Yazar Müge Oskay yazdığı ilk oyunu olan Çarpışma ile 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’ne layık görüldü. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikal Tiyatro ile İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okuyan Oskay, çocukluğunda şehir tiyatroları çocuk oyuncu biriminde tiyatro eğitimi aldı. Çocuk yaştan bu yana sanatla iç içe olan tiyatrocu, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano bölümünde de okudu.
Oskay, edebiyat mı ve tiyatro mu ikileminden ikisini birleştirerek çıktı. 2022 yılında gittiği Nobel Ödülleri’nde çok sevdiği kadın yazarı görebilmek için oturduğu koltuktan başarıdan başarıya koşacağı oyununa ilham olan perküsyoncuyu gördü.
Müge Oskay ilk oyunu Çarpışma’nın hikâyesinden Türkiye’nin en prestijli ödülü olan Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’ne uzanan yolculuğunu; kadın olarak tiyatroda varolmanın zorluklarından tiyatroya dair dileklerini T24’e anlattı.
- Oyunun hikâyesinden bahsederek başlayalım. Nasıl oldu da bir perküsyoncu hatta zilci, yazdığınız metne başkahraman oldu?
İnsan normalde daha soyut ilhamlar alır, ben de öyleyimdir ama bu gerçekten doğrudan bir ilham alma anıydı.
2022 yılında Nobel Ödülleri konserine gittim. O yıl Nobel Ödülleri alanların şerefine tören öncesinde bir konser veriliyordu. Ben de Stockholm'a yeni taşınmıştım. Dolayısıyla o şehrin kültürel yapısı ve etkinliklerini yakından takip etmek istiyordum.
O sene de benim çok sevdiğim Fransız kadın yazar Annie Ernaux, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştı. O yüzden muhakkak ona katılmak istiyordum ve o günü çok uzun süre önceden planlamıştım. Benim için önemli bir gün olacağı belliydi. Tabii ki şimdi o günün anlamı benim için daha farklı, bugünden baktığımda daha önem taşımaya başladı. O gün çok sevdiğim bir yazarı ve çok önemli gelişmelere imza atmış bilim insanlarını göreceğim için çok heyecanlıydım. Tabii bilmiyordum ki asıl orada beni heyecanlandıracak başka birini daha görecektim. Konser boyunca çok iyi bir yerde oturuyordum. Sahneyi çok güzel görebiliyorum.
Harika bir konser vardı, dünyaca ünlü soprano Diana Damrau sahneye çıkacaktı o gün. Fakat ben sahneyi görmektense, yine ödül alacak kişileri daha iyi görebilmek için salonda çok kötü bir yere geçtim. Salonu gören bir koltuğa geçtim, oradan da ancak sahnenin sadece küçük bir köşesi görebiliyordu.
Konser boyunca ödül alacak kişilere odaklanıp onlarla empati kurup aynı hisleri paylaşmayı hayal ederken sahnenin en köşesindeki perküsyoncuyu gördüm. O gün sadece zildeydi. Normalde perküsyonculuk keyifli, oyuncaklı bir meslek. Tabii ki ben oyunda dramatik olarak biraz daha onu yalnızlaştırıyorum ama o konserde gerçekten sadece zildeydi. Oyunda anlattığım müziğin uyandırdığı etkiyi aynı eseri daha önce de dinlemiş olmama rağmen o gün daha kuvvetli hissettim. Çünkü orada bir tezatlık vardı.
Salonda dünyanın en önemli bilimsel gelişmelerine imza atmış kişiler kutlanıyordu. Diğer tarafta sahnenin en görünmez köşesindeki zilci sadece bir kere vurmayı bekliyordu ve ben de onunla beraber bekledim. Bana bu kadar etki edeceğini bilmeden, onun son vuruşuna doğru bütün eserin o büyük ana ilerlediğini hissederek ona odaklandım konserde.
- Törendeki eser de, sizin yazdığınız oyundakiyle aynı mıydı?
Evet, Richard Strauss'un Der Rosenkavalier: Suite’iydi.
Sadece o karakteri görmemden ziyade bence o müziğin dramatikliği de içimdeki dramatik duyguları ve refleksleri harekete geçirdi diye düşünüyorum. Zaten yazarken de sıklıkla müzik bana eşlik eder yazdıklarımın ruhuna uygun olarak onun etkisinden faydalanırım.
Can Atak | Çarpışma oyunu
- Peki metni yazmayı bitirdikten sonra metnin tamam olduğuna nasıl ikna oldunuz?
Ben hep tiyatronun içinden geldiğim ve edebiyatla tiyatro bir arada olduğundan dolayı her zaman oyun yazmayı bekliyordum. Her zaman bazı çalışmalar yapıyordum ama asla kendimi ikna edemiyorum, onları bitirmeye tamamlamaya değer görmüyordum, gerekli görmüyordum, tam içime sinmiyordu.
Bu fikir aklıma geldiğinde bir okuma tiyatrosu projesinin içindeydim. Dolayısıyla çevremde oyun yazan kişiler ve bu grubun başında dramaturglar vardı. Bu proje kapanmak üzereydi fakat şimdi de oyunun dramaturjisini yapan Sündüz Haşar’a ilk fikri anlattım.
Sündüz Haşar hocamın çok heyecanlandığını ve beni desteklediğini gördüm. Dediğim gibi daha önce de oyun yazıyordum ama yazdığımız şeyi birilerine gösterebilecek olmak, onlardan yorum almak motive edici bir sebep.
Ben bu konsere gittikten ve fikri oluşmaya başladıktan sonra Erhan Gökgücü Oyun Yazarlığı Yarışması olduğunu hatırladım. Oyunu zamana bırakmak istemedim. Oyunların ya da herhangi bir şeyin en iyisi, o, bu, şu diye sıralanmasından çok da hoşlanmıyorum ama özellikle yazarlıkla alakalı yarışmalarda bence önemli olan bunu okutup fikrine güvenebileceğin kişiler tarafından değerlendirilebiliyor olması. Benim amacım, metnin okunması ve değerlendirilmesiydi açıkçası.
Bu yarışma bana oyunu bitirmek için bir amaç verdi.Yarışmanın varlığı beni oyunu tamamlamaya motive etti.
- İlk yazdığınız oyunun Devlet Tiyatroları’nın repertuvarına girmesi nasıl oldu?
Baştan beri oyunun iyi bir yolculuk geçirmesini hedefliyordum. Arkasında durabileceğim ve inanabileceğim bir şey üretmek uzun zaman alan bir iş. Her ürettiğimi ortaya çıkarma hevesinde olmadığımdan dolayı, bunun doğru ellerde olmasına çok özen gösteriyordum ve önemsiyordum.
Katıldığım yarışmanın çok önemli jürileri vardı ve katılma sebebim de onların bulunmasıydı. O isimlerin metni görmesi, okuması oyunun tiyatro dünyasında da duyulmasını sağladı.
Aslında yarışma öncesinde metni bazı tiyatrolara yollamayı düşündüm. Özel tiyatroların yerli metini eğer kendileri üretmiyorsa çeşitli nedenlerle çok da tercih etmediğini de hissediyordum. Bence izleyicinin de yerli metine ve kadın yazara ön yargısı olduğunu düşünüyorum.
Siz kendiniz bir araya gelip oyununuzu sahneye koymuyorsanız ya da yakınızdaki isimler bunu birilerine okutmuyorsa yerli metni okutmak çok zor. Fakat metin ödül aldıktan sonra oyunu çok okumak isteyen oldu.
Ben de metinden ilham alan, doğru kişilerle buluşmasını istedim ve o dönem İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü de olan yönetmenimiz Kubilay Karslıoğlu’nun metni çok sevmesi belirleyici oldu. İlk oyunum olduğu için de beni de yansıtması çok önemliydi. Eğer metin çok değiştirilirse, çok kurcalanırsa amacından şaşarsa burada ben yazar olarak kendimi doğru ifade edemeyecektim. Kubilay Karslıoğlu yönetmenimin elinde metnin güvende olacağını hissettiğimden ve oyuna karşı paylaştığımız ortak heyecandan dolayı İstanbul Devlet Tiyatrosuyla yapmak istedim.
- Kubilay Karslıoğlu metne nasıl ulaştı ve sizde uyandırdığı güven hissi nasıl oluştu?
Yarışmadaki jüriler metni Kubilay Karslıoğlu’na iletiyorlar ama bu şekilde çok kişiye ulaşıyor metin. Devlet Tiyatroları olmasının en önemli sebeplerinden biri Kubilay Karslıoğlu’nun metni seven ve yücelten bir yönetmen olması. Daha önce yönettiği oyunlar arasında Bertolt Brecht, Berkun Oya gibi isimler vardı ve yönetmenin bu her zaman metnin yanındaki duruşu beni rahat ettirdi.
Kubilay Karslıoğlu
- Oyunu ilk izlediğinizde ne hisettiniz? Kubilay Bey metninize ne kadar müdahale etmiş ya da sadık kalmış?
Tabii yazar bu süreçlere ne kadar dahil olabiliyor bilmiyorum ama İstanbul'da bulunsaydım belki provanın ilk aşamalarında ya da okuma provasında olabilirdim. Fakat ben oyunu prömiyerden bir gün önce izledim.
Hoca zaten metni çok sevdiği için ben metni zedeleyici müdahalede bulunmayacağını hissediyordum. Tabii ki bir yönetmenden bunun teminatını beklemek bunu istemek söz konusu olamaz. Burada yaratıcılık ve ilhamın birleşmesi söz konusu ve bu sanatın, bu işin zevkli taraflarından da biri bu, biliyorum. Ama metni ön plana çıkarıp onu baz alarak ilerleyeceğini hissediyordum. Oyunu gördüğümde de gerçekten böyle olduğunu gördüm. Çok minimal değişiklikler vardı.
Beni ilk önce tedirgin eden değişiklikler oldu. Örneğin başında ve sonunda form olarak bir müdahale vardı. Fakat şimdi geri dönüp oyunun ilk haline baktığımda yapılan değişikliklerin mantıklı olduğunu gördüm. Ama dediğim gibi zaten çok minimal değişikliklerdi, anlamsal olarak hiçbir kayma yok.
Tabii metnin kendi bir ritmi var. Oyun oynandığında da metnin kendi ritmini bulması zaman alıyor çünkü tek kişilik bir oyun bu. Burada yönetmen yazar ve oyuncu gerçekten bir üçgeniz. Ben oyunu ilk gördüğümde çok mutlu oldum ve rahatladım.
Metnimin iyi bir sanatsal ifade bulduğunu, çok iyi bir ekiple buluştuğunu hissettim. Çünkü ne oyuncuyu tanıyordum ne dekor ne ışık… Tabii ki daha önce işlerini izlediğim kişiler var ekipte fakat, benim oyunumla neler yaptığını görmek, bana düşündüğüm gibi gerginlik hissinden ziyade oyunsu bir his verdi. Çok hoşuma gitti bu.
İlk oyunum olduğu için de ben ne hissedeceğime çok odaklanıyordum ve onu da merak ediyordum. Belki benim sonraki oyunlarım olsa aynı şekilde hissetmem. Artık ekibin eline bırakmış olurum ya da kendi metnimle alakalı belki daha rahat hissederim. Fakat o aşamada da bu, benim için çok rahatlatıcı mutluluk verici bir ilk oldu.
- Çarpışma önümüzdeki sezon yine repertuvarda olacak mı?
Hiçbir fikrim yok ama oyun merak ediliyor, izlenmek isteniyor. Afife Tiyatro Ödülleri sayesinde görünürlüğü, duyulurluğu çok arttı. İyi ki Afife var!
TIKLAYIN | 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nin jüri başkanı Prof. Dr. Merih Tangün: Tiyatro bence de altın çağını yaşıyor ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var |
- Otomatik Portakal adlı oyundaki tasarımıyla 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri Işık Tasarımı ödülünü alan Yakup Çartık sizin oyununuzun da ışık tasarımını yapıyor. Çarpışma’nın ışık tasarımı da çok konuşuldu, oyununuza başka bir boyut kattığını düşünüyor musunuz?
Bunlar bir yazar olarak benim hayalimin ötesindeki şeyler. İçgüdüsel olarak en küçük imkanlarla yapılabilecek şekilde ben oyunumu yazdım. Ama dekor da ışık da bütün elementler, oyunun sanatsallığına gerçekten büyük katkıda bulunuyor ve oyunu benim hayalimin ötesine geçiriyorlar.
Yakup Çartık | 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri töreninde
- İlk kez o yıl sergilenmiş olan en başarılı yerli oyunun yazarına verilen Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’nü kazandınız ve bu ödül Türkiye'deki en prestijli ödüllerden birisi. Yine Can Atak da sergilediği performansla Yılın En İyi Erkek Oyuncusu adayıydı. Yazdığınız ilk metinle bu teveccühü almanız omuzlarınıza daha başka sorumluluklar da yüklemiş olmuyor mu? Acaba ‘bundan sonraki projelerim ilki gibi olmazsa’ endişesi taşıyacak mısınız?
Normalde de ben kendime karşı böyle bir baskıyla ürettiğim için bende tam tersi etkide bulunacağını düşünüyorum. Zaten elini çok sıkı tutan biri olduğumdan dolayı böyle bir ödülün beni biraz gevşetip daha özgür hissetmemi sağlayacağını, daha çok üretmeme sebep olacağını düşünüyorum.
Şimdi hem kendi yazdığıma hem de bunun görülebilme ihtimaline güven duyuyorum. Beni korkutmaktan ziyade cesaretlendiriyor ve hafif hissediyorum. O sorumluluk her zaman hissettiğim bir şeydi. Şu anda da yeni bir şey çıkarmak için acele etmiyorum. Gerçek ve pür ilhama inanıyorum, kariyere değil sanata inanıyorum Bunlar değişmeyecek bence. Ama oyun alanım genişledikçe ben de rahatlayacağım diye düşünüyorum ve bu ödül, oyun alanımı genişletecek, oyun arkadaşlarımı çoğaltacak diye umuyorum.
- “Acele etmiyorum” dediniz ama merak ediyorum, ödülden sonra kitaplığınızda ya da bilgisayarınızda taslak olarak duran metinleri gözden geçirmeye başladınız mı?
Tabii ki ödül bir heves doğuruyor. Onları da gün ışığına çıkarabilme düşüncesi onların üzerine çalışma şevkimi de arttırıyor. Kim boşuna bir şey yapmak ister ki?
Ben yazmasam da kendi hayal dünyamda, kendi hikâyelerimle yaşamaya devam ediyorum ama onları başkaları ile buluşturabilmek için bana bir sebep olması lazım. O fikirlerimi ortaya çıkarmak için hevesli ve heyecanlıyım ama aynı özenle ilerlemek için şimdilik temkinli davranıyorum.
Müge Oskay | 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri töreninde
- Türkiye tiyatrosuna dair düzelmesini dileğiniz neler var?
Tiyatro alanındaki kadın üreticilerin, yönetmenlerin, yazarların entelektüel anlamda daha eşit görülmesini diliyorum. Fakat bu sadece Türkiye ile alakalı değil dünyada da derinlerde yetiştirilmeyle alakalı olarak işlemiş bir önyargı var.
- Kadınlara karşı olan önyargıdan bahsediyorsunuz…
Evet, tabii ki. Burada bahsettiğimiz; tiyatro yapan, sanat yapan, edebiyat yapan insanlar aslında en eğitimli ve belki de kendini en geliştiren kesimlerden kişiler dahi olsa çok derinlere işlemiş bazı önyargılar var. Bir kadın olarak sizinle çalışırken, sizinle konuşurken daha farklı ele alındığını düşünüyorum. Bunu daha önce sadece öykü yazdığım, edebiyat alanında ürettiğim zamanlarda da hissediyordum.
Bir erkek sanatçı üretim yaptığında bütünsel bir eser olarak görülüyor ama bir kadın bunu yaptığında bir girişim, bir deneme olarak görülmeye daha çok yatkın olunduğunu düşünüyorum. Entelektüel olarak denk görülmüyor, denk şans verilmiyor. Bunun aşılmasını umut ediyorum.
Örneğin ben de oyunculuktan geldiğim için kadın oyuncuların, oyunların bir süsü olarak kalmasından çok rahatsız oluyorum. Tiyatroda ağırlığı olanların erkeklerin isimleri olup bu tiyatrolarda kadınların gelip geçici olması, yerleşik oyuncular olmaması benim dikkatimi çekiyor. Küçük bağımsız oluşumlarda bu hiyerarşi aşılabiliyor, kollektif ve daha eşit üretim yapılabiliyor. Genç jenerasyonun yaptığı yeni çalışmalarda bunu gözlemliyorum ama bunun herkes için değişmesini isterim.
Kadın tiyatrocuların da kendi işlerini yapmak zorunda kalmadan, başkaları tarafından yaptıkları işlere entelektüel olarak güven duyulmasını, sadece erkeklerin erkeklerle dayanışması yerine kadınlara da aynı eşitliği hissettirmelerini isterim. Umarım ben de bu anlamda bir şeyler yapabilirim.
- Sadece tiyatro yaparak maddi olarak hayatta kalabilir misiniz?
Kesinlikle mümkün değil. Bu dünyada da daha kötü bir noktaya varıyor. Örneğin pandemi döneminde, tiyatro sektörünün çok gelişmiş olduğu ülkelerde de aktif olarak çalışan tiyatro üreticilerinin çaresiz kaldıklarına çok tanık oldum. Bu gerçekten hâlâ bir fedakârlık meselesi. Tiyatro yapmaya devam etmek için tiyatroya duyduğun aşk, yaşayacağın zorluklar ve sıkıntılarla dengelenecek kadar büyük olması lazım.
Sanatçı dediğimiz şey hassas bir varlık aslında. Böyle bir mücadele içerisindeyken çok kırılabilir, dökülebilir bu hassas ruh. Bu yüzden bunun altından her zaman belki en iyiler, en yetenekliler değil de daha dayanıklı olanlar ya da buna hazırlıklı olanlar kalkıyor da olabilir. Bu yüzden yetenekli insanların, özel insanların, tiyatro aşkıyla üretmek isteyenlerin ancak birbirimize destek olursak belki hâlâ tiyatro yapmaya devam edebileceklerini umut ediyorum. Böyle bir güven ve birlik ancak bu zorlukları dengeleyebilir herhalde.