1999 yılından bu yana Türk - Yunan ilişkilerinde başlayan "yakınlaşma" süreci 2010'ların ortasından itibaren erozyona uğramaya başladı. Yunanistan'ın kurulduğu 19. yüzyıldan bu yana yaklaşık 200 yıldır iki ülke arasında yaşanan siyasi sorunlar hiçbir dönemde iki tarafı da memnun edecek şekilde kalıcı olarak çözüme kavuşturulamadığı için yakınlaşma yaşanan dönemlerde çatışma konuları buzdolabına konularak aşama kaydedilmeye çalışıldı. Fakat geniş bir perspektiften bakılınca sorunların dondurulması uzun vadede iki ülkenin çıkarları açısından da bir avantaj sağlamadı. Özellikle uluslararası siyasi konjonktürün keskin biçimde değiştiği dönemlerde bu sorunlar çözülmeye dahi bırakılmadan masaya geldi. Suriye İç Savaşı'nın başlamasından itibaren Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin yarattığı sorun, Türk - Yunan ilişkilerindeki görece uzun süreli yakınlaşmayı tehdit eder hâle geldi. İki ülkenin de aniden karşılaştığı bu sorunla nasıl baş edeceğini bilememesi ve iş birliği yapma konusundaki dirençleri, sorunu daha da kalıtsal bir hale getirdi. 2016 yılında Türkiye'de yaşanan darbe girişiminde Yunanistan'a sığınan darbeci askerlerin Türkiye'ye iade edilmemesi de ikili ilişkilerdeki olumsuz gidişe ivme kazandırdı.
Yunanistan'da etkisi halen görülmeye devam eden 2008 borç krizi, ülke siyasetini de istikrarsızlaştırmaya başladı. Yunan borç krizinin etkilerinin azalmaya başladığı dönemden itibaren Türk - Yunan ilişkileri Yunan iç siyasetinde araçsallaşmaya başladı. Yapılan bir araştırmaya göre, ilişkilerin görece normal seyrettiği dönemlerde Yunan medyasında Türkiye ile ilgili çıkan haberlerin, Türk medyasında Yunanistan ile ilgili çıkan haberlerden 10 kat fazla olduğunu göz önüne alırsak tansiyonun arttığı dönemlerde bu araçsallaşmanın kaçınılmaz olduğu aşikâr. Bilhassa son iki yıldır Türkiye'de de yaşanan ekonomik sıkıntılar, Türk iç siyasetinde de Yunanistan ile ilişkilerin araçsallaşmasına yol açtı. Bu noktada kara ve deniz sınırı olan iki ülkenin birbiriyle yaşadığı direkt sorunları karşılıklı konuşmak yerine Avrupa Birliği, Fransa, Libya gibi üçüncü aktörler üzerinden çözmeye çalışması diplomasinin ters yönlü işlemesine sebep oldu.
"Yeni demokrasi"nin dönüşümü
Covid - 19 salgınıyla beraber başlayan küresel boyuttaki sorun, dünyadaki birçok ülkeyi derinden etkiledi. Salgınla beraber, birçok ülkedeki karar vericilerin beceriksizlikleri, sağlık başta olmak üzere farklı konulardaki alt yapı eksiklikleri gibi durumlar gözler önüne serildi. Salgın kısıtlamaları esnasında birçok ülke kendi içine kapanarak, bu küresel sorunu lokal pansumanlarla çözmeyi denedi. Kısıtlamaların gevşemesiyle beraber iş birliğini öncelememiş ülkeler, uluslararası arenadaki diğer konularda daha keskin tutumlar almaya başladılar. Her ne kadar Türkiye ve Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz gerginliğinin tarihsel bir boyutu olsa da tansiyonun ani artışında salgın döneminde içe kapanmacı tavrın olduğu yadsınamaz. Şu anda Yunanistan Başbakanı olan Kyriakos Mitsotakis'in 2 yıl önce muhalefetteyken, SYRIZA - ANEL koalisyonu zamanında tırmanmaya başlayan Doğu Akdeniz'deki Türk - Yunan gerginliğine daha makul yaklaştığını ve o zamanki hükümete tansiyonu düşürme konusunda telkin verdiğini unutmamak gerekir. Yaşanan gerginliğin konjonktürel olduğunu anlamak açısından birkaç örnek daha vermek gerekirse; şu anda iktidarda olan Yeni Demokrasi Partisi'nde daha evvel Devlet Bakanı olarak görev almış Dimitris Stamatis 2 yıl önce katıldığı bir açık oturumda SYRIZA hükümetinin Türkiye ile yaşadığı gerginliğe atıfta bulunarak "Erdoğan'a Başbakan Çipras'tan daha fazla güveniyorum" diyecek kadar ileri gitmişti. Başbakan Mitsotakis'e yakınlığıyla bilinen Konstantinos Kouranakis ise, yine 3 yıl kadar önce muhalefet milletvekili olarak çıktığı bir yayında SYRIZA - ANEL hükümetini Ege'de provokatif davranmakla suçlayıp Türkiye'nin olası hamlesine karşılık verecek güçleri olup olmadığını sorgulamış ve "Ege'de oyun oynamayı bırakmaları" gerektiği konusunda uyarmıştı. Peki geçtiğimiz yıl Yeni Demokrasi iktidara geldikten sonra Yunanistan'ın savunma pratiğinde ne ölçekte değişiklikler oldu da Ege'de sükûneti telkin eden parti, tansiyonu arttırıcı bir tutum takınmaya başladı?
Yunan Başbakan Mitsotakis'in 12 Eylül'de Selanik'te yaptığı açıklamaya bakılırsa Yunanistan, yeni savaş uçakları ve firkateynler başta olmak üzere birçok savunma aracını önümüzdeki yıllarda envanterine katmayı hedefliyor. Günümüzde yaşanan gerginliğe direkt bir etkisi olamayacak bu gelişmenin tek bir anlamı olabilir: Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de uyguladığı zorlayıcı diplomasi hamlesine Yunanistan'ın "savunmada gelecek vizyonu" yoluyla cevap verme çabası. Ayrıca 2019 sonlarına doğru Yunanistan'ın Türk Akım projesinin dışında bırakılması da Mitsotakis hükümetinin Doğu Akdeniz konusundaki tutum değişikliğinin sebeplerinden biri olarak açıklanabilir. 8 Ocak'taki Türk Akım projesinin açılışından günler öncesinde Yunanistan'ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail ile EastMed için imzaladığı anlaşma da bunun en önemli göstergelerinden birisidir.
Doğu Akdeniz'de Covid - 19 çarpanı
Peki yakın gelecekte bizi ne bekliyor? Öncelikle Doğu Akdeniz'de yıllardır yaşanan gerginliğin kalıcı bir çözüme kavuşmadan bir anda ortadan kalkacağını düşünmek hata olur. Avrupa Birliği Liderler Zirvesi'nden Türkiye'ye yaptırım kararı çıkmamış olması Yunanistan'ın bir sonraki hamlesinde değişikliğe gitmek zorunda kalacağını işaret ediyor. Zirve öncesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)'nin Belarus'a yaptırım kararına destek karşılığında Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını önkoşul olarak masaya getirmiş olması, Helen diplomasisinin kredibilitesini zayıflatmış gibi görünüyor.
Türk - Yunan ilişkilerinin "soğuk barış" dönemlerinde olumsuzlukların göz ardı edilmesini sağlayan en önemli faktörler, iki ülkenin başta turizm olmak üzere ticari ve sosyolojik birçok konuda etkileşim halinde olmasıydı. Kadir Has Üniversitesi'nin 2017'deki araştırmasına göre Türkiye'deki elitlerin[1] yüzde 80'inden fazlası, Yunanistan'daki elitlerin de yüzde 60'ından fazlası iki ülke arasında yakınlaşma olmasını destekliyordu. Covid - 19 sebebiyle yaşanan seyahat kısıtlamaları, ticaret hacminin daralması, sosyolojik etkileşimi sağlayan sanat, spor, fuar, vs. gibi etkinliklerin ortadan kalkması iki ülke arasındaki gerginliklerde amortisör görevi ifa eden faktörlerin de devreden çıkması anlamına geldi. Dünya genelinde yaşanan içe kapanmacı tutum, popülist siyasetin kazandığı ivme ve gerçek olmayan haberlerin yaygınlığı gibi etkenleri de göz önünde bulundurunca Türk - Yunan ilişkileri çok katmanlı bir hırpalanmaya maruz kaldı. İki toplumun da kendi medyalarında objektif kaynak bulmakta sıkıntı çektiği bu dönemde Türk ve Yunan politikacılar tarafından çokça atıf yapılan "diyalog" mekanizmasının da kolay bir şekilde devreye giremediğini gözden kaçırmamakta fayda var.
Türk - Yunan ilişkilerinde pozitif bir dönemin başlamasını sağlayan İsmail Cem – Yorgo Papandreou diyaloğunun da aslında beyaz güvercin uçurdukları manzaradan ibaret olmayıp ne denli hararetli bir arka plana dayandığını hatırlamalıyız. İsmail Cem'in deyimiyle belki "Türk - Yunan dostluğu kolay bir iş değildir[2]" ama "İkili bir sorunu çözmek için iki taraf olması gerekir, tek taraf sorumlu tutulamaz.[3]"
Dr. Emre Metin Bilginer, Uluslararası İlişkiler
[1] İş dünyası temsilcileri, medya mensupları, diplomatlar, askerler, bürokratlar ve akademisyenler/düşünce kuruluşu temsilcileri.
[2] İsmail Cem, "Türkiye, Avrupa, Avrasya: Strateji, Yunanistan, Kıbrıs", Türkiye İş Bankası Yayınları, 2009.
[3] "Kaybeden Biz Olmayız", Milliyet, 10 Aralık 1997
https://www.milliyet.com.tr/dunya/kaybeden - biz - olmayiz - 5369637