Avrupa Birliği'ndeki
bütün demokratik kazanımların
Türkiye'de de olmasını istiyoruz.
Geleceğe güvenle bakmak istiyoruz.
Daha güzel bir Türkiye'de
yaşamak istiyoruz.
Herkesin düşüncesini
özgürce ifade ettiği
bir Türkiye istiyoruz.
Hiç kimsenin inancından,
kimliğinden,
yaşam tarzından ötürü
ötekileştirilmediği
bir Türkiye istiyoruz.
Bunun kavgasını veriyoruz,
mücadelesini veriyoruz.
Soldan sağa: Kemal Kılıçdaroğlu, Ali Babacan, Gültekin Uysal,
Ahmet Davuoğlu, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu
Bu sözler Kemal Kılıçdaroğlu'nun.
CHP liderinin bu sözlerinin altına
ben de imzamı atıyorum.
Çünkü, bu ülkede artık barış ve demokrasiye
açılan yollarda yürümek istiyorum.
İyimserim.
Bu kez hüsrana uğramayacağım.
Tek adam rejiminin sonu göründü.
Tüm iktidar iplerini elinde tutan
bir "otokrat"ın
seçim sandığında
yenileceği gün yaklaşıyor.
Türkiye böylece dünyada
bir ilki başarmış olacak,
milletin oylarıyla kendi başına buyruk,
hukuku takmayan,
zalim bir "otoriter rejim"e
güle güle diyecek.
Hiç kuşkunuz olmasın,
seçim günü bu güzel gece yaşanacak.
"Altılı masa"ya dudak bükmeyin,
altı partiden oluşan
"muhalefet ittifakı"nı
küçümsemeyin.
Çizgi: Tan Oral
15 Şubat 2022 tarihli yazıma,
"Yolunuz açık olsun" başlığını atmış,
şu satırları yazmıştım:
Altı muhalefet partisinin demokrasi için
birlikte yola çıkmaları
siyasal tarihimizde bir ilktir.
Bizim çok partili siyasal hayatımız
hep kavgayla patırtı gürültüyle geçti.
Demokrasinin "ikinci sınıfı"ndan
bir türlü kurtulamadık. Liderler,
partiler birbirleriyle
gırtlak gırtlağa didişmeyi
siyaset bellediler, hatta demokrasi
sandılar. Demokrasinin temel ilke
ve kurumları üzerinde uzlaşma
sağlayıp böyle bir ortak platformda
siyaset yapmak hiç akıllarına
gelmedi. Ya da böyle bir "siyaset
kültürü"nden zaten yoksun
olduklarından birinci sınıf
demokrasinin yolu nasıl açılır
bilemediler. Bu nedenle onar
yıllık aralarla gelen "askeri darbeler"e
her seferinde teslim oldular,
darbelerin çektiği kırmızı çizgileri ve
"idam sehpaları"nı sineye çekip
sözde demokrasi oyununa devam ettiler.
1950'ler Bayar-Menderes-İnönü
kavgasıyla geçti. 1960'ta
"27 Mayıs darbesi"yle idamlar, hapisler,
siyaset yasakları geldi. 1960'larda
İnönü-Demirel-Ecevit
kavgaları vardı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada'ya hapsedilen
Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu
ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'la birlikte idam edildi.
1971'de yine bir askeri darbe, 12 Mart vurdu
ve yine idam sehpaları kuruldu. 1970'ler
Demirel-Ecevit didişmeleriyle geçip gitti,
1980'in 12 Eylül'ünde bir sabah vakti
yine tank sesleriyle uyandık.
Darağaçları kuruldu, siyaset yasakları
devreye sokuldu. Ama bu kez de askeri
darbelere karşı direnmek,
kendi aralarında uzlaşarak sivil bir
anayasa yapmak, demokrasi için
ortak bir platform kurmak sivil
siyasetçilerimizin akıllarına gelmedi.
1968 kuşağı gençlik liderlerinden Deniz Gezmiş (ortada), Yusuf Aslan (solda)
ve Hüseyin İnan, 12 Mart 1971 darbesinden sonra 6 Mayıs 1972'de idam edildiler.
1980'ler, 1990'lar da farklı değildi.
Özal-Demirel kavgaları...
Çiller-Yılmaz kavgaları...
Merkez sağ gibi merkez solun da
İnönü, Baykal, Ecevit kavgalarıyla
paramparça olması... Siyaset
sahnesinin bölünmüşlüğü ve
temel sorunların birikerek
derinleşmesiyle birlikte, siyasetin
merkezinde doğan boşluğu "İslamcı
gelenek"ten gelenlerin doldurmaya
başlaması, Erbakan'ın,
Tayyip Erdoğan'ın sahneye çıkışı...
Tayyip Erdoğan (sağda) ve yanında yetiştiği
'Milli Görüş' çizgisinin lideri Necmettin Erbakan
Ve 1997'de 28 Şubat post-modern asker darbesi...
1950'lerden 2000'lerin başına kadar
böyle geldik. Askeri darbe süreçleri
karşısında sivil siyasi güçler, bütün
yarım yüzyıl boyunca yetti artık diyerek
demokrasi konusunda birleşemediler.
Bu ülkeyi "ikinci sınıf demokrasi"den
kurtaramadılar. Özellikle 2010'lardan
itibaren Türkiye bir uçtan öbür uca
savrulmaya başladı. Bu kez
sivil darbe sürecine girdik.
Erdoğan'ın tek adamlığı uç verdi.
28 Şubat 1997'de Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı (solda)
ve askerlerin baskısı üzerine bir yıl kalabildiği Başbakanlık'tan
istifa etmek durumunda kalan Necmettin Erbakan.
Ve en nihayet...
Türkiye'nin son elli yılında,
askeri darbe süreçlerinde görmediğimiz
bir demokrasi ittifakı
bu kez "sivil darbe"ye karşı
inşa edilmeye başlandı.
Bu bir ilktir. Siyaset sahnemizde
Cumhuriyet'in demokrasiyle
taçlandırılması yolunda
çok önemli bir adım atılıyor.
Farklı politik çizgilerdeki
muhalefet liderlerinin,
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun,
İyi Parti lideri Akşener'in,
Deva Partisi lideri Babacan'ın,
Gelecek Partisi lideri Davutoğlu'nun,
Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu'nun,
Demokrat Parti lideri Uysal'ın
önce demokrasi diyerek
birlikte yürümeye başlamalarını
çok önemsiyorum.
Evet öyle, bu bir ilktir.
Ve ortak açıklamadaki
şu sözlerin altını da çiziyorum:
Bugün Türkiye için tarihi bir gündür.
Birbirinden farklı altı siyasi parti olarak, bizler,
Türkiye'nin yıllardır görmeyi umut ettiği
tarihi bir çalışma için bir araya geldik.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem
Mutabakat Metni'ni
hazırlayan partiler olarak bizler,
etkin ve katılımcı bir yasama, şeffaf
ve hesap verebilir
bir yönetim, tarafsız
ve bağımsız bir yargı ile kuvvetler
ayrılığının tesis edildiği güçlü, özgürlükçü,
demokratik adil bir sistem
inşa etme kararlılığı içindeyiz.
Bu yazımı şöyle noktalamıştım:
Yolunuz açık olsun.
Dileğim, Türkiye Cumhuriyeti'nin
en sonunda
demokrasiyle taçlandırılmasını
görmektir.
Evet, iyimserim.
Seçimler yaklaşıyor.
Türkiye'ye büyük acılar çektirmiş
bir tek adam, bir otokrat
Saray'ına halkın oyuyla veda edecek.
Bundan sonrası kolay mı?
Elbette değil.
Demokratik kurumların
inşa edilmesi,
gerçekten "sivil bir anayasa" yapılması
öyle söylendiği gibi kolay olmayacak,
plan program ve kararlılık gerektirecek.
Güçler ayrılığının,
bağımsız yargının,
hukukun üstünlüğünün,
özgür medyanın,
ifade özgürlüğünün,
insan hakları düzeninin
kapımızı çalması
büyük bir mücadele ve zihniyet değişikliği
gerektirecek.
Adı barış ve demokrasi olan
bu yolda yürünürken atılması
olmazsa olmaz başka adımlar daha var:
Dağda silahların susması...
Dağda silahların gömülmesi...
Dağdakilerin inmesi...
Dağın yolunun kapanması...
Ve "Kürt sorunu"nun
barışçı çözüm için
Türkiye Büyük Millet Meclisi
çatısının altına getirilmesi...
Karamsar olmayalım.
Bu coğrafyada öyle acılar çekildi ki,
Türkiye olarak bu açılardan
yeterli bilgi ve deneyim birikimine sahibiz.
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun
şu sözlerinin altını kalın olarak çiziyorum:
Türkiye bir sivil darbe dönemi yaşıyor.
Türkiye'nin bu sivil darbeden süratle
kurtulması gerekiyor. Bu dönemden
kurtulmanın yöntemi de demokratik
koşullar içinde olmalı. Yani sandık gelecek,
oyumuzu kullanacağız
ve biz demokrasiyi tekrar getirmiş olacağız.
Ben bunu bazen şöyle de yorumluyorum:
Bir dikta yönetimini belki de dünya
siyaset tarihinde ilk kez
sandığa giderek yeneceğiz.
Çizgi: Tan Oral
Altılı muhalefete tekrar sesleniyorum:
1. Muhalefet masasına
daha çok özen gösterin,
daha verimli çalıştırın.
2. HDP ile dirsek temasını
muhafaza edin, diyaloğu derinleştirin...
3. Ortak aday üzerinde anlaşmayı
bir sorun olmaktan çıkarın.
Hiç unutmayın.
Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı.
Cumhuriyet'in demokrasiyle taçlandırılması da
öyle tereyağından kıl çeker gibi kolay olmayacak
ama eninde sonunda olacak!
Enseyi karartmayın.
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1981 yılına kadar Ankara Temsilciliği yaptığı Cumhuriyet gazetesini 1981-1992 yılları arasında Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemöli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten itibaren T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde “Medya ve Politika” dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2004) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) |