Yazın bir kenara bir kez daha:
Demokrasi, hukuk, özgürlük
bizim işimiz,
Merkel'lerin, Biden'ların
işi değil!
Dün de öyleydi, bugün de öyle.
Demokrasiydi, hukuktu, özgürlüktü,
bu konularda Avrupa'sından,
Amerika'sından bir şeyler beklemek,
"yaptırım kararları"na bel bağlamak
abesle iştigaldir, nafiledir.
Bu konularda doğru olan
"dış dinamik"lerden medet ummak yerine
"iç dinamik"lerle yol almaktır.
Bir başka deyişle:
Aydınlık bir geleceğin kapısını
açmak için önce kendi başımızın çaresine
bakmaktır. Belirleyici olan budur.
Öncelik kendi başımızı
kendimizin bağlamasıdır.
Kendi demokrasi mücadelemizle,
özgürlük için kendi çabalarımızla
ne kadar mesafe alabilirsek,
işte o zaman "dış dinamik"ler de
yararlı olmaya başlayabilir.
Geçmiş, askeri darbe dönemleri
aklıma geliyor. 1971'deki 12 Mart,
1980'deki 12 Eylül...
Türkiye'yi Avrupa Konseyi'nden
atmak için ne zaman bir hareketlenme olsa
Amerika'sından, Avrupa'sından,
NATO'sundan sesler yükselirdi:
Batı olarak Türkiye'yi
kaybedemeyiz,
bunun için dünya haritasında
Türkiye'nin yerine
şöyle bir bakmak yeterlidir.
Desen: Selçuk Demirel
NATO başkentlerinden bu malum sesler
yükselirken, "askeri yönetimin ricaları"yla
bazı meslek büyüklerimiz de soluğu
Strasbourg'da Avrupa Konseyi'nde alır,
kapalı kapılar arkasında
hep aynı mesajı verirlerdi:
Sakın Türkiye'yi atmayın,
Avrupa'dan uzaklaştırmayın,
bu Moskova'nın işine yarar!
Türkiye'de bir süre sonra seçimler yapılır,
asker yeni anayasa ve yasalarla
"kırmızı çizgileri"ni çizdikten sonra
tekrar kışlasına çekilir, demokrasicilik
oyunu yeniden sahnelenir ya da ikinci sınıf
demokrasi filmi yine vizyona girerdi.
1989'da Berlin Duvarı yıkıldıktan,
Soğuk Savaş bittikten sonra da
fazla değişen birşey olmadı.
Çünkü Amerika'sının, Avrupa'sının,
Almanya'sının, NATO'sunun
Türkiye'yle bugün de çok işi var.
Türkiye gibi büyük bir devletin
coğrafyasından, stratejik konumundan
kaynaklanan menfaatleri var.
Rusya'ydı, Çin'di, İran'dı, "terörle
mücadele"ydi gibi konularda güvenlik
çıkarları, denge çıkarları var.
Avrupa açısından Suriyeli mülteciler
sorunu var. Almanya'da yaşayan
3.5 milyon Türk'le Kürt var.
Bu liste uzatılabilir.
Demek istiyorum ki:
Türkiye'de demokrasi olmuş olmamış,
hukuk ve özgürlük düzeni olmuş olmamış
Amerika'sını, Avrupa'sını, Almanya'sını
ezelden beri çok da fazla ırgalamaz.
Bu eskiden de böyleydi.
Türkiye'deki demokrasi ikinci sınıftı,
üçüncü sınıftı, Türkiye'de askeri yönetim
vardı, Evren Paşa vardı, pek öyle fark
etmezdi; şöyle bir demokrasi
olsa iyi olurdu ama olmasa da
idare ederlerdi.
Batı için önemli olan Batı'dan yana
istikrarlı bir Türkiye'ydi. Türkiye'de bu istikrar,
ister ikinci sınıf demokrasi ile
sağlanmış, ister askeri ya da sivil dikta ile
sağlanmış, pek öyle fark etmezdi.
Ama ara sıra Türkiye'de demokrasi, hukuk,
özgürlük diye Amerika'da, Avrupa'da
gürültü patırtı yapılması, tantana yapılması
bazı sivil toplum ve uluslararası
kuruluşlardan bildiriler çıkması fena mı?
Elbette değil.
Ama tekrarlıyorum:
Demokrasi, hukuk, özgürlük
öncelikle bizim işimiz,
Merkel'lerin, Biden'ların işi değil!
Bunun içindir ki:
Brüksel'den, Avrupa Birliği zirvelerinden
ya da ABD Kongresi'nden çıkacak
yaptırım kararları açmayacak
bu ülkenin önünü,
Türkiye'de demokrasiyi, hukuk
ve özgürlüğü savunanlar açacak.
Dış değil iç dinamikler belirleyici olacak.
Bu çerçevede, 3 Mayıs 2018'de Brüksel'de,
Avrupa Parlamentosu çatısı altında
bir konuşma yapmıştım.
Türkiye'nin Avrupa Hülyası başlıklı
bu konuşmamın bir bölümü aşağıda.
AB liderler zirvesi
* * *
Ben de bir zamanlar Türkiye'nin
"Avrupa hülyası"nın sıkı bir takipçisi
olmuştum. Gazeteci ve yazar olarak yıllar
yılı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam
üyeliğini savundum. Türkiye'deki
demokrasi ve hukuk çıtasının
Avrupa'daki seviyeye yükselmesi için
yıllarca yazdım durdum.
Ama olmadı.
Hayal kırıklığım büyüktür...
Bugün Türkiye sırtını Avrupa'ya dönmüş
durumda. Yüzünü Batı'dan Doğu'ya
çevirmiş bir Türkiye'de yaşıyorum.
Evet, Avrupa'yı Avrupa,
demokrasiyi demokrasi yapan değerlerden
gitgide uzaklaşan bir Türkiye'de, Erdoğan
Türkiyesi'nde yaşamaktayım.
Bu Türkiye'de bugün bir zamanlar
beğenmediğim ikinci sınıf demokrasi
bile hayal olmuş durumda.
Gün geçtikçe yalnızlaşıyorum.
Kendi yurduma yabancılaşıyorum
ya da kendi memleketimde sürgün
hissiyatına kapılarak yaşıyorum.
Peki, Erdoğan Türkiye'si bu ülkenin
alın yazısı mı? Hayır değil.
Türkiye'de demokrasi, hukuk ve özgürlük
mücadelesi devam ediyor, edecek.
Konuşmamın sonunda bir noktaya daha
değinmek istiyorum.
Türkiye'nin "Avrupa hülyası" konusunda
yaşanan hayal kırıklığında en büyük pay,
hiç kuşkusuz, yıllar yılı demokrasi, hukuk
ve özgürlüklerin gereğini yapmayan
Ankara'daki siyasal iktidarlardır.
Ancak bu hayal kırıklığında, Avrupa'daki
özellikle muhafazakâr parti ve
hükümetlerin, milliyetçi, popülist ve ırkçı
siyasal hareketlerin Türkiye'ye karşı
uzun yıllar takınmış oldukları
samimiyetten uzak, iki yüzlü,
hatta düşmanca tutumun payı da vardır.
Uzun lafın kısası...
Bir yandan Türkiye, "Avrupa hülyası"nın
hazin bitişini yaşıyor.
Öbür yandan, İkinci Dünya Savaşı
sonrasında, savaş ve milliyetçilik illetine
karşı tarihin belki de en büyük barış
projesi olarak sahneye çıkmış
Avrupa Birliği'nin temelleri
milliyetçilik ve popülizm
tarafından kemiriliyor.
Demokrasi ve barış açısından
tam bir talihsizlik olan
bu iki süreç tersine dönebilir mi?..
* * *
Bu sorunun yanıtını Biden'lar, Merkel'ler
değil, Türkiye'de demokrasi savunanlar,
demokrasi ittifakı için bayrağı
yüksekte tutanlar verecek.