Birleşmiş Milletler’i suçlamak kolaycı yaklaşımdır
Tarih boyunca tüm savaşların ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımı gören insan toplumu, 77 yıl önce siyasi aklını doğru yönde kullandı ve Birleşmiş Milletler (BM) sistemini yarattı.
Bugün 193 devlet BM üyesi. Barış, güvenlik, istikrar, sürdürülebilir kalkınma, insan hakları ve sosyal adalet, insani yardım, iklim krizi ve aklınıza gelebilecek tüm uluslararası sorunların çözümü için tek küresel forum.
Önceki yazımda BM’nin ne olduğunu ve ne olmadığını, neleri başardığını, hangi hedeflerin neden gerçekleştirilemediğini ayrıntılı olarak izah etmiştim. BM’nin yargılanması gerçek verilere ve doğru bilgilere dayanmalı.
BM’nin 77 yıldır yaptıklarını bilmeden ya da görmezden gelerek BM’nin yargılanması kolaycı yaklaşım, popülist anlayışın ürünü. Popülizm tarih boyunca hiç bir ulusal ya da uluslararası soruna çözüm getirmemiş, yarar sağlamamış, bundan sonra da sağlaması beklenemez. Popülizm bence çağımızın en ciddi sınamalarından, en tehlikeli silahlarından biri. Dar ve bencil çıkarlara, eşitsizliğe ve ayrımcılığa hizmet eder. Ne yazık ki, siyasetin yanı sıra, medya ve akademi dahil genişleyen bir alan bulması da ayrıca kaygı verici.
BM karar vermez, devletlerin aldığı kararları uygular. BM’nin kararları uygulayabilme yeteneklerinin sınırları, devletlerin sağladığı (ya da sağlamadığı) kaynaklardır. BM’ye sahip çıkması gereken, BM’nin etkin işleyişinin sorumlusu üye devletlerdir.
BM’nin de eksikleri ve iyileştirilmesi gereken mekanizmaları var. BM’nin kuruluşundan bu yana ve özellikle son 30 yıldır yoğun şekilde müzakere edilen reform sürecinde beklenen ilerlemenin gerçekleşememesinin sorumlusu kim? Uzlaşı anlayışıyla müzakere iradesine sahip olmayan ya da bu yönde yeteneklerini kaybeden üye devletler değil mi?
Bu konuyu 1953-1961 döneminde BM Genel Sekreteri olan Dag Hammarskjöld’ün bir sözü ile tamamlayalım: “BM insanlığı cennete götürmek için değil, cehennemden kurtarmak için yaratıldı.” (The UN was not created to take mankind to heaven, but to save humanity from hell.)
İsveçli diplomat Hammarskjöld, BM Genel Sekreteri olarak ikinci döneminde 1961’de Kongo krizi bağlamında ateşkes sağlanması ile ilgili müzakerelere giderken Rodezya’da (şimdi Zambiya) uçağının düşmesi ya da düşürülmesi sonucunda ölmüştü.
BM sahnesi, çok taraflı diplomasi ve müzakereler yoluyla kurallara dayalı sistemin korunması, barış, güvenlik ve istikrarın sağlanması için yerinde duruyor. Şimdiye kadar etkinliğini gösterebilmiş senaryolar da var. Sorun, senaryoya uymayı kabul etmeyen oyuncuların ikna edilebilmeleri, iradelerinin yönlendirilebilmesi.
BM’ye sahip çıkalım. BM’yi popülist anlayışla yıpratmaya çalışmak yanlıştır.
Uluslararası düzenin evrimi
BM sisteminin merkezinde yer aldığı uluslararası güvenlik mimarisi 77 yılda çeşitli sınamalardan geçti. Soğuk Savaş dönemi ve iki kutuplu düzen; Sovyetler Birliği’nin sahneden ayrılması ve bir süre tek kutuplu dünya; yeniden süper güç olarak uluslararası sahneye dönme iddiası yükselen Rusya; süper güç olma eşiğine gelen Çin; uluslararası diplomaside daha etkin olma yetenekleri gelişen Hindistan ve diğerleri...
Yani çok kutuplu düzenin doğum sancıları...
İhtiyaç duyulan en önemli araç, mevcut ve potansiyel gerilim ve çatışmalara çok taraflı diplomasi ve müzakereler yoluyla ve uzlaşı anlayışıyla çözüm bulunması.
Yani diplomasiye yeterli fırsat verilmesi.
Doğrusu bu, tersi yanlış.
Savaş ve yanlışlar dizisi
Bu konuya ilişkin her yer yazımda kuvvetle vurguladım, bu bölüme de aynı vurgu ile başlayalım.
Putin yönetimindeki Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal amaçlı savaş insani değerlerin ve uluslararası hukukun vahim bir ihlalidir. Hiç bir neden büyük insani trajediye yol açan bu saldırı için gerekçe olamaz. Bu suçun sorumluları uluslararası hukuk önünde hesap vermelidir. Benzer niyet taşıyanlar için caydırıcılık sağlanmalıdır.
Keşke zamanı geri çevirebilsek ve diplomasiye fırsat vererek bu savaşın çıkmasına ön alabilseydik. Çok geç, bu mümkün değil. Şimdi bugüne ve geleceğe bakmak durumundayız.
Yanlışlar dizisinin başlangıcını belirlemek zor, bu yazının kapsamını aşar. Bir yerden başlayalım.
2014’te Kırım’ın işgali ve ilhakı yanlıştı. Öncesinde buna yol açan başka yanlışlar da var ama oraya dönmeyelim, sonrasına bakalım.
BM Güvenlik Konseyi’nin 17 Şubat 2015 tarih ve 2202 sayılı kararına eklenerek uluslararası hukuk açısından bağlayıcılık kazanan Minsk Anlaşmaları’nın uygulanamaması da yanlış oldu. Taraflar yapıcı yaklaşabilse ve alandaki gerçeklere uygun bir çerçeve oluşturan Minsk Anlaşmaları uygulanabilseydi, 24 Şubat 2022 öncesinde farklı bir zemin oluşabilir miydi?
24 Şubat öncesinde Rusya ile temaslar ve müzakereler diplomasiye daha çok fırsat verilerek sonuç alıcı bir yaklaşımla yürütülebilir miydi?
Ukrayna’nın NATO üyeliği gerçekçi bir hedef miydi? Ukrayna, iç dinamikleri ve Vaşington Antlaşması standartları bakımından NATO üyeliğine hazır mıydı?
NATO’nun buna neden ihtiyacı vardı? Bunda ısrar edilirse Rusya’nın bu yönde gelişmelere yol açabileceği hesaplanamadı mı?
Rusya’nın savaşı göze alması durumunda Batı’nın bugün yaptığından daha fazlasını yapamayacağı dikkate alınmadı mı?
Olan Ukrayna halkına oldu, sekiz milyon Ukraynalı ülke içinde yerlerinden edildi, altı milyon Ukraynalı farklı ülkelerde mülteci oldu. Milyonlarca insan evsiz kaldı. Binlerce sivil ve asker ölüyor, yaralanıyor. Uluslararası insani hukuk yok sayılıyor. Günümüzde savaşın acımasız yıkımının bu düzeyde yaşanabileceğini aklımıza getirmek istemezdik.
Ukrayna’nın güvenli koşullarda siyasi, ekonomik ve sosyal olarak yeniden yaşanabilir duruma dönmesi kaç yıl alacak?
Yanlışlar devam ediyor. Sözde stratejik hesaplara dayalı siyasi söylem ve uygulama, savaşın tırmanarak devam etmesine, insani trajedinin boyutlarının büyümesine yol açıyor.
Ukrayna silahlandırılarak savaş durdurulabilir mi? Rusya’nın bu şekilde dize getirilerek Ukrayna’dan çekilmesi sağlanabilir mi?
Rusya’nın bu aşamada hedefi nedir? Gelinen noktada işgal etmekte olduğu Donbas kuşağını Kırım ile birleştirmekle yetineceği düşünülebilir mi?
Rusya köşeye sıkışırsa nükleer seçeneğe başvurabilir mi?
CIA Direktörü William Burns, 9 Mayıs’ta Financial Times ile yaptığı söyleşide, bu konuda somut bilgi bulunmamakla birlikte, “bu olasılığın hafife alınmaması gerektiğini” söylüyor. Moskova’da da büyükelçi olarak görev yapmış eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Burns, aynı söyleşide, 24 Şubat öncesinde Rusya’nın bu harekatı başlatacağını bildirdiklerini de hatırlatıyor.
Rusya büyük ölçüde gerçek olmayan ve zaten savaşa gerekçe olarak öne sürülemeyecek söylemini sürdürüyor. Böylece hesap yanlışını örtebileceğini düşünüyorsa yanılıyor.
Ukrayna bir gün “Rusya’yı bozguna uğrattık” diyor, ertesi gün “Ukrayna’nın beşte biri Rusya’nın kontrolünde ve işgal altında” diyor.
Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna bölgelerinin geleceği ne olacak? Rusya’nın 2014’te ilhak ettiği Kırım’ın Ukrayna’ya dönüşü beklenebilir mi?
Amerika’nın olası stratejik hedefleri konusunda değerli analizler okuyoruz. Hangisinin ne kadar doğru çıkacağını zaman gösterecek.
Avrupa çoğu zaman olduğu gibi uyumsuz, çok sesli koro görünümünde. Avrupa’nın savaşan taraflar ile siyasi, ekonomik ve kültürel bağımlılıklarını küçümsememek gerekir.
Çin sessiz ve derinden gelişmeleri kendi stratejik hedeflerine uygunluk açısından izliyor, gerekli gördüğü müdahaleleri yapıyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres gücü ölçüsünde sürekli savaşa son verilmesi ve müzakere masasına dönülmesi çağrısında bulunuyor, gelişen gıda krizinin yakın gelecekte ulaşabileceği vahim boyutlara dikkat çekiyor. BM mültecilere ve insani felaketle karşılaşanlara yardım için kaynakları zorlayarak çaba gösteriyor.
Uluslararası düzen tarihi bir dönüşümün eşiğinde. Çok taraflılık ve kurallara dayalı düzen darbe aldı, ama yıkılmadı. Ben güncel koşullara uyarlanarak reforme edilecek BM sisteminin uluslararası güvenlik mimarisinin temelini oluşturmaya devam edeceğine olan iyimserliğimi sürdürmek istiyorum. Belki de daha iyi bir seçenek düşünemediğim için. Bu iyimserliğime katılmayanların olacağını da biliyorum, göreceğiz...
Siyasette ideolojik hedefler olabilir, ama uygulama, hukuk zemininde nesnel verilere ve gerçekleşebilir hedeflere odaklanmalıdır. Yani “realpolitik” ve “hukuk” gelecek için iyimserliğin zemini olmalı.
Şimdi yapılması gereken, savaşın hemen durdurulması ve insani trajedinin daha da büyümesine son verilmesi. İnsan haklarına ve uluslararası hukuka saygı temelinde küresel barış, güvenlik ve istikrar, kimsenin popülist hedefleri için feda edilmemeli.
Erdoğan İşcan kimdir?Erdoğan İşcan, 1954 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Kültür Koleji ve ODTÜ'yü bitirdikten sonra 1978 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Erdoğan İşcan, halen çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor. İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi. Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti. Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra, Cenevre (Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi Daimi Temsilci Yardımcısı). Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve insan hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı. İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle: - Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018). - Oslo’da yerleşik demokrasi için eğitim ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik çalışan “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018). |