ögeye ağırlık vermesi, aynı zamanda, Türk modernleşmesinin, özellikle İttihat Terakki döneminin oluşturucu yönlerinde sayılan Pozitivizme tepkidir." yargısı önemsenmelidir.
1920 ile 1940 arası, yeni bir devlet ve onun edebiyatının dönemidir. "Cumhuriyet'in İlanı Edebiyatımıza Ne Getirdi?" sorusu, edebiyatından çok 'ulus devlet' bağlamında rejimin kendisini tartışmaya açan bir sorudur. Edebiyatta 'kanon' dikkate alınırsa iktidar-edebiyat-ideoloji ilişkisi, bu dönemdeki ölçüyle öne çıkmamıştır. Burada yayımlanan "Cumhuriyet rejiminin ideolojisinin edebiyatı" yazımda, soruna değinmiştim. İttihat Terakki döneminde edebiyatın, "eleştirel konumunu bırakarak iktidar destekçisi, siyasal iktidarın uzantısı olduğu zaman zayıflama" gösterdiğini vurgulayan Demiralp, "yeni dönemde [cumhuriyet] edebiyatta bol bol yeni atılımlar beklenir, ama öyle olmamıştır" der. Demiralp, majör edebiyat-minör edebiyat karşılaşmalarını, bu yeni dönem için 'bağlanmış edebiyat' ve 'serbest edebiyat' olarak adlandırır. Dönemin edebiyat anlayışlarıyla edebiyatçılarından söz eden Demiralp, bölümün sonunda "edebiyatımızın, fikir dünyamızın, giderek siyaset düşüncemizin efsanesi" sayılan ismi değerlendirir. "Necip Fazıl'a verilen önem, onun sanatından çok kışkırtıcı ve Atatürk'ü, Cumhuriyet'i sorgulayan dinsel fikirleri, şiirden çok ideolojik tavrı nedeniyledir."
Gazeteci Mehmed Kemal, "acı çeken, anlaşılamayan, düşün ve sanat uğruna hapislerde yatan, yiten, eriyen bir kuşağın çilesi" sözleriyle 1940-1950 arasındaki Acılı Kuşak (1977) edebiyatçılarını anlatır. Demiralp de dönemin; Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı, Semiha Ayverdi, Abdülhak Şinasi, Nahit Sırrı Örik, Sait Faik, Fazıl Hüsnü, Asaf Halet, Ahmet Muhip vb. sanatçılarıyla deneme ve eleştiri yazarlarından söz ederek yargıya varır: "Neredeyse Abdülhamit dönemini anımsatan bu ağır havaya rağmen edebiyatımızın gelişmeyi sürdürmüş olduğu da bir gerçektir." Bu dönemin dikkat çeken olayı, Tanpınar ile Ataç arasındaki gerginliktir. Demiralp, "iki büyük ismin bozuşmasının nedenini" bulamadığını söyleyerek biraz da yardım istiyor gibidir. Söz Nurullah Ataç'tan açılmışken Demiralp'in, "Ataç'ı devletin, resmî ideolojinin adamı gibi göstermeye çalışan saçma sapan laflara itibar etmeyin." yargısına katılmadığımı da belirteyim. Ataç yargıları hepten mesnetsiz değil bence.
Cumhuriyet döneminin edebiyatını ideolojik olmakla eleştirirken Demokrat Parti döneminde büsbütün edebiyatsız bir iktidar ile karşılaşırız. Demiralp, 1950-1960 arasındaki tabloyu değerlendirirken iki parti arasındaki nöbet değişimine dikkat çekerek önce köy romancılarına vurgu yapar ardında da sanat kaygısıyla yazarları anlatır. Onca adın geçtiği bu on yılın edebiyatını şiiriyle, öyküsüyle, romanıyla, eleştiri ve denemesiyle böylesine derli toplu anlatmanın hakkını vermeliyiz doğrusu. Demiralp, iki belirmesiyle dikkatimi çekti. Onun, "aslında hepsi solcu olan 1950 yenilikçilerimizin atılımını çok önemli bulurum" sözü, anılan dönem iktidarının zihniyetini açıklayabilir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve İnce Memed gibi başyapıtların o yıllarda anlaşılamamış oluşundan sitemle soruyor: "Şimdilerde de farkına varmadığımız başyapıtlar yazılıyor mu acaba?" Bu soru/n, ciddi bir tartışmanın konusudur. Demiralp "inşallah" diyor ya ben de katılıyorum bugünlerde iyi romanlar yazıldığına.
1960-1990 arasındaki otuz yılın edebiyatı -bireysel ve toplulukça ayrı çıkışları olsa da- her on yılın başındaki 'müdahale' etkisinde gelişen bir edebiyattır. Her on yılın edebiyatını, edebiyatın farklı alanlarındaki onca ismi ve eseri sayarak değerlendirirken beni de doğrulayan Demiralp, seksenli yılların ortalarındaki zihniyet değişimine dikkat çeker ki bu değişim, 'minör edebiyat' yönünde bir makas değiştirmeyi de belirler. Andığım kitabımın, "darbeler dönemi" başlığında sekiz kitabı değerlendirirken Demiralp'le benzer görüşler belirtmiştim ben de. Demiralp'in, şairliğinde "devrimci, sonra da dinci olmasıyla daha da ünlemiş" İsmet Özel'in "dünya görüşü"nü değiştirmesi, "Batı'dan 'ruhen' kopuşumuz[un] 12 Mart darbesiyle kesinlik kazanmış" olması, "Tarık Buğra'nın ideolojisi[nın] romancılığının canına okuyor" oluşu, "Yazını yazın olarak yaparsan iktidarın sana dokunma olasılığı daha düşük oluyor" ve "Solcu aydınlar, uğruna ölmeye hazır oldukları halkın onları pek umursamadığını acıyla fark ettiler" gerçeği benzeri, altını çizdiklerinin olduğunu da söylemeliyim.
Seksenli yıların ortalarında "çehresi" değiş(tiril)en edebiyatımızda; "toplumcu gerçekçilik gerilemiş", "edebiyatın konusu olarak birey öne çıkmış" ve "postmodern edebiyata geçilmiş" olması, dikkate değer belirlemelerdir. Bundan sonraki dönemin edebiyatı; Latife Tekin, Orhan Pamuk, Bilge Karasu, Mehmet Eroğlu vb. romancıların izinde yürüyecektir. Doksanlı yıllarda Hasan Ali Toptaş ve İhsan Oktay Anar romanlarıyla; Orhan Koçak ile Nurdan Gürbilek de eleştirileriyle adları başkalarından çok konuşulacak kişiler olacaktır. Demiralp'in özellikle dikkat çektiği konu, yüzyılın sonlarında okunma yerine satılma ölçüsünün yerleşmesiyle yazılan ve yazdırılanların, "allanıp pullanıp okura bir 'edebiyat' ürünü gibi sunulması" ile biçimlenen "piyasa edebiyatı" tehlikesidir.
Her tür seçim, bir vazgeçmeyi de gerektiriyor. Renk, yemek, giysi, parti, ideoloji, televizyon dizisi, marka, takım, gazete vb. alanlarda olduğu gibi edebiyat okurluğu ve eleştirmenliği için de bu böyledir. Ne var ki antoloji ya da edebiyat tarihi türünden bir çalışma yapıldığında tercihler kadar dışarıda bırakılanlar da tartışmanın konusudur. Demiralp'in, içinde yer almanın kazanım sayılacağı kitabı da bu yönüyle eleştirilecektir kuşkusuz. Tartışması uzayıp giden ve yazımın konusu olmayan bu durumu doğal karşılamak gerekiyor. Benim önerimin de tartışma konusu olacağını bilmekle beraber, kendi adıma, bazı isimlerin dışarıda kaldığını söylemeliyim. Sadri Ertem, Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, Samim Kocagöz, Peride Celal, Ayla Kutlu, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Buket Uzuner de adları geçenlerden olmalıydılar derim.
Sorularla 20. Yüzyıl Edebiyatımız kitabının sonunda 'dizin' olabilirdi, sayıca öylesine kalabalık isimler arasından aradığımızı kolaylıkla görebilirdik böylece. Kitabın yeni baskısında bu eksikliğin giderileceğini düşünüyorum. Söz, hemen ikinci baskıdan açılmışken gözden kaçmış birkaç küçük yazım/bilgi eksikliği de düzeltilir umarım. Kitabın her bir sorusu önemli bir dönemi işaret ediyor bu nedenle her soru, tıpkı bir 'alt başlık' gibi düşünülerek sayfa başlarında başlayabilirdi. Sembolik görseller de eklenebilir bu açılış sayfasına.
Sorularla 20. Yüzyıl Edebiyatımız kitabının, "İyi edebiyat, sadece keyif maddesi olmadığına göre, bu açıdan [daha iyi görmeyi becerebilme] da yardımcı olabilir bize. Edebiyat, dilden yapılma dünyamızı anlamaya çalışmak, bulamamak pahasına anlam aramaktır." tezini onaylıyorum. Edebiyat bilgilerimi tazelemek yanında yeni bilgiler de öğrendim kitaptan. İlgilenip bilgilenmek isteyenler için söyleyeyim: "Türk edebiyatı" ile "Türkçe edebiyat" sözleri yan yanadır kitapta. Liseli ve üniversiteli gençler ile onlara 'edebiyat' anlatmakla görevli olanların da el kitabı olsun isterim Sorularla 20. Yüzyıl Edebiyatımız. Evinde, elinin altında sözlük, yazım kılavuzu, deyimler sözlüğü türünden başvuru kitabı bulunduran okumuşların (hukukçu, siyasetçi, eğitimci, doktor, mühendis vb.) böylesine derli toplu, bilgilendirici bir kitabı okumaları gerektiğini düşünüyorum. Demiralp'in, "Tanpınar'ı aklımızdan çıkarmıyoruz elbette." uyarısını ben de yineliyorum, her şeye karşın bu ülkede "piyasaya düşen edebiyatın geleceğinden" umutlu olmaya çalışıyorum.
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978). Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı. Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır. Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır. |