Kusura bakmayın ama ulusların, halkların arasındaki ilişkiler çok önemlidir. Farklı dil, din ve etnik kökenden insanların barış içinde yaşaması, birbirini tanıyıp kültürel ve ekonomik olarak zenginleşmesi önemlidir. Savaş ve kışkırtmaların panzehiri, uluslararası dostluk ve iş birliğidir.
Diplomasi geçmişi 531 yıla dayanan, yüzyıllar boyunca birbirleriyle defalarca savaşan, Yirminci Yüzyıl’ın önemli bölümünü Soğuk Savaş’ın farklı kamplarında geçiren, birbirini daha iyi tanımak, diplomatik ve ticari ilişkileri geliştirmek için bazen iğneyle kuyu kazarak adım adım ilerleyen iki ülke arasındaki ilişkiler bugün maalesef bazı tartışmalarla gölgeleniyor.
Son yıllarda defalarca yazıp söylediğim gibi, Türkiye-Rusya ilişkileri, yerini iki devletin liderleri arasındaki ilişkilere bıraktı. Her şey iki kişinin dört dudağından çıkacak kararlara bağlandı.
7,5 yıl önce ikili ilişkilerde yüzyılı aşkın süre içinde yaşanan en büyük krize şahit olduk: Türkiye büyük bir hata yaparak bir Rus uçağını düşürdü. İki ülke arasında kan döküldü. Cevaben “pişman edeceğiz” mesajları ve yaptırımlar geldi. Her ne kadar sonradan dilenen özür ile bir tür “barışma süreci” başladıysa da Suriye Savaşı’nda başka kanlar da döküldü.
Küsüp barışan bu iki lider, birbirini kullanma, manipüle etme, pazarlıklara girişme ve anlaşma/sorunları erteleme açısından oldukça özgün ve aktif bir etkileşim tarzı uygulamaya başladı.
Bu süreçle ilgili birçok şey şeffaf gerçekleşmedi. Örneğin, 2016’daki “barışma”, ardından “15 Temmuz”, aynı yılın sonunda (19 Aralık) Büyükelçi Karlov’un öldürülmesi ve 2017’de imzalanan S-400 alımı anlaşması ile ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlı. Herhalde Türkiye iktidarı ve Rus iktidarıyla istihbaratı bizlerden çok daha fazlasını biliyor.
Şeffaflık ve dürüstlük
Demokrasinin sınırlı olduğu ülkelerde “vatandaşlar büyük devlet işlerinden anlamaz” yaklaşımı yaygındır. Anlar anlar, siz yeter ki anlatmasını bilin. Gizli kapaklı işlerden kaçınır, yaptığınız işleri de parlamentoda, medyada yetkililerle, halkla paylaşırsanız Türkü de, Rusu da, herkes anlar.
Sadece şeffaf olmak, dürüst davranmak, yalan söylememek, “algı operasyonları” yapmamak yeterli. Söz gelimi, bir cumhurbaşkanı adayının videosunun orta yerine ilgisiz birini yerleştirip bu yalanla milletin önüne çıkarak oy istemeyecek kadar dürüst olmak gerek. Ne idüğü belirsiz videolarla halkı aldatıp siyasilere komplo yapmayacak kadar kirden pisten uzak, pirüpak olmak gerek.
Birilerinin hiç utanıp sıkılmadan kullanmaya çalıştığı bu berbat “yalan teknolojisi”ni kimler üretiyor? Bilmiyoruz. Kullananı, kullanmaya dünden hazır olanı görüyoruz ama üreteni, kullanıcıya servis edeni, iş birliği yapanı bilmiyoruz.
Bilmediğimiz için de bir adres göstermemiz zor; karanlık piyasaların içerde ve dışarda birçok tezgahçısı olabilir ve bunlardan bazıları “sürpriz isimler” de çıkabilir.
Önceki akşam muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkçe ve Rusça yaptığı Twitter paylaşımları, yalnızca büyük ilgi değil aynı zamanda şaşkınlık uyandırdı:
“Sevgili Rus dostlarımız, dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar, kumpaslar, deep fake içerikler, kasetlerin arkasında siz varsınız. Eğer 15 Mayıs sonrası dostluğumuzun devamını istiyorsanız, elinizi Türk’ün devletinden çekin. Biz hâlâ iş birlikten ve dostluktan yanayız.”
Dün gece yarısı itibarıyla yalnızca Türkçesi 36,5 milyon görüntüleme ve 40 bini aşkın RT alan paylaşımda dikkat çekici bir üslup vardı. (Burada Rusça ve İngilizce çevirisindeki bazı sorunları es geçiyorum.)
Başında “sevgili Rus dostlarımız” deniyor ve sonunda da “biz hâlâ iş birliğinden ve dostluktan yanayız” mesajı veriliyordu. Ancak söz konusu içeriklerin “arkasında siz varsınız” ve “elinizi Türk’ün devletinden çekin” türü Kremlin’i direkt olarak hedef alan oldukça sert bir üslup kullanılıyordu. (Daha önce Kılıçdaroğlu, birkaç kez Rusya yönetimini İdlib/Suriye’de 27 Şubat 2020'de 34 Türk askerinin ölümüyle sonuçlanan hava saldırısı dolayısıyla kınamıştı ama bunu Erdoğan’ı eleştirirken dolaylı olarak yapmıştı.)
Dün Rusya Devlet Başkanlığı Sözcüsü Dmitriy Peskov iddiayı sert olmayan bir dille yalanladı: “Seçimlere müdahale ettiğimiz iddialarını şiddetle reddediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerimize çok değer veriyoruz. Bu iddiaları muhalefet adayına ileten kişiler yalancıdır.”
Kremlin’in olaya sessiz kalmaması, iddianın ve “iddia makamı”nın önemini bir kez daha göstermiş oldu.
Ardından Kılıçdaroğlu, Reuters’a konuşarak “Elimde Rusya'nın 'deepfake’ içeriklerden sorumlu olduğuna dair somut kanıt var. Eğer elimde somut kanıt olmasaydı, Rusya'yla ilgili tweeti atmazdım” dedi.
Doğal olarak kafalar karıştı, Türkiye’de ve Rusya’da cevapsız sorular ortaya döküldü:
“Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı neden bu suçlamayı öne sürdü? Niye bu üslubu kullandı? Neden belgeyi, kanıtı ortaya koymadan suçlama yaptı? Resmî kanaldan şikâyet iletmek yerine sosyal medyayı seçmesi doğru muydu? ‘Dün’ diyerek kastettiği manipülasyon hangisiydi? Yoksa aslında seçimin hemen arifesinde (muhtemelen kendisine yönelik olarak) gerçekleştirilecek bir kara yöntemin mi önüne geçmek istedi? Acaba Rusya diyerek yanlış hedef mi gösterdi; olay aslında başkalarının ve adı geçmeyen gizli servislerin provokasyonu olabilir mi? Böyle bir suçlamanın seçimlere 3 gün kala dile getirilmesi en çok ABD'yi mi sevindirdi? Kılıçdaroğlu’nu Rusya ile ilişkileri en baştan bozmaya yol açabilecek bu adımı atmaya iten Batı yanlısı güçler mi? Muhalif lider seçimlerde elini güçlendirmek için ‘Rus kartını oynama’ kararı mı aldı? Ya da daha şimdiden Moskova ile ‘köprüleri yaktı’ mı?” (Bunlar, Türk ve Rus medyasında gün boyunca okuduğum yorum ve iddiaların sadece bir kısmı…)
Muhalefet Rusya ile diyalog arıyor
Sürekli okurlarımı bıktırmak istemem ama yıllardır Türkiye muhalefeti ile Moskova’nın birbiri ile ilişki kurmakta aktif davranmamasının önemli bir eksiklik hatta hata olduğunu defalarca yazdım ve söyledim.
Son aylarda taraflardan tek tük bazı çabalar olduysa da yeterli sonuç üretemedi. En önemli iki adım, son iki ay içinde Kılıçdaroğlu’nun Rusya’ya verdiği iki mesajdı.
Muhalif liderin Rusya’ya ilişkin bazı görüşleri 19 Mart’ta medyaya yansımıştı. 26 Mart’ta Moskova’da benim de katıldığım bir etkinliğe gönderdiği Rusya mektubunda ise oldukça yapıcı mesajlar vermişti.
Bunlar Rusya medyasında ve siyasileri arasında yaygınlaştı, ilgi uyandırdı. Ancak ülke yönetiminden herhangi bir ses getirmedi.
Bir Rus yetkilinin bana dediği şekliyle, “seçimlere son 100 metre kala Putin’in Erdoğan’a verdiği büyük desteğe aykırı bir görüntü çizilmesi ihtimali ürkütücü geliyor”.
Bu cümledeki “Putin’in Erdoğan’a verdiği büyük destek” üzerinde durmaya değer. Bazen (örneğin, Ortadoğu’daki son 10-15 yıl gibi) Rusya dış politikası harikalar yaratabiliyor, ama bazen de kimi eski yaklaşımlarından vazgeçemiyor. Örneğin, bir başka ülkede iş birliği yaptığı iktidarın dışındaki siyasi güçleri yok sayıyor, onlarla ilişki kurmuyor; “Amerikancı”, “düşman”, “tehlikeli” diye damgaladığı da oluyor. Bilinen deyişle “yumurtaları tek sepete koyan” pratik, Rusya’ya çok şey kaybettirdi. Söz gelimi, Ukrayna’da. Ne var ki, Türkiye örneğinde de aynı yoldan gidiliyor.
Seçim sürecinde doğalgaz ödemesinin ertelenmesinden uydurma Akkuyu açılışına katılıma, Türkiye-Suriye yakınlaştırılması gayretlerinden Tahıl Anlaşması’ndaki tutumun Beştepe’ye göre belirlendiği izleniminin verilmesine, Erdoğan’a yönelik kutlama ve mesajlardaki ilgi çekici saygı ve nezaket düzeyine kadar Putin’in verdiği destek hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar ortada. Eh, o destek verince Rusya siyasi merdivenlerinin daha alt basamakları da anında benzer bir tercihte buluşuveriyor.
Bu konularda sorumluluk sadece Kremlin’de ve Dışişleri Bakanlığı’nda değil, pek çok bölge uzmanı ve Rusya’da etkin bir kitle sayılan Türkologlar da kayda değer rol oynuyorlar. Birçoğu öylesine sıkı bir disiplinle kendi iktidarının arkasında hizalanıyor ki, bırakın farklı açıları görmeyi, objektiflik çabası bile hak getire. Mesela, bunlardan biri “Kılıçdaroğlu ABD’nin Türkiye’deki Zelenski’sidir” dedi ve ötekiler de pek matah bir şeymiş gibi bunu kullanmaya başladılar.
Muhalif çizgide görünen bir başkasının ağzından da medyaya şu cümle yansıdı: “Öyle ya da böyle Rus özel kuvvetlerinin, Erdoğan'ın kazanması için her şeyi yapmaya hazır olduğundan hiç şüphem yok.” (Nasıl yani? Silahlı Rus “Spetsnaz birlikleri” Türkiye’ye mi saldıracak? Allah akıl fikir versin muhalefetin bu türüne!)
Erdoğan iktidarı, “algı yönetme” konusuna öylesine yoğunlaştı ki, bu konudaki başarıları sadece ülke içinde kalmıyor, Rusya’da da son yıllarda, özellikle de son aylarda “tepeden aşağıya doğru” Türkiye’deki muhalefetin ne kadar zararlı ve “Türk-Rus ilişkilerini sabote edecek tehlikeli unsurlar” olduğu dilden dile anlatılıyor (Muhalefetin bunu boşa çıkarmak ve kendi fikirlerini açıklamak için çaba göstermesi gerektiğini burada tekrar ettiğim için özür dilerim).
Önümüzdeki döneme bakmak
Bu uzun yazının buraya kadar olan kısmında epeyce soruna dikkat çektiğim için okurun içine karamsarlık dolmuş olabilir. Dolmasın. Şahsen ben iyimserim.
Türkiye’de iktidarın el değiştirmesi halinde belki kısa bir bocalama sürecinin hemen ardından Ankara ile Moskova arasında kötümserleri şaşırtacak bir diyalog kurulabileceğini düşünüyorum. Çünkü iki ülkenin haritadaki yeri ve birbiriyle kurduğu son derece önemli ilişkiler bir anda değişmeyecek.
Rusya birçok açıdan (ekonomi-ticaret, siyaset-diplomasi, enerji, turizm) Türkiye için stratejik değerde bir ülke. Bunun tersi de doğru. Hem de fazlasıyla. Ankara, hele hele Kremlin’in Ukrayna Savaşı'nda zorlandığı ve Batı’nın dışında birçok komşusuyla da ciddi sorunlar yaşadığı günümüz ortamında Moskova açısından çok özel bir yer işgal ediyor.
Kimse kimseyi feda edemez. Putin, Erdoğan’a ne kadar hayran olursa olsun sonunda o ünlü cümleyi telaffuz edecektir: “Biz Türkiye halkının seçtiği her türlü yönetimle iş birliği yapmaya hazırız.” (Ayrıca iktidarı kaybeden Erdoğan’ın Rusya’daki imajının ne kadar hızlı değişeceğini de şaşırarak görebiliriz.)
Kılıçdaroğlu, yukarıda dediğim gibi birçok soru işareti uyandıran paylaşımları ile yalnızca Rusya’ya değil, iktidara, Batı’ya ve bütün dünyaya mesaj vermeyi amaçladı. Ve anlaşılan artık fazla zaman kalmadığı, riskin derhal minimize edilmesi gerektiği saptaması üzerinden ve hemen gerekli görülen adreslere ulaşması için bunu başka kanallar yerine Twitter’dan alenen paylaştı. Bir tür “ön alıcı hamle” yaptı. Ve çeşitli eleştirilere yol açsa da, öyle ya da böyle ciddi bir yankı yarattı. En başta da Rusya yönetimine “Bak, çok kısa süre sonra Türkiye ile ilişkini benimle kurmak zorunda kalabilirsin, artık şu ‘Erdoğan’a koşulsuz destek’ tavrından vazgeç ve frene bas. Bas ki, yakın zamanda aramızdaki iş birliği sürecini yeniden organize etmeye giriştiğimizde aşırı zorluklarla mücadele etmeyelim” yaklaşımını iletti. Oradaki “Biz hâlâ iş birliğinden ve dostluktan yanayız” cümlesinin kibarlık olsun diye yazıldığını sanmıyorum.
Kremlin’in muhalefete yönelik tedirginliği artmış olabilir. Ama onun iktidara gelme ihtimalinin güçlendiği şartlarda bunu görmezden gelemeyeceği ortada. Ayrıca yeni yönetimin Batı’yla arasındaki mesafeyi belirlerken Moskova’nın kendisine karşı tavrından etkileneceği de herhalde Rusya’da hesaba katılacak bir boyuttur (Türkiye’nin vaktiyle NATO üyesi olmasında Stalin’in tehditkâr tavrının etkisi en önemli etkenlerdendi).
Konu çok yönlü. Millet İttifakı’nın dış politikasının ana hatları daha da netleşmeli. Türkiye’nin AB ve genel olarak Batı’ya ilişkin bazı öncelikleri olsa da, bunun “ya Batı ya Moskova” türü ilkel bir şablon içinde ele alınmadığı, Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesine özen gösterileceği daha iyi sergilenmeli, zaman zaman farklı açıklama ve söylemlere yansıyan çelişkiler giderilmeli, bazı hassas konulardaki (S-400, yaptırımlar vs.) belirsizlikler kısa sürede yerini net tutumlara bırakmalıdır. Ayrıca yeni yönetimin ilk 100 günü içinde Rusya ve diğer eski Sovyet ülkelerine yönelik aktif hedefleri belirlenmeli, Erdoğan’ın damgasını vurduğu bu coğrafyada iklim yenilenmelidir.
Burada Kılıçdaroğlu’nın kısa vadeli öncelikleri arasında Rusya-Ukrayna krizine ve Tahıl Anlaşması’na yer vereceğini söylemesi tek başına yetersiz olsa da olumlu bir tutumdur.
Sonuç olarak artık biraz sakin olmanın zamanıdır. Rusya ile ilişkiler şöyle veya böyle ama mutlaka yoluna girmek zorundadır.
Zaten başka türlü bir yol da izlenemez. Yazının başında yüzyıllara uzanan tarihten ve iktidarların sorumluluğundan bahsettim. Bitirirken bunu tekrarlamak ve birbirinin ülkesinde yaşayan, ortak aileler kuran, sayıları on binlerce olan Türk-Rus kuşağını yaratan halklara karşı iki ülke yönetiminin, yetkili ve uzmanlarının, medyasının borcu olduğunu vurgulamak istiyorum.
Sonuçta Türkiye-Rusya ilişkileri kimsenin babasının malı değildir, herkesin özenini ve saygısını hak eden bir gerçekliktir.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |