Fotoğraf: Volkan Erkan
Tiyatro Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı ve GalataPerform’un kurucusu Yeşim Özsoy, 1972 yılında İstanbul'da doğdu. Lisede müzikal kulübüyle tanıştığı sahne sanatlarına, Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji bölümünde okurken katıldığı Studio Oyuncuları'nda devam etti.
Tiyatro emekçisi Özsoy, Amerika Birleşik Devletleri'nde Performans Çalışmaları alanında lisansüstü eğitimini tamamladı. Bu sırada kendi yazdığı metinleri de sahnelemeye devam eden tecrübeli tiyatrocu, "Oyuncu olarak tiyatroyla ilk defa Studio Oyuncuları’nda Şahika Tekand ile tanıştım, kendi tiyatromu ise ilk New York’ta kurdum" diyor.
Özsoy; Türkiye'ye döndükten sonra 2003 yılında kurduğu GalataPerform'u, Yeni Metin Tiyatro Festivali'ni, 2019 yılında kurulan Tiyatro Kooperatifi'ni, özel tiyatroların ve bağımsız tiyatrocuların yaşadıkları zorlukları, resmî kurumların yaklaşımını T24'e anlattı.
Söyleşimizin Yeşim Özsoy'u tanıdığımız, Tiyatro Kooperatifi'ni ve faaliyetlerini konuştuğumuz ilk bölümüyle sizi baş başa bırakıyorum. Devletin kültür-sanatla mesafesini, Devlet Tiyatroları'nı ve dünyadaki örneklerini, GalataPerform ile Yeni Metin Tiyatro Festivali'ni konuştuğumuz ikinci bölüm ise yarın yine bu köşede sizlerle olacak.
- Tiyatro ile tanışmanız, tiyatroya olan ilginiz nasıl başladı?
Lisede müzikal kulübündeydim, sonra müzikal kulübü başkanı oldum. Çocukluktan itibaren bir ilgim vardı.
Ama ben kendime daha çok şiir, düz yazı yazarken onu tiyatro ile birleştirip performatif metinler ve oyunlar yazmaya başladım. Resmi olarak ise hâlâ da ustam, hocam olarak tabir ettiğim Şahika Tekand ile tanışmam, benim tiyatroya mesleki anlamda eğilmeme sebep oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyoloji okurken, lisede yaptığım tiyatroyu nasıl devam ettireyim diye düşünürken arkadaşım Öykü Potuoğlu,“Ben Stüdyo Oyuncuları’nda oyunculuk okuluna gidiyorum, atölyelere gidiyorum. Sen de gel seçmelere” dedi, gidiş o gidiş. İlk derste tavanda yürüdük, sonra Samuel Beckett ile tanıştık. Oyunculuğu onun yüksek enerjisi ve bakış açısıyla tanıma şansım oldu.
İlk sahne deneyimim Şahika Hocayla oldu. O sıralar ikinci oyununu yapıyordu. İlk oyunu Beckett’in Mutlu Günler’iydi, ikincisi ise yine Beckett’in Beş Kısa Oyun’uydu. 1994 yılında 6. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynamıştı.
Beş Kısa Oyun’un ilk versiyonunda Şahika Hocayla sahneye ilk adımımı attım. Demek ki bende bir şeyler gördü ve ben de “O zaman bunu yapabilirim” dedim. Üniversite döneminde tiyatroyla bir aşk yaşamış oldum. Şahika Hocaya ve yaptığı işe hayranlıkla başladım, Beckett’e de keza…
"Belki de Türkiye’deki ilk Eric Morris dersini vermiş olabilirim"
Ondan sonra ders vermeye başladım. Belki de Türkiye’deki ilk Eric Morris dersini vermiş olabilirim. O dönem Morris'in No Acting, Please (Rol Yapmayın Lütfen) diye bir kitabı vardı. Şahika Hoca kitabı bana “Yeşim bunu İngilizce’den Türkçe’ye çevirsen ve buradan bir ders programı çıkarsak” diye vermişti. Ben de çevirdim ve birlikte bir eğitim programı oluşturduk. Sonra ben Eric Morris üzerine ders vermeye başladım. Hâlâ hem yazım tekniğinde hem de prova tekniğinde Eric Morris’ten yararlanıyorum.
Şahika Hocadan sonra da ben lisansüstü eğitim almak istiyordum. Esat Tekand o sıralar Studio Oyuncuları’nda sanat teorisi, sanat tarihi gibi dersler veriyordu. Performans sanatları, performans araştırmaları gibi bölümlere baksak mı diye konuştuk.
O dönem Richard Schechner'in Performance Studies’in (Performans Araştırmaları) üniversiteleşmesi de başlamıştı. Ben de onu okumak istiyordum. Amerika Birleşik Devletler'ine (ABD) gideyim dedim ama üniversitede not ortalamam düşüktü. Başvuru esnasında da “Ben tiyatro yapıyordum onun için ortalamam dört üzerinden iki buçuk oldu” dememi anlamıyorlardı.
Şahika Tekand
İlk önce Meredith Monk gibi isimlerin de mezunu olduğu Sarah Lawrence College diye liberal sanat okulu tadında bir okula gittim. Oranın tiyatro bölümünde yönetmenlik, oyunculuk ve yazarlık üzerine, daha pratik üzerine bir bölüme kabul edildim. Daha çok istediğim Northwestern ve New York Üniversitelerine kabul edilemedim. Sarah Lawrence College’de bir yıl okudum ve çok yüksek notlar getirdim. Tekrar başvurdum ve Chicago’daki Northwestern Üniversitesi Performance Studies’de (Performans Araştırmaları) okudum. O sırada zaten kendi yazdığım metinleri sahnelemeye başlamıştım.
1995’de Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) Genç Etkinliği yapılıyordu. 35 yaş altı herkese çağrılar yapılıyordu. Nuri Bilge Ceylan'lar, Halil Altındere'ler falan o Genç Etkinlik programında yer alıyordu. Orada ilk performansım Kırmızı Elma ve Diğer Şeyler’i yaptım.
Northwestern Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra da Türkiye’ye döndüm. Döndükten sonra 1997-1998 yıllarıydı galiba, Şahika Hocayla devam etmeye başladım.
"Tezim Osmanlı Gösteri Sanatlarının Cumhuriyet’e geçişte Milliyetçilik ve Oryantalizmle Alakası üzerineydi"
1998'de yine Beckett’in Beş Kısa Oyun oyunu vardı ve bu sefer üç kişilik değil de 12 ya da 15 kişilikti. Hatta “Gittim, geldim yine aynı oyun” esprisini yaptım. (Gülüyor) Yine ders vermeye başladım ama bu sefer oyunculuktan ziyade performans üzerine ders veriyordum.
Sonra eski eşim Genco Gülan ile tanıştım ve o da New York’ta New School’da Media Studies (Medya Araştırmaları) bölümüne kabul edildi. Tekrar ABD’ye taşındım. Oyuncu olarak tiyatroyla Studio Oyuncuları’nda Şahika Tekand ile, kendi tiyatromu kurmayla ise ilk New York’ta tanışmış oldum.
Eski eşim okula giderken ben de opera şarkıcılarına takılar, şapkalar tasarlayan bir bijuteri dükkanında illegal çalışıyordum.
Yeşim Özsoy | Yüz Yılın Evi oyunu
Tezim Osmanlı Gösteri Sanatlarının Cumhuriyet’e geçişte Milliyetçilik ve Oryantalizmle Alakası üzerineydi ve ben bunu İngilizce-Türkçe olarak iki dilli bir Play a la Turca (Oyun Alaturka) diye bir oyun haline getirdim.
Sahne bulamazsam evde yaparım diye Homeworks Theater'ı kurdum. Yüz sandalyenin altındaki sahnelerde yapılan oyunlar Off off Broadway olarak tabir ediliyordu. Oyuncu seçmeleri açtım, ardından bir bağış kampanyası başlattık ve bütçeyi de bulunca başlamış olduk.
11 Eylül yaşandığında ben New York’taydım ve zaten dönmeyi düşünürken kesin dönüş fikri gelişti ve İstanbul’a döndük. Kırmızı Elma ve Diğer Şeyler Topluluğu adıyla bir tiyatro topluluğu kurdum. Play a la Turca’nın Türkiye versiyonunu yaptım, ardından ABD’ye gitmeden yazdığım Ev – Kakofonik Bir Oyun’u sahneledim.
En son bize ait, prova yapacak alanımız olsun falan derken 2003 yılında Galata’da Büyük Hendek Caddesi’nde bir yer tuttuk.
- Peki, Tiyatro Kooperatifi nedir, faaliyetleri nelerdir?
Oyuncular Sendikası’nın bir çağrısı üzerine tiyatrolar bir araya geldi ve Tiyatro Kooperatifi 2019 yılında resmi olarak kuruldu. İlk başta 13 tiyatronun insiyatifi ile ortaya çıktı. Hepsi ezberimde değil ama 13 tiyatro arasında GalataPerform, kumbaracı50, İkinci Kat, Craft Tiyatro, DasDas gibi tiyatroları sayabilirim.
Nasıl bir formül bulalım da özel tiyatroların haklarını savunalım, bir örgütlenme formülü oluşturalım diye düşünmeye başladık. O noktada da en doğru formülün kooperatifçilik olacağı üzerinde hemfikir olundu. 13 tiyatro ile yapılan toplantılar ve çalıştaylar sonunda sosyal kooperatifçilik fikri üzerinden ilerleme noktasında bir karar alındı. Pandemiden hemen önce 2019 yılında, resmi olarak kurulduğumuzda 32 tiyatroyduk.
Tiyatro Kooperatifi'nin 1. Olağan Genel Kurulu | 11 Kasım 2019
2019'da kurulduğunda 6 ay boyunca geçici bir yönetim kurulu vardı. Sonra Iraz Yöntem ilk yönetim kurulu başkanı, ben de yardımcısı olarak göreve başladım. Biz göreve geldiğimizde amacımız; özel tiyatroların temsiliyetini yükselterek, kooperatifi büyüterek daha fazla tiyatro örgütlensin, bir güç oluştursun ki devlet ve yerel yönetimler karşısında oluşturduğumuz güçle birtakım kazanımlar elde edebilelim.
Pandemi patlak verince planladığımız her şey çok hızlı bir şekilde yürürlüğe girmeye başladı. Daha doğrusu bununla ilgili savaş vermek. Çünkü pandemi sırasında özel tiyatroların sorunları kabak gibi ortaya çıktı.
"Özel tiyatrolar bir nevi kendi varoluşlarına terk edilmiş kurumlardır"
- Temel olarak bu sorunlar neler?
Devlet, şehir ve belediye tiyatrolarının dışında kalan, tamamen bilete ve sokağa bağımlı bir alandan bahsediyoruz. Pandemi ile bu bir buçuk sene boyunca durduğu anda tamamıyla kendi varoluşumuzla ilgili kriz yaşayan bir alan olduğumuzu fark ettik. Bu zaten normalde anlatacağımız bir şeydi ama pandeminin olmasıyla birlikte özel tiyatroların bilet satışı yapmadan ayakta durmasının mümkün olmaması gerçeğiyle yüzleştiğimizde bunu daha net bir şekilde anlatabildik.
- İletişime geçtiğiniz kurum veya kuruluşlardan nasıl geri dönüşler aldınız?
Şimdi bizim ülkemizde devlet, şehir ve belediye tiyatrolarına düzenli bütçeler ayrılır. Bunun dışında kalan özel tiyatrolara yönelik proje bazlı bir destek vardır. Her sene bu açılır.
Yani bir oyunun belirli bir yüzdesini -yüzde 20 ile yüzde 30 arasında olur bu- karşılar. Herhangi bir sahnenin veya tiyatronun ayakta kalması için hiçbir şekilde yeterli olmayan bir destekten bahsediyoruz. O yüzden de özel tiyatrolar bir nevi aslında kendi varoluşlarına terk edilmiş kurumlardır. Bu normal değildir.
Dünyada bu böyle değil. İngiltere'de böyle değil, Almanya'da böyle değil. Baktığınız zaman, çalıştığınız zaman Avrupa'da böyle değil. Hindistan'a gidersiniz böyledir o ayrı mesele ama Türkiye'de böyle bir eşitsizlik var. Bu bilet anlamında da var. Yani devlette, şehirde, belediyede bilet fiyatlarınız 60 lira, 100 lira olabilir. Ama özel tiyatrolar bunu yapamaz.
"Özel tiyatrolar üvey evlat değildir, bir desteği olmalıdır"
- Neden yapamayacağını da biraz açar mısınız?
Çünkü bir desteği yoktur. Özel tiyatrolar üvey evlat değildir, bir desteği olmalıdır.
Devlet ve şehir çok güzel kurulmuş, belediye çok güzel kurulmuş. Bundan dolayı hiçbir sıkıntımız yok ama tiyatronun ana hareketlilik alanı, bağımsızlık alanı, kurum tiyatrolarının, kamu tiyatrolarının dışında kalan büyük bir alandır. Bunların içerisinde ticari olan, sanatsal iş yapan, kamusal iş yapan farklılıklar arz eden tiyatrolar vardır. Bu farklılık arz eden tiyatroların kültür yöneticileri ile ölçeklendirme yapılarak ayrışması gerekir.
Biz pandemi sürecini bu durumun bu şekilde olmaması gerektiğinin altını çizerek anlatmakla geçirdik. Bunların alt başlıkları da var tabii.
Mesela mevzuatla ilgili avukatlarımızdan aldığımız önerilerle, mevzuat üzerinde sistematik önerilerde bulunarak madde madde dosyalar geliştirdik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla her görüştüğümüzde; 15 sayfayla 25 sayfa arasında değişen ve bütün mevzuatla birlikte bizim durumumuzu da anlatan bu dosyaları ilettik. Örgütlü olabildiğimiz için ve kendi tiyatrolarımızla ilgili bir avukatla çalışabildiğimiz için o avukatlardan aldığımız ve çalışma grubu oluşturduğumuz noktada bunu başarabildik.
Normalde tiyatrolar bireysel olarak ne yapıyorlar? “Benim vergim çok fazla” gibi sitemlerde bulunuyorlar. Bu dağınık oluyordu, bunların hepsini bir araya topladığınızda “Bizim biletimizden Amerika'daki gibi vergi alınmasın, ben de bu şekilde ayakta durabileyim bunu acaba formüle edebilir misiniz?” diyebiliyorsunuz. Ya da “Tiyatro sanatı için teşvik anlamında KDV'yi biraz daha düşürebilir misiniz?” diyorsunuz veya “Biz ayrı bir mevzuat istiyoruz” diyorsunuz.
Mevzuattan kastımız nedir derseniz; herhangi bir dükkân sahibi, bakkal sahibi ya da bir şirket gibi olmayalım, bize bir kültürel işletme statüsü verin, vergi verelim ama başka türlü bir vergiye tabii olalım. Kâr amacı gütmeyen değil de kar hedefli çalışmayan kurumlar olarak bizi değerlendirin ve bu noktada teşvikler çıkarın, vergilendirme usulleri geliştirin. Sahnelerle ilgili teşvikler oluşturun ki Türkiye’nin pırlanta gibi aktörleri, tiyatrocuları duvarlarına “Ben kendi başıma yaptım. Kendi paramla ödedim” yazmasınlar. Bu bir kamu faaliyeti olarak, bir değer olarak görülsün. Yurt dışındaki örnekleriyle beraber bu saydıklarım gibi pek çok öneriyi iletiyoruz.
- Hangi kazanımları elde ettiniz?
Pandemide şunu elde ettik; bir kere bizi dinlemelerini sağladık. Geçenlerde Şehir Tiyatroları’nın devlet ve tiyatro ilişkisi üzerine yaptığı çalıştaydaydım. Çalıştaya gitmeden Kültür ve Turizm Bakanlığı ile kaç defa görüştüğümüzü bir çıkaralım dedim. Pandeminin başladığı 2020 mart ayından bu yana özel tiyatrolarla ilgili 17 tane toplantı yapmışız. “Ne elde ettiniz?” sorusu devamlı soruluyor. En azından iletişim kanalını açtık bu birincisi.
Aslında bir şey elde edemiyorsunuz. 30 madde öneriyorsunuz, sistemin ârazlarını söylüyorsunuz. “Kolay, bunlar yapılır” deniliyor ama ya Maliye Bakanlığı’na ya Sayıştay’a bir yerlere takılıyor. Pek bir şey elde edilememiş oluyor.
Mesela bu kazanımlardan biri pandemi döneminde, “Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nde olan bütçe açığını tiyatrolara yönlendirebilir miyiz?” dedik ve telif hakları üzerinden örgütlerin kendi tiyatrolarına para aktarmasını sağlayacak bir proje geliştirmelerini sağladık.
- Bu kazanım, özel tiyatrolara nasıl bir kolaylık sağladı?
Bunlar bir tiyatronun bütün sene ayakta kalmasını ya da pandemiyi geçirmesini sağlayacak şeyler değildi. Ama tırnaklarımızla kazıyarak oluşturduğumuz kazanımlardı.
Bu da dijital kütüphane dedikleri yine proje bazlı desteklerdi. Dijital kütüphane iki kere yapıldı. Nasıl ki normal oyunlar proje bazlı bir bütçe çıkıyorsa orada da size belirli bir bütçe çıkıyor. Oyununuzu videoya çekiyorsunuz ya da ikinci seferde de sesli olabilir ya da video olabilir dediler. Bu şekilde tiyatroların en azından birkaç faturasını ödeyebileceği denklemler yaratılmaya çalışıldı.
Onun dışında pandemi sırasında KDV oranı tiyatro biletleri üzerinden yüzde bire indirildi. Sinemada da bu böyleydi. Fakat pandemi bitti yine aynı noktaya döndük. Bu konuda yine önerilerde bulunduk ama olmadı.
Bu sponsorluk yasasının değiştirilmesi, bağış alma kültürünün geliştirilmesi anlamında da çok önerilerde bulunduk. Ama bunların hepsi yine başta söylediğim gibi tiyatroların kültürel işletme olmasına, statüsünün değişmesine bağlı olan konular. Bir de sahnelerle ilgili birkaç tiyatromuzun yararlanabildiği ‘kültür girişimi belgesi' alabilme durumunu biraz daha iyileştirdik. Vestiyer sayısından, tuvaletlerin nizamına kadar bir sürü şey vardı onları iyileştirdik ve Baba Sahne, Tatbikat Sahnesi gibi yerler bundan faydalanabildi.
Bunların dışında tonla problem var ve o problemler defalarca söylenmesine rağmen maalesef çözülmüyor.