Rüya ayrılık sahnesi
S- Artık olmuyor, yapacak bir şey yok kuzum.
C- Haklısın birbirimizi üzmeyelim
S- Evet denedik olmadı, çocuklarımız bizi mutsuz görmesin uzatmayalım ki onlar da huzursuz olmasın.
C- Doğru.
S- Cüneyt seni hep sevdim, sana hep değer verdim ve vereceğim. Yıllarımız güzel anılarımızla dolu, tanıştığımız günden beri güldük ağladık, eğlendik, tartıştık, deliye döndük, zorlandık, mücadele ettik, birlikte ebeveyn olduk, çocuklarımızı büyüttük, dışarıda olan bitenle ve yoklukla savaştık, seviştik, öpüştük, kızdık, bağırdık ama ilişkimizi güzel yapanlar bunlardı sanırım. Ben hepsi için sana çok teşekkür ediyorum. İyi ki seninle evlendim.
C- Ah tatlım, çok duygulandım. Esas ben sana teşekkür ediyorum, yine dünyaya gelsem yine bu evliliği ve bu olanları seçerdim. İyi günlerimiz ve kötü günlerimiz oldu, doğal olarak biz de savrulduk. gençtik, heyecanlıydık. Ama uzatmadan bitirelim ki herkes yoluna bir gidiversin. Sen harika bir kadınsın, annesin, eşsin. Ama biz buraya kadar getirebildik, ne yapalım.
S- Seni çok seviyorum Cüneyt. Anne babana, kardeşlerine ve ailene çok sevgilerimi ilet.
C- Ben de seni Sevda. Selam söyle arkadaşlarına ve ailene benden sevgilerimi ilet. Hoşçakal.
S- Hoşçakal.
Rüya gibi bir ayrılık konuşması. Rüya gibi ancak bu düzeye epeyce yaklaşan çiftler olmuyor değil. Nadir elbette, kısa bir an dahi olsa olabiliyor veya bir çift terapisi sürecinde boşanma müdahalesinin sonuna gelindiğinde belki. Ama böyle anlayışlı, böyle hakkaniyetli, böyle gerçekçi, aklıselim ayrılıkları ne evliliklerde, ne de ilişkilerde çok sık görmüyoruz.
Ayrılık neden bu kadar zor?
Nedenini etkileyen kişiye özgü sebepleri bu yazıda dışarda bırakırsak, genelde nedeni karmaşık değil aslında. Sevdiğin veya uzun bir süre bir duygusal yakınlık içinde olduğun birinden, bu ilişki biçimini bir daha sürdürmemek üzere ayrılmak, bir tür kayıp yaşamak gibi hissettirebilir insana. Göz göre göre birini kaybetmek gibi. Yada onu, yaşattığı büyük bir hayalkırıklığı ve kederle aniden kaybetmek gibi. Burada tek hafifletici gerekçe ilişki içinde yürümeyen aksaklıkları ve zorlanmaları, yolda ilerlerken görmek olabilir. Yani hastalığını ve iyileşemediğini gördüğün birini kaybetmek gibi.
Birisini ve onunla geçirdiğin zamandaki anıların tekrarlanma ihtimalini kaybetmek, geleceğe dair (örneğin yaşlılığa) birlikte kurulan hayalleri de kaybetmek... Onun için varsaydığın "o şöyle bir insan, o bana asla şöyle davranmaz" gibi bir takım inançları kaybetmek... Yaşamda bir kırılma gibidir...
Ayrılık zordur, orada yanındaki koltukta oturan birinin, artık orda oturmaması. Boşluk. Nerden bakarsanız bakın bir yandan da ölümü çağrıştırıyor. Sonu, her şeyin sonu olduğunu, her ilişkinin ve hatta yaşamın da bir gün biteceğini anımsatıyor.
Öte yandan bu ayrılığın acısını, kederini yaşamak yerine insanların çoğunlukla bilinçsizce öfkeyi kullandığını biliyoruz. Öfke ve saldırganlık, acı, keder ve yas yaşamaya göre insanı daha çok ayakta tutuyor gibi görünüyor, acı çekmekten daha kolay gibi. Bu sebeple bazı insanlar öfkelenerek, partnerini kötüleyerek, onu suçlayarak, eziyet ederek kendi acılarını yaşamaktan kaçıyorlar. Tartışma sağlıklı ve bir ölçüde yararlı olsa da öfkenin dozu ve eyleme vurulması kantarın topuzunun kaçtığı, artık geri dönülmez izler bıraktıran yerler.
Kayıpla yüzleşmek yerine suçlamak, öfkelenmek
Kendini biraz tanıyan bir insanın acısıyla yüzleşmesi, bu zor olsa bile suçlama, öfke veya şiddet yerine başka tür bahsetme yolları bulması mümkündür. Ayrılık veya boşanma bir kayıp ve yas sürecinin öncülüdür. İnsanın böyle zamanlarda sosyal ve duygusal desteğe ihtiyacı olur. "Partnerle çözülebilseydi bunlar olmazdı" bilgisinin hatırlanıp, aşırıya kaçan duygular için kişinin partnerinin değil, başka birisinin kapısını çalması ve yardım almayı tercih etmesi en makulu olabilir.
Evlilikten çıkmak, evlilikten ayrılmak, yani boşanmak biraz daha karmaşık ve zor. Evlilik gibi ilişkinin kurumsal haline dair atfedilmiş anlamların çokluğu, birlikte geçirilen zamanın, yakınlığın, iyi ve kötü gün yoldaşlığının, paylaşılan sorumlulukların fazlalığı bu acıyı daha da arttırıyor. Evliliğe atfedilen anlamlar, diyerek azımsamıyor bilakis önemli hale getirmeye çalışıyorum. Bir çok toplum gibi bizim toplumumuzda da evlilik kutsanmış bir yapı. "Aile toplumun en temel öğesidir", diye bir cümle giriyor ilkokulda kulaklarımıza. Dolayısıyla bir evlilik biterken "bir aile yıkılıyor" isimli bir trajedinin içinde kalıyor eşler, çocuklar, geniş aile üyeleri.
Bu evliliği kim veya ne bitirdi? gibi çetin bir soruya verilmesi beklenen hesaptan kaçmak isteyen eşler görüyoruz. Çok ağır bir bedel bu. Hele çocuk varsa daha da acıtıcı olabiliyor. Çocuk annesinden basından ayrı mı büyüsün? Çanta elinde ordan oraya mı sürüklensin? Erkek hafta sonu babası mı olsun? Anne çalışınca çocuğa bir de bakıcı (veya anneanne) mi baksın? Çocuk kimde kalsın? Çocuğu da mı düşünmüyorsunuz? Yapmasaydınız sabiyi?
Boşanma kararını nadiren eşler birlikte alır. Çoğunlukla birisinin fikridir, diğeri hırpalayıcı veya yıkıcı etkinliklerle partnerini boşanma fikrinden uzaklaştırmaya çalışır. Kimi zaman tehdit ederek, kimi zaman görmezden gelerek, kimi zaman kıskandırarak (evet garip ama bunlar oluyor). Boşanmaya daha istekli kişi mutlaka ve de kesinlikle kendini suçlu hissedecektir. Aileyi o yıkmıştır, bu vebal altında nasıl yaşayacaktır, çocuğa ve çevreye de açıklamaları kendisi yapacaktır. Daha da yolu düzlüğe çıkmayasıcadır.
İnsanların birbirlerini sevdikleri için ayrılmak istemediklerini söylediklerini daha az duyarız. Ayrılmak istenmeyen eş çoğunlukla ilişkiye verilen emekle; o eşe harcanan yıllarla (bu da çok ilginç evet); diğer eşin "her şey daha iyi olacak sanması" gafleti üzerinde durur. "Seni çok seviyorum, bu ilişkide kalmana yardım edecek bir şey elimden gelir mi? Seni incittiğim ve onarabileceğim bir şey var mı? İlişkimizde benim düzeltebileceğim bir şey var mı?" pek söylenmez. Bunun yerine daha sert ve kırıcı konuşmalar yapılır. Hele ayrılmak isteyen kadınsa (çoğunlukla böyledir, devam edemeyeceğini deklare eden kadın olur) anneliğine, kadınlığına işaret edilerek suçlanır ve kendini suçlu ve yetersiz hissederek, dönüp ilişkide kalacağı düşünülür.
Çocuğunu da mı düşünmüyorsun? Başka hayatlara mı özeniyorsun? Bu yaştan sonra başkalarıyla mı sevişeceksin? Neyin eksik? Benden iyisini mi bulacaksın? Senin bütün yetersizliklerine katlandım ben, şimdi bunu mu hakettim? Çocuğu rüyanda görürsün, velayetini ben alacağım, tek başına ölürsün artık kim alır seni boşanmış halinle.
Kadınlardan erkeklere gelen "lütfen ayrılmayalım, bir yolu var mı?" mesajları da: Git o kadınlara bak bakıyım o pis çoraplarını hangisi yıkayacak.Bu kapıdan çıkıp gidersen çocuğu göremezsin, velayeti vermeyeceğim, ve ona anlatacağım babasının ne mal olduğunu, öğrenecek. Sana saçımı süpürge ettim, bunu mu hakettim?
Kimi çiftler için gerçeklik payı olan bu cümlelerle çoğunlukla asıl söylenmek istenenin: Seni seviyorum ve ayrılmak istemiyorum, anlaşamıyoruz ve olmuyor ama bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyorum" olarak kayıtlara geçmesi mümkündür.
Boşanma ve etkileri hakkında ilerleyen zamanlarda yeniden yazmak üzere, bu yazı hakkında şöyle bir izahat vermem gerekir. Bu yazı boşanma karşıtı bir görüş içermemekle birlikte, boşanmanın en uygun çözüm olduğu ilişkilerin de bolca olduğunu söyleyen ve hatta eşlerin evliliğe yüklediği haddinden fazla anlam yüzünden boşanamamasını da tedirgin bir yerden izleyen bir görüş içerir.
Marriage Story
Netflix'de çok yakın tarihte 2019 yapımı bir film bize, bir boşanma işleminin acılı sürecini bir çok boyutuyla sergileyen bir pencere açtı. Oyunculuk becerileriyle ve kurgusuyla epeyce ilgi uyandırabilecek film Marriage Story (Evlilik Hikayesi), bir çok ödüle aday gösteriliyor. (Bu arada gözlemim Netflix kendi başına bir sinema ve dizi fabrikası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.)
Film çok etkili bir girişle, evli bir çiftin birbirlerini tatlı tatlı tarif etmeleriyle başlıyor ve binlerce badireden sonra aynı yerde bitiyor. Bu bakımdan izleyiciyi masalda tutup oldukça etkiliyor.
Çift aslında bu yazının başındaki rüya ayrılık biçimine çok yakın bir yerden başlıyor boşanmaya. Ancak "boşanmayı bilmeyen çift" kendilerini bir biçimde bu işin kurdu olan tanınmış avukatların elinde buluyorlar. İlginç olan ise, nasıl olduğunu anlamakta zorlandığımız biçimde, bu süreçte birbirlerine gerçek birer düşman oluyorlar. Sanki, avukatlarının evire çevire hikayelerinden seçip çıkardığı parçalarla yüzleşerek ötekine karşı "kötü"leşiyorlar. Filmde sanki izleyiciden, çiftin ilişkisindeki romantizme ve ayrılmanın yarattığı zor duygulara bakması kadar, avukatlık mesleğinin icra ediliş biçimine ve boşanma avukatlığının geldiği insanı yutan tutumuna da bakması istenmiş.
Eşlerin birbirine söylediği sıradan sözler mahkemede avukatlar tarafından dile getirildikçe ve bir sanat eseri gibi öne çıkarıldıkça, eşler de, biz seyirciler de biraz utanıyoruz. Bize "ama onu o niyetle söylememişti, yuh bu cümleyi alıp ne biçim kullanmış" dedirtiyor. Hatta öyle ki, bizim için veya belki de eşler için bile gerçeklik giderek anlamından uzaklaşıyor ve kopuyor; onlar da avukatların perspektifinden bakıveriyorlar.
Çiftin en belirgin özelliği, birbirlerine karşı nezaketli ve iyi niyetli halleri iken, şiddetli bir dava sonrası, en başta anlaştıkları gibi avukatları devreden çıkararak çözüm yoluna gitmeyi tercih ediyorlar. Ve adamın evinde buluşan çift en sonunda o yapılmamış kavganın ve birbirlerine o güne kadar söylenmemiş sözlerin şiddetine maruz kalıyorlar. Yıkıcı biçimde birbirlerine evlilik boyunca söylemedikleri hem gerçek duygularını hem de birbirlerini inciteceklerini bildikleri biçimde hakaretlerini esirgemedikleri müthiş bir kavgaya tutuşuyorlar. (Aslında bunu belki de en başta yapmaları daha makbul olurdu. Bu kadar şiddetli olmayabilirdi de) (Yönetmen bu sahneyi iki günde çekmiş)
Sonra yeniden aklıselim kazanıyor ve vardıkları noktada bir uzlaşma ile (avukatlar için de artık çekiciliğini yitiren) davayı bitirip boşanıyorlar. Filmin sonunda iyi boşanmış, çocukları için görüşebilen, birbirlerini sevmeye devam edebilen bir çift olarak kendi hayatlarına dönüyorlar.
* * *
Peki film bize ne demek istiyor? Bazı psikanalitik yorumları şimdilik kendime saklayıp daha çok psikososyal mesajları inceleyeceğim. Tam emin değilim, ancak sanırım o kaçındığınız yüzleşme-kavga-tartışma yapılmalı, herkes kırıldığı yerleri, hislerini ve düşüncelerini diğerine söylemeli diyor. Yoksa "sağlıklı bir boşanma" olmasını beklemeyin, diyor. Hukuk ve evlilik gibi kurumsal konuların iki kişi arasındaki duygusal ilişkiyi tanımlama ve anlama derinliğinden uzak olacağını söylüyor. Çocukların hırpalanmaması için medeni bir biçimde kısa yoldan ilişkiyi bitirmek gerektiğini söylüyor. (Film senaryosuna dair bir eleştirim, çocuk bu boşanmada ortalıkta çok görülse de iç dünyasında olan bitenlere değinilmiyor. Belki de yönetmen şu doğrudan hareket etmek istemiştir: boşanmak yetişkinlerin işidir, çocukların ne istedikleriyle ilgili değildir. Ne karar çocuğa bırakılır ne de çocuk sürece karıştırılır.) Ancak elbette çocuk kollanır, doğrular sade bir dille anlatılır, anne-babaya düşmanlık geliştirmemesine özen gösterilir, onunla konuşulur ve dinlenir.
Film izlemesi keyif veren, daha iyisi her iki partnere de eşit bir yerden yakınlaşabileceğiniz bir film. Ne iyi ki bu bakış açısı, birini suçlamadan izlememize yarıyor. Bu olanların birisinin kabahatinden kaynaklanmadığını, ilişkinin geldiği noktadan kaynaklandığını anlıyoruz. Seyirci bir ilişki terapisti gibi izliyor filmi. Senaryo kesinlikle boşanma deneyiminin kendisinden doğrudan yazılmış gibi. Oldukça gerçekçi. Bizi gerçekçiliğiyle de içine çekiyor. Öyle ki yönetmenin şu açıklamayı yapması gerekmiş, "filmin benim hayatımla hiç bir ilgisi yok".
Yine de benim aklıma son zamanlarda elime aldığım Tim Parks'ın Yaşam ve Yapıt kitabını hatırlattı.
TIKLAYIN - İlişkiler: Anne baba mıyız, karı koca mı?
TIKLAYIN - İlişkiler-2: "Beni taşısın istiyorum!"
TIKLAYIN - İlişkiler-3: Yürüyorum sana doğru!
TIKLAYIN - İlişkiler-4: Evladiyelik bariyerlerimiz
TIKLAYIN - İlişkiler-5: Biraz yakına gel... Orada dur... Çok da uzaklaşma...
TIKLAYIN - İlişkiler-6: Teker teker katlediliyoruz her gün ve her gün yeniden doğuyoruz erkeklerin dünyasına...