Kritik bir dönemde DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, İstanbul’da benim de aralarında bulunduğum on sekiz basın kuruluşunu temsil eden gazeteciyle bir araya gelerek Kürt meselesinin çözümünde "yeni bir süreç mi" sorusuna yanıt verdi. Eski HDP Eş Başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile cezaevinde yapılan görüşmenin hemen sonrasında yapılan bu görüşmede, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ‘durduk yere, anlık dürtü ve keyfe keder olmayan’ el vermesinin ne anlama geldiğine ilişkin soruları, 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci ile kıyaslayarak cevapladılar.
DEM’li yöneticiler Çözüm Süreci’nin bir benzerinin olmayacağının farkındalar. Köprünün altından çok su aktı ve dengeler değişti. Nitekim Kürt meselesini Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı görmeyen aktörler, aynı nehirde iki kez yıkanamayacağı tecrübesine sahipler. Bunu da yazmıştım.
Ne oluyor sorusuna ilişkin "Kürtler kandırılıyor" ya da "Osmanlı'da oyun bitmez" kaygılarına karşı özgüvenliler DEM Eş Başkanları… Yüz yıllık Kürt meselesinin çözümüne ilişkin yeni gelişmelere açıklar. Ez cümle DEM Parti, Bahçeli’den gelen sürpriz el sıkışma diplomasisine bir anlam yüklüyorlar ama samimi adımları görmek kaydıyla…
O adımlar onlar için net… Hasta tutuklulara ilişkin yaklaşım, Gezi ve Kobani davasındaki hukuksuzlukların giderilmesi, 43 aydır kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılıp kaldırılmayacağı ve DEM Partili belediyelere kayyum atanıp atanmayacağı… DEM Parti, her an her şeyin olabileceğini düşünüyor. Devlet ve AKP’nin bir planı olduğu kanaatinde. Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısının da bunun bir parçası olduğu görüşünde. Bu nedenle DEM milletvekili Ömer Öcalan’ın amcası Abdullah Öcalan’la görüşmesi şaşırtıcı olmaz. Zira Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’ın meseleyi kamuoyuna net aktaramadığı konusunda şikayetleri olduğu konuşulmuştu.
Bakırhan ve Hatimoğulları’nın verdiği yanıtlarda altını çizmem gereken bir nokta da CHP’ye önemli bir rol biçmeleri… CHP’nin Kürt meselesinin çözümünde ne söyleyeceklerini duymak istiyorlar. 31 Mart seçimlerinden yüzde 37 oy oranıyla birinci parti olarak çıkan CHP’nin TBMM çatısı altında kurulmasını istedikleri bir ‘barış komisyonu’nun başkanlığını yürütmesinin iyi olabileceğini ifade ediyorlar.
Demirtaş’ın yaklaşımına dair de bilgi veren Eş Başkanlar, Demirtaş’ın barış sürecinin başlayabilmesi için vereceği ilk refleksin tecridin kaldırılması olacağını söylediğini aktardılar. Üç saate yakın süren soru-cevap toplantısından edindiğim genel izlenim şu: DEM Parti süreci anlamaya çalışıyor, "kandırılacaksınız" korosunun sesini duysa da Kürt meselesinin siyasal çözümüne imkân verecek her gelişme, girişim için sonuna kadar siyaset yapacağını söylüyor. Hasta tutuklular, AYM ve AİHM kararlarına uyulması, demokratikleşme, Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması gibi konularda somut adımları "güvensizliği onarıcı" adımlar olarak görmeye hazır.
DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları’nın gazetecilerin sorduğu sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
“Bahçeli’nin elimizi sıkması beklediğimiz bir şey değildi”
Bahçeli’nin gelip elimizi sıkması, Türkiye barışının sağlanması gibi bir açıklama yapması beklediğimiz bir şey değildi. Grup Başkanvekilimiz Gülistan Hanım yanımda duruyordu. Kulağıma eğilerek "Başkan Bahçeli iki defa mimikleriyle selam vermeye çalıştı" dedi. Ben de "Niye sana selam versin, başka yere bakıyordur" dedim. Meğer doğruymuş. Belli ki orada olan bir şey değil. Bence önceden çalışılmış, kurgulanmış, hesaplanmış, tartışılmış bir şeydi. Sayın Bahçeli’nin uzattığı eli itmezdik. Kendimize güveniyoruz, öyle bir gelenekten geliyoruz. İyi de yaptı gelerek. Önemsiyorum her şeyden bağımsız. Meclis’te siyasi partilerin tokalaşması, bir araya gelmesi, konuşması, meseleleri müzakere etmesi kadar doğal bir şey yok. Yoksa Meclis’in bir anlamı kalmaz.
“Anlamaya çalışıyoruz, güvensizliği onarıcı adımlara ihtiyaç var”
Henüz bir süreç mi değil mi onu bilmiyoruz. Yani resmi olarak bu işi başlatanlarla bir temasımız bir görüşmemiz olmadı. Gayri resmi yollarla da bir görüşme temas olmadı. Bir sürece ihtiyaç var mı, var. Fazlasıyla var. Hatta gecikildi. Ülke kan kaybediyor. Uzun süredir Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Türkiye'nin dört bir yanında emekçilerle, fabrika iççileriyle, üreticilerle esnafla, öğrencilerle, kadınlarla buluştuk. Herkesin bir rahatsızlığı var. Bir değişim talebi var. Kimse halinden memnun değil. Ekonominin gidişatından memnun değil. Herkes kaygılı, umutsuz. Sanırım bu tabloyu sadece biz görmüyoruz. İktidar toplumun ne düşündüğünü bizden daha iyi takip ediyor. Bence bir sürece ihtiyaç var ama bu o süreç midir, bir sürece evrilir mi emin olun biz de bu konuda bir şey bilmiyoruz. Ciddi bir güvensizlik var. Çözüm Süreci’ni yaşadık. Parti yöneticilerimiz göz altına alınıyor, tutuklanıyor. Cezaevlerinden hasta tutsakların cenazesi geliyor. Biz de ne olduğunu izlemeye anlamaya analiz etmeye çalışıyoruz. Sayın Öcalan’la bir görüşme oldu mu bilmiyoruz. 43 aydır ciddi bir tecrit var. O görüşmelerin sonucu mu ondan da emin değiliz. Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu, değişim talep ettiği, yeni bir umut yeni bir ışık görmeye çalıştığı bir süreçteyiz. Bu konuda bir samimiyet görebilirsek, güvensizliği onarıcı adımlar görebilirsek… DEM Parti’nin varlık gerekçesi diyalog, müzakere ve meseleleri oturup konuşmak, bir yol bulmak ve toplumsal barışı sağlamaktır. Bunun için varız. Bir yol temizliğine ihtiyaç var. Mesele sadece el uzatmak, tutmakla ilgili bir durum değil. Umarım iktidar, kalmışsa bir devlet aklı, hem içeride hem dışarıdaki bu gelişmeleri dikkate alarak Türkiye'nin toplumsal barışına katkı sunacak bir zemin açar. Biz dünden hazırız. Tabii biz de aktörüz. Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak üzerimize düşen bir sorumluluk varsa tabii ki yerine getiririz.
“PKK’ye talimat verecek bir noktada değiliz”
Sayın Bahçeli'nin dediği gibi PKK’ye talimat verecek, şunu yap diyecek bir noktada değiliz. Sanırım bunu herkes biliyor. Bizim işimiz de değil. Eğer bir çözüm düşünülüyorsa çeşitli aktörler var. Orta Doğu’yu ilgilendiren bir sorun. Sadece Türkiye ile sınırlı olsaydı. Bahsedilen şeylerle sınırlı olmadığı için bütünlüklü tartışılması gerekiyor. Gerçekten samimi bir süreç isteniyorsa bütün aktörler ve kurumların dikkate alınması gerekiyor.
En önemlisi de adına Çözüm Süreci denilen süreç gibi olmamalı. Toplumdan kaçırılmamalı, açık, şeffaf olmalı. Bir şey olacaksa kamuoyunun gözü önünde olmalı. Hep birlikte bir araya gelip tartışmalıyız. Bu süreç Türkiye halklarının tamamının lehine bir süreç olur.
“Barış olmalı ama sözsel değil özsel olmalı, bir pratiğe dayanmalı”
Gazeteci Amberin Zaman’ın haberiyle ilgili bizde teyitli bir bilgi yok. İmralı ile görüşmeler oluyor mu olmuyor mu, onu da İmralı’dan haber alamadığımız için bilemiyoruz. Bütün çatışma süreçlerine dönüp baktığımızda çatışanlar önce görüşür ve demokrasi güçleri de bu konuda aracı olur. DEM Parti demokratik zeminde kendi misyonu ve rolünü oynayacak. Gerçekten bir çatışmasızlık ve çözüm sürecinde bir samimiyet varsa, İmralı ile varsa bir görüşme, görüşülmüşse bunun açığa çıkmasını sağlamak da kayyım rejimini uygulayanların bundan vazgeçmesi gerekiyor.
"Öcalan mı Demirtaş mı ikilemi yaratılmak isteniyor"
Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Selçuk Mızraklı ile görüştük. Öcalan mı Demirtaş mı ikilemi yaratılmak isteniyor. Demirtaş "Kimse ikilik yaratmaya kalkmasın. Barış sürecinin başlayabilmesi için ön koşul ya da ilk vereceğim refleks tecridin kaldırılmasıdır" dedi. Her üç arkadaşımızla ortaklaştığımız nokta şu; DEM Parti’nin durduğu zemin net, çerçevesi belli ve biz bu zeminden ilerleyeceğiz. Bu konuda mutabıkız kendileriyle. O da şudur; DEM Parti barıştan yanadır. Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engellerden birisidir. Bu sorunun çözülmesi Türkiye’nin demokratik ortamını rahatlatacak ve büyütecek. Ayrıca da bu savaşın ve çalışmanın ülke ekonomisine çok bir yükü var. Türkiye çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya iken buradan da ele alınmalı bu konu. Konuşmamız gereken bir konu da Orta Doğu’daki gelişmeler, Kızıl Deniz’de neredeyse bütün ülkelerin savaş gemilerinin konumlandığı bir dönemden geçiyoruz. Biz bu konuşmaları yaparken İsrail’in Gazze'ye dönük saldırıları başlamamıştı. Lübnan ve Ürdün’e sıçrama ihtimali olan bir savaş ve İran’ın savaşa çekilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönemde Kürt barışını sağlamak, dört parçada bu barışı sağlamak çok önemli. Orta Doğu kaynayan kazan, ateş her yeri sardı. Bu ateş çemberi öyle ya da böyle, ister göçmenlik meselesi, ister sınırların güvensizliği, isterse IŞİD, El Nusra gibi örgütlerin Türkiye’deki konumlanması ve Türkiye’yi üst olarak kullanıp hem bize hem de başka ülkelere verdikleri zararlar. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda İsrail bize saldırmasa da bir ateş çemberi içerisindeyiz. Türkiye aynı zamanda bu yeni enerji koridorlarında şu an için yok. Bütün bu gelişmeler karşısında biz şu teklifi hep yaptık, kürsülerden de yaptık. Türkiye Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözerse, bir model oluşturursa, aynı zamanda Suriye'de, Kuzey ve Doğu Suriye’deki statü meselesinin çözümüne katkı sağlarsa sadece Türkiye'nin demokratikleşmesine ve halkların yan yana durmasını sağlamış olmaz, bölge barışına da katkı sağlar. Dün olduğu gibi çağrımızı net olarak söylüyoruz. Kürt sorunu çözülürse bölgede rahat bir nefes alınır. Kürt, Türk, Arap kardeşliği, bu bölgenin çok ihtiyaç duyduğu konulardan biridir. Bunu sağlamak çok önemli. Bu süreç, ümit ediyoruz ki buna hizmet edecek bir yere evrilir. Şayet bir barış süreci konuşulacaksa sadece uzatılmış bir el üzerinden hareket edilmeyeceğini, somut adımlar atılması gerektiğini Demirtaş, Yüksekdağ ve Mızraklı arkadaşlarımız da dile getirdiler. Barış olmalı ama sözsel değil özsel. Bir pratiğe dayanmalı ve bir yol temizliğine ihtiyaç var.
“Yeni anayasaya indirgenemeyecek bir sorundan bahsediyoruz”
Bu ülkenin üç trilyon dolarını yutmuş bir sorundan bahsediyoruz. Ülkemizin üç trilyon doları güvenliğe, Kürt ana dilini konuşmasın diye harcanmış. Şuraya bağlanır mı bilmiyoruz. Anayasa için araçsallaştırılan, ne zaman yapılacağı belli olmayan bir seçim ön yatırımı gibi… Bu iki başlık bunu karşılamıyor. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu dar boğaz, içeride ve dışarıda yaşadıkları, Orta Doğu’daki ateşin ne zaman nerede hangi ülkeye sıçrayacağını merak ettiğimiz, kaygılandığımız bu süreçte en temel meselemiz konusunda iktidar ortağının bir şeyler söylemesi çok garip değil. Garip olan bir süreç olsun, açık olsun, şeffaf olsun, bu mesele çözülsün, araçsallaştırılmasın demememiz. Kaç gündü izliyoruz, gelişmeleri anayasaya bağlayan, bizim kandırıldığımıza kadar götürüyorlar. Parti olarak kaldırılsak Kürt halkı gidip oy mu verecek? Bir süreç olur mu bilmiyoruz ama önceki süreçlerden bir ders çıkarma durumu, bir okumamız var. Sayın Bahçeli’nin konuşmalarına bakılırsa sorunun muhataplarını da kendisi belirledi. Kandil’e, İmralı’ya, DEM Parti’ye çağrı yaptı. Tam da bizim dediğimiz gibi, bu sorun çok aktörlü, çok kapsamlı bir sorun olduğu için orada bir okuma var. Anayasa değişikliği ayrı bir mesele. Anayasa sadece siyasi partilerle yapılacak bir şey değil. Toplumsal bir sözleşmeden söz ediyoruz. Toplumun katılmadığı, Alevinin, Kürdün, gençlerin, kadının, diğer inançların kendisini tanımlayan bir anayasa DEM Parti evet dese ne olacak. Amed, Dersim, Kars evet diyecek mi? Bence biraz izlemek gerekiyor. Koşullar zorluyor ama bu ülkeyi yöneten akıl gerçekten bu süreci araç sallaştırmak mı istiyor, bir yere varmak mı istiyor, geçmişten dersler çıkararak samimi bir şekilde bu meselenin çözümü için bir yol mu buluyor, biz de bunu anlamaya çalışıyoruz. Samimi bir durum ortaya çıkarsa tabii ki yeni bir anayasa da yapılmalı. Biz samimi olan bir adıma, girişime yok diyecek bir siyasi parti, siyasi hareket değiliz. Cezaevleri bizlerle dolu. Kayyımlar bizlere, gözaltına alınan, soruşturma açılan, tutuklanan bizleriz. Katledilen biziz. Özel politikalarla, ikili politikalarla bölge resmen uyuşturucunu, fuhuşun, kriminal işlerin, çürütmenin merkezi haline getirilmiş. Böylesine ağır bir sonuç yaşayan, bu sorunların çözülmesini isteyen bir parti duyarsız kalamaz samimi ellere, girişimlere, söylemlere, adımlara… Onun için takip ediyoruz. Peşinen ret etme şansına sahip değiliz, tuzu kuru değiliz. Samimiyet görürsek de hiç kimseye sormak zorunda değiliz. Birisiyle de görüşürsek niye kapalı kapılar ardında görüşelim. Açıktan oturur görüşür ve kamuoyuyla da paylaşırız.
“Çözüm isteniyorsa şeffaf, açık olmalı, toplumdan kaçırılmamalı”
Biz süreci görmek istiyoruz. Süreç mi bilmiyoruz ama bir şeyler oluyor. Bu olan şeyin ne olduğunu biz de gelecek adımlarda göreceğiz. Biz adımların ne olduğunu net olarak ifade ettik. Yol temizliği dedik. Nedir bunlar; düşünün ki biz bir tweet yüzünden ömür boyu ceza verilmiş eş başkanlarımızla cezaevinde görüşüyoruz. Partimiz HDP hakkında kapatma davası açılmış. Barışı ve demokrasiyi biz hapishanede konuşuyoruz. Bu bile Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu anlatmak için yeter de artar. O bakımdan somut olan şey nedir? Biz AİHM kararlarının uygulanmasını hep söyledik. Hem Gezi hem Kobani tutukluları için AİHM kararlarının uygulanması bir göstergedir. İmralı tecridinin ortadan kalkması, orayla görüşmenin sağlanması Kürt sorunun çözümü için olmazsa olmazdır. Sonuçta DEM Parti’nin tek başına hükümetle oturup çözebileceği bir mesele değil bu. Çatışan kesimlerin görüşmesi gerekiyor. Bütün özgürlüklerin kısıtlandığı, yurttaşın boğazının sıkıldığı, kadın cinayetlerini yaşandığı bir dönemde Türkiye toplumunu rahatlatacak adımlara ihtiyaç var. Bu konuda atılacak adımlar elbette önemli olacak.
2009 Oslo ve sonraki süreci hep beraber yaşadık. Çözüm Süreci’nden farklı olmalı. Toplum da eleştiri yöneltmişti. Şeffaf değildi, kapalı kapılar ardında yürütüldü vs. Hepimizin etkilendiği mesele niye açık olmasın. Onu anlamak da zor. Açık olmayan şey muhtemelen bir sonuca gitmeyecek diye planlanıyor. Eğer bir şeyin çözümü gerçekten isteniyorsa şeffaf yapılır. Kırk yıllık bir savaş var, yarattığı dünya kadar sonuç var. Toplum bu sonuçların bedelini çok ağır ödüyor. Ama toplumdan kaçırılarak, iki siyasi parti ya da siyasi partiler içerisindeki aktörlerin bu meseleyi yürütmesi… Bunlardan bir sonuç alınmadı.
“Bahçeli başını koyuyordu, biz bedenimizi koyarız”
Bir önceki dönem gibi olmasın. Toplumun göz önünde yapılması gerekiyor. O dönem aktörler de farklıydı. Yani o dönem şu anda Türkiye’nin iç barışını sağlamalıyız diyen MHP o dönem sürecin tam karşısındaydı. Türkiye'nin birinci partisi de bu mesele karşısındaydı. Hatta farklı farklı örgütlenmeler siyasi partiler de bu mesele karşısındaydı. Aslında sadece biz değil, o süreci yönetenlerin tamamı dersler çıkarmalı.
Şimdi bir süreç olursa mevcut zemin buna çok uygun. Cumhuriyet Halk Partisi eğer annelerin göz yaşı duracaksa "Biz karşı çıkmayız" diyor. DEVA, Gelecek, Saadet Partisi’nin AKP’nin kurucu öncülerinin açıklamaları geliyor. Ama henüz topluma tam inmediği için toplumun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Yani oradan da bir basınç gelirse bu süreç bir yere evriltilebilir. Biz çok dersler çıkardık. Bahçeli’nin dile getirmesi önemli ama artık toplum sözlere doydu. 2024 emeklilerin yılı olacaktı ama emekliler perişan oldu. 2013’te Çözüm Süreci olacaktı ama Kürt’ün cezaevine girdiği, fabrikaların özelleştirildiği, yerine ovalara cezaevlerinin kurulduğu bir süreci yaşadık. Geçenler de Bahçeli de söyledi, siyaset mi silah mı? Silah orada ama biz siyaset yapıyoruz ve başımıza gelmeyen kalmadı. Siyaset kanallarını tıkayan kendileri. Diğer taraftan silah mı siyaset mi diyor! Bahçeli’nin söylemesi önemli ama sadece söylemeyi aşacak bir noktaya gelmesi gerekiyor. AYM, AİHM kararlarına uyulacak mı, seçilmiş milletvekilleri içeride olacak mı, kayyım atanacak mı bilmiyoruz. On beş gün sonra, bir ay sonra ne olacağını bilmiyoruz. En baştan reddetmek doğru değil. Belki gerçekten bu sürecin en önemli taraflarından biri olan iktidar da geçmişten dersleri çıkarmış olabilir. Aldatmaca, kandırmaca da olabilir. Bu sıkışık durumdan çıkmak, biraz nefes almak için gündem değiştirmek için de olabilir ama bunları söylemek için elimizde yeterince done yok. O nedenle izleyeceğiz. Biz kendimize güveniyoruz. DEM Parti izleyen bir durumda değil. Anlamaya çalışıyoruz. Özgüvenliyiz. Türkiye toplumu nefes alacaksa, demokrasi gelecekse biz buradayız.
"PKK’ye silah bırakın diyemeyiz, biz PKK’li değiliz"
PKK’ye silah bırakın diyemeyiz. Biz PKK’li değiliz. Onlar adına konuşamayız. Örgütün lideri tecrit altında. Örgütün elinde silah var ve bunun çözülmesi isteniyorsa başka bir şeylerin devreye girmesi gerekiyor. Ama demokratik bir anayasada, bu meselenin tartışılmasında, yasaların yapımında biz buradayız ve hazırlıklıyız. Biz bu işin içerisinde olan, mücadelesini yürüten insanlarız. Pasif bir durumda duruşta değiliz ama umut satmayacağız. Bu bir süreçtir, cezaevleri boşalacak, demokrasi gelecek, demokratik bir anayasa yapılacak, ekonomide adalet sağlanacak, İstanbul Sözleşmesi kabul edilecek, gençler içerisinde bulunduğu bataklıktan kurtulacak diyemiyoruz. Samimi, somut, net, sade… Sadece Kürtlerin değil Türkiye toplumunun, 85 milyonun lehine olan her şeyde biz gayet de muhatabız. Buradayız. Bu somut adımlar Kürt sorunu ile başlamaz da ekolojik kırımla ilgili bir mesele ile başlar. Emeklilerle ilgili bir mesele ile gelir. Demokrasiyle gelir, oradayız. Kendimize güveniyoruz. Tabanımız da güveniyor. Barış ciddi, onurlu bir iştir. Biz ne kimsenin onurunun kırılmasını isteriz ne de kendimizin vermiş olduğu mücadelenin bedellerinin onurunu kıracak bir davranışta bulunuruz. Onun için ölçerek, biçerek, tartarak konuşuyoruz. Emin olun bir ışık görürsek Bahçeli başını koyuyordu biz bedenimizi koyarız. Bu süreç kimi basın yayın organlarında tartışıldığı gibi bir aldatmadan kandırmadan ibaretse de zaten mücadelemiz devam ediyor. Hiçbir zaman çökmedik, sözümüzü her zeminde kullandık, direndik.
“TBMM’de barış komisyonu kurabiliriz ve başkanı da CHP’den olabilir”
Bütün vekillerimiz belli süreçlerde Öcalan’la görüşmek için başvurular yaptı. Avukatlarımız da yapıyor. Ömer Öcalan’la daha görüşmedik ama öyle bir şey olsaydı haberimiz olurdu.
Şeffaflıktan kastımız şu, barış görüşmelerinde belli başlı konularda evet biz görüştük, evet süreç başladı, belli başlı konularda şu kadar yol alınabilir diyebilmek. Türkiye’nin içindeki demokrasi güçleri, muhalefet partileri burada öyle bir şey yapılmalı ki mesela Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde barış temalı bir komisyon neden kurmuyoruz? Mesela böyle bir komisyon kurulursa Türkiye'deki grubu bulunan bütün siyasi partiler böyle bir komisyonda yer alır ve herkes bunun bir parçası olur. Barışın toplumsallaşması derken, bir adımı da budur. Böyle bir komisyon hızla oluşturulabilir. Bu sorunu nasıl çözebilir diye detaylı bir çalışma yürütebilir. Hatta birinci partinin bir temsilcisi o komisyonun başında olabilir. CHP’nin bu meseleye katkı sunması, karşı durmayacağını açıklaması kıymetli. Sırrı Süreyya arkadaşımız iki partinin genel başkanlarına teşekkür etti, ben de sizin aracılığınızla Özgür Bey’e teşekkür etmek istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olmadan bu iş olmaz. Ama ana muhalefet partisinin Türkiye’nin en önemli ve köklü sorunlarından biri hakkında mutlaka bir fikri olmalı, programı olmalı. Türkiye'nin birinci partisinin bir fikri yoksa bu anormal bir durumdur, eksikliktir.
Diğer yandan geçmişte bu meseleye kafa yoran yazan çizen bütün aktörlerle bir araya gelmeyi düşünüyoruz. Siyasi partileri de ziyaret edeceğiz.
“Kilit nokta Kuzeydoğu Suriye’dir, burada barış orada top tüfek olmaz”
Suriye’deki iç savaş sürecinde Türkiye Kürtlerle barışı sağlasaydı Türkiye’nin bölgede rolü farklı olurdu. Model olurdu. Oradaki çatışma ve savaşların bitmesi konusunda çok önemli bir rol oynayabilirdi. Suriye bu halde olmayabilirdi. İran’ın bu yayılmacı politikaları vs… Koşullar Çözüm Süreci’nden çok farklı. Orta Doğu’daki ateşin buraya sıçramaması için birlikte durmak en önemli güvenliktir. İHA, SİHA’ya yapılan yatırımlardan daha güvenlidir Kürtlerle Türkiye’nin yapacağı barış. Şimdi burada kilit nokta Kuzeydoğu Suriye'dir. Biz de önemsiyoruz. Burada barış eli orada top tüfek olmaz. Yüz yıl önce aynı köy aynı akrabalarız. Bir gecede oraya sınır çekiliyor, oraya Suriye, buraya Türkiye bayrağı dikiliyor. Oraya duyarsız kalın, girelim, katledelim, oradaki paramiliter, cihatçı güçler vs. İşte kırılma noktası tam da orada oldu. Yoksa burada Kürt meselesinin çözümünde burası en kolayıdır. Kürtler burada toprağa bayrağa dayalı bir şey istemiyor. Ana dilini özgürce konuşmak istiyor, eğitim almak istiyor. DEM Parti’nin Türkiye’nin bayrağı ile değerleriyle, sembolleriyle bir sorunu yok. Demokratik anayasa yapılırsa, yerel yönetimler reformu… Kürtler bir çözüm kardeşlik, birlikte yaşama inanmasıdır çözümü kolaylaştıran.
“Kürtlerle hasım değil hısım olma zamanı”
PYD tehdit değil, Türkiye’nin Suriye’deki meseleye bu kadar müdahil olmayıp, oradaki halkların kendisini nasıl yöneteceğine kendisinin karar vermesine saygı duyması gerektiğini düşünüyoruz. Kürtler ulus devlet meselesini geride bıraktı. Onun yerine demokratik ulus fikriyatıyla hareket ediyor. Ulus devlet olmak özgür olmak, mutlu olmak, demokrasinin saat gibi işlediği bir ortam demek değil. Nerede yaşıyorsak oradaki halklarla birlikte kendi kimliğimizle eşit yurttaş olmak istiyoruz. Bunun neresi tehdit?
Türkiye’nin 60 milyon Kürt’le hasım değil hısım olma dönemidir. PYD’den Türkiye’ye bir tehdit varsa somut ortaya koysunlar hep birlikte tavır alalım. PYD, El Kaide’den IŞİD’den daha tehlikeliyse biz de duralım. Türkiye’nin çıkarı Kürtlerle savaş değil. Toplum da yoruldu, bu sorun çözülsün istiyor. Bizim de Türkiye toplumunu irite edecek taleplerimiz yok. Halkımızın seçilmiş temsilcilerini hapse atmayın diyoruz. Bundan daha doğal, insani, hukuki, yasal bir şey var mı? Yerel yönetimlerle ilgili yerel demokrasiyi büyütelim diyoruz. Türkçe ortak iletişim dilimizdir, birleştiricidir ama Arap, Çerkes ana dilini öğrensin eğitimini görsün. Memleketi bölmez.
“MHP konusunda kırmızı çizgimiz yok, önemli olan sorunun çözülmesi”
Bir devlet organizasyonu bence en büyük meselesiyle ilgili her zaman hazırlıklı olmalı, tartışmalı konuşmalı. Sonuçta mahalle muhtarlığı değil. Orta Doğu’da bütün sorunların yaşandığı, vekâlet savaşlarının yaşandığı, bazı ülkelerin direk katıldığı savaşların çatışmaların olduğu yarın neye uyanacağımızı tahmin edemeyeceğimiz şok üzerine şokların yaşandığı bir yerde ben devlet olsam en önemli meselem için 24 saat teyakkuzda olurum. İzlerim takip ederim en uygun zamanda da o meselenin diyalogla çözülmesi için de büyük bir çaba içerisinde olurum. DEM Parti olarak biz de bu meseleye çalışıyoruz, durmuyoruz. Sadece Bahçeli ile başlaması şey oldu. Ama önemliydi… Geçmişte bu konuya muhalefet eden MHP’nin içinde olmasının toplum yararına olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kırmızı çizgimiz yok. Meselenin çözümü bizim kırmızı çizgimiz. Kimin yaptığı, önde olduğu ayrıntı… Barış olacaksa silahın bir anlamı kalmıyor. Barışın olacağı bir yerde başka araçlara niye ihtiyaç duyulsun ki… Bizim önceliğimiz bir sürecin samimi yürüyüp yürümeyeceğini anlamak. Bunu görürsek kim, ne yaptı ne dedi hangi adamı attı, bunlar önemli ama al-ver meselesi gibi de yaklaşmıyoruz. Meseleyi önemsiyoruz. Büyük titizlikle anlamaya çalışıyoruz. Bizim kimseyle, AKP, devlet ne derseniz deyin, direkt ya da dolaylı tek bir temasımız, fikir alışverişimiz yok.
Candan Yıldız kimdir?Candan Yıldız, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe HBB'de On'da On Haber program editörlüğü ile başladı. Kanal D, TV 8, Birgün Gazetesi, CNNTürk, İMC TV, Halk TV'de muhabirlik, editörlük, ana haber editörlüğü ve haber program koordinatörlüğü yaptı. Haber kanallarında çeşitli program formatları yarattı. Radyo ve Gazetecilik Ödülleri En İyi Program Ödülü/(1997), Çağdaş Gazeteciler Derneği En İyi Haber Program Ödülü/ (2002) ödülünü aldı. Avustralya'da SBS Türkçe Radyo Haberler servisine haber yaptı. "Öteki Sesler" isimli belgesel yaptı. "Dicle'nin Göz Yaşları" ile "Şiddete Karşı Anlatılar-Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri" ortak çalışmalarda yazarlık yaptı. T24'le birlikte internet gazeteciliğine adım attı. |