Hasan Cemal Silivri'den, Osman Kavala
davasından bildiriyor.
Salı, 28 Ocak, saat dört suları...
Berbat bir hava.
Yağmur şakır şakır.
Sabahın köründe uzayıp giden mahkeme kuyruğunda bekleşiyoruz.
Müstahak bana!
Şimdi "gazeteci olsam" bu vatandaş kuyruğunda çile çekmez, basın kapısından çat diye içeri girerdim.
Yarım asırlık gazeteciyim ama artık sarı basın kartım yok.
Bu yakınlarda kırıp attım çöpe...
Arkasından bir de tweet salladım:
Sarı basın kartları iptal.
Gazeteciler isyanda!
Ben de isyan ediyorum.
Devletten sarı basın kartı
almayı da, kullanmayı da
reddediyorum.
Kimin gazeteci olup olmayacağına
devlet karar veremez.
Bu ancak totaliter,
otoriter rejimlerde,
diktalarda olur.
Duruşma salonu tıklım tıklım.
Basın tribünden laf atanlar çıkıyor, "Neden ayrı düştük böyle?" diye...
Ben artık gazeteci değilim, cevabıyla vaziyet vuzuha kavuşuyor.
Her seferinde olduğu gibi, uzaktan Osman Kavala'ya el kol hareketleriyle selam sarkıtıyoruz.
Emel Korkmaz
İzleyiciler arasından bir çığlık!
Salon birden dalgalanıyor, elektrikleniyor.
Bir ananın çığlığı bu.
Gezi'de polis tekmeleriyle hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın annesi ayakta, mahkemeye itirazını bir çığlıkla dillendiriyor.
Oğlunu öldüresiye döverek ölümüne neden olan polislerin ve oğlunun katili olarak mahkûm olan polisin mağdur olarak davaya katılmasının mahkeme tarafından kabul edilmesine acılı sesiyle karşı çıkıyor:
Kanıtın var mı?
Ben Ali İsmail Korkmaz'ın
annesiyim.
Çizim: Murat Başol
Mahkeme Başkanı "Oturun yerinize, acınızı anlıyorum" diye seslenince, Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz sesini bir kez daha yükseltiyor:
Siz benim acımı
anlayamazsınız!
İçim sızlıyor.
Hukukun bu kadar yok sayıldığı, ayaklar altına altına alındığı bir dava gerçekten ender görülür.
Ayrıntı vermek gerekmiyor.
Avukatlar teker teker söz alıp yaşanmakta olan hukuksuzluk örneklerini birer birer çok iyi sergiliyor.
Ve hepsi son sözlerinde mahkemeyi reddediyor, bu mahkemeyi tanımadıklarını vurguluyor.
Avukatlar, reddi hakim talepleri reddedilince de, toplu halde duruşma salonunu terk ederken, salonda büyük bir alkış kopuyor.
Ve mahkeme heyeti de alkışlarla protesto ediliyor.
Protesto uzuyor, etrafımız bir anda jandarmayla sarılıyor.
Bir komut kulağıma çalınıyor:
Alın götürün bunları,
dağıtın!
Üç dört jandarma aramıza dalıyor.
Ama belki de arkamda dimdik duran kadınların bakışlarıyla karşılaşınca, daha ileri gitmiyorlar.
İzleyici tribünü biraz da ite kaka boşaltılıyor.
İçeride sadece gazeteci milleti kalıyor.
Ve Osman Kavala bir kez daha kendi başına Silivri'deki hücresine dönüyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin derhal tahliye diyen kararı bir defa daha havada kalıyor.
Ben de bir tweet atabiliyorum, o kadar:
BÖYLE HUKUK OLMAZ OLSUN!
Osman Kavala’ya yine tahliye yok!
Silivri’deyim.
Avukatlar mahkemeyi reddetti
ve duruşmadan çekildi;
avukatların protestosunu
alkışladık, mahkemeyi alkışlarla
protesto ettik
ve dışarı atıldık.
Böyle hukuk olmaz olsun,
böyle yargı olmaz olsun,
yazıklar olsun!
Bir defa daha sevgili Osman'ı alamadan Silivri'yi arkamızda bırakıp İstanbul'a dönüyoruz, büyük bir hayal kırıklığıyla...