Berna Abik

25 Nisan 2021

Jilet Sebahat: Varoluş mücadelesini ortaya koyan herkes çırılçıplaktır benim için, Serdar Ortaç gibilerin bunu anlaması zor

Sahne ve fikir emekçisi Jilet Sebahat anlatıyor: Meclis'ten sokağa, her yerde çok fazla erkek sesi var. Erkeklerin sesini kesersek dünyanın akordu daha iyi bir yere gelecek…

Fotoğraflar: ÜzümPhotos

Hem doğumuna şahit olduğum hem de o doğmadan çok uzun zaman önceden beri tanıdığım biri var Beyoğlu'nda. Adı Jilet. Jilet Sebahat.

Jilet doğmadan çok önce; kendi imamı olup, hayatı boyunca taşımak istediği adı henüz kendi kulağına fısıldamamışken bile barda danslar etmişliğimiz var onunla. Çaldığı plakları dinlemişliğim ve kendi elleriyle yaptığı vegan kebap dönerinden yemişliğim var. İtiraf ediyorum; et yiyen biri olarak 'vegan kebap döner' isimli yemeğe biraz şüpheci yaklaşarak tadının epey yavan olacağını düşünmüştüm. Mercimek ve buğday unu karışımıyla hazırlanan harcı ince dilimler halinde ve pirinç yoğurduyla birlikte servis etmişti kebabı. Sonuç ise etoburları utandıracak türdendi. Başına 'vegan' kelimesi koymasa kesinlikle gerçek bir et yediğini düşünür insan. Keşke bir dükkân açsa da herkes tadına bakabilse bu yemeklerin…

Sonra bir gün, güneşin etrafında bilmem kaç kere döndükten sonra dünya, bir mesaj geldi telefonuma; Gözümüz aydın. Tosun gibi bir kız doğurdum, adını da Jilet Sebahat koydum.

İnsanın kendisini doğurması zor bir iş olsa gerek. Queer bir feminist olarak dünyaya gelen Jilet'in ismi; pavyonlarda, Tarlabaşı'nda, Tepebaşı'nda sahne alan, DJ'lik yapan ve oraları yaşamış biri olarak erkek sesinin bu dünyada fazla çıktığını düşünmesinden geliyor. "Meclis'ten sokağa, her yerde çok fazla erkek sesi var. Erkeklerin sesini kesersek dünyanın akordu daha iyi bir yere gelecek" diyor.

Büyüyüp serpilip, genç ve güzel bir kadın oldu artık Jilet. Biz de bu hafta oturup yetişkinler gibi iki lafın belini kırdık…

"Gecikmeli bir doğum benimki. Baktım ki doğmuyor, hayatın göbeğine attım jileti, doğurdum onu. Tosun gibi bir kızımız oldu"

- Jilet nerede, nasıl doğdu?

Aslında hep vardı. Asık yüzlü babaların oğulları pışpışladığı evlerde, kara tahtanın önünde tek ayak üstünde duran çocukların okuduğu okullarda, annelerin kilitli makyaj çantalarının içinde, çalıştığı işyerlerindeki patronlarının alaycı gülüşlerinde hep vardı. Gecikmeli bir doğum benimki. Baktım ki doğmuyor, hayatın göbeğine attım jileti, doğurdum onu. Tosun gibi bir kızımız oldu.

- Ne iş yapar?

Şu anda ne iş olsa yaparım abla (gülüyor)! Pandemi öncesinde çeşitli mekânlarda DJ'lik yapıyordum. Aynı zamanda gece hayatı emekçisiyim, sahneye çıkıyorum. Yazı yazıyorum çeşitli dergi ve sitelerde. Bir de konuşuyorum bol bol. Konuşmanın suçtan sayıldığı bu topraklarda ne kadar konuşursak o kadar iyi.

- Erkekler korkuyorlar mı 'Jilet' isminden? 

Cis hetero* erkekler kendi gibi olmayan her şeyden korkar. Adın bir önemi yok. Adım 'Tüy Sebahat' olsa da varlığım onlar için bir tehlike. Aslında korkmaları da hoşuma gidiyor. Çok sevdiğim bir söz var, "Ben yaşadıkça sen çıldır" diye. Ben bu anlamda daha keskin yaşamayı tercih ediyorum. Çelme takıp düşürüyorum onları, düştükleri yerde hayatlarına ufak bir iz bırakıyorum. Mecazi anlamda bir jilet kesiği de diyebiliriz buna.

"Serdar Ortaç'a, 25 yıldır yaka paça gözaltına alınan Cumartesi Anneleri'nden, sokak ortasında dövülen kadınlardan, nefret cinayetlerinden, iflasa sürüklenen esnaftan, emekçilerden bahsetmek isterim…"

- Serdar Ortaç bir söyleşisinde "Benim binlerce LGBT'li arkadaşım var… LGBT'liler, orasını burasını açıp Taksim'de yürümemeli" dedi. Sen de Beyoğlu'nda yaşıyorsun, yaz geldiğinde 'oranı buranı açıp' yürüyecek misin İstiklal'de?

Serdar Ortaç'a, Taksim'de 25 yıldır eylem yapan, yaka paça gözaltına alınan Cumartesi Anneleri'nden, Taksim'de fişekle gözlerini kaybeden çocuklardan, sokak ortasında dövülen kadınlardan, Taksim'i Taksim yapan binaların yağmalandığından, evine giderken veya ekmek almaya giderken taciz edilen, darp edilen trans kadınlardan, çalışmalarına izin verilmeyip, hiçbir sosyal güvencesi olmayıp açlığa terk edilen seks işçilerinden, Taksim'de işlenen nefret cinayetlerinden, Taksim'de bir yılı aşkın bir süredir kepenk kapatıp iflasa sürüklenen esnaftan, intiharla yüz yüze gelmiş gece hayatı emekçilerinden ve daha birçok şeyden bahsetmek isterim. Taksim'le bu kadar ilgili birinin bunları bilme hakkı var diye düşünüyorum.

Ayrıca şunu da bilmesini isterim; devlet altı yıldır oramızı buramızı açtığımız yürüyüşlere izin vermiyor. Tomalarla, biber gazlarıyla, gözaltılarla engelleniyor bu yürüyüş.

Kendi var oluş mücadelesini ortaya koyan, varlık mücadelesinde bulunan herkes çırılçıplaktır benim için. Serdar Ortaç gibilerin bunu anlaması zor veya anlamak istemezler, çünkü onlar muktedirlerden yana olmayı tercih ederler hep. Yıllar öncesinde de görmüştük bunu.

İnsanın en çıplak yanıdır öz benliği. Altı yıl öncesine kadar on binlerce çırılçıplak insan olarak özümüzü, varlığımızı savunmak için yürüdük. Hayatımda daha çıplak hissettiğim zamanlar olmadı. Elbette yürüyeceğim. Hep ne diyoruz; her yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü. Ne kadar soyunursak o kadar iyi. Biz böyle iyiyiz. Tanrı, varlığını örtmek için kat kat giyinenlerin yardımcısı olsun.

- Jilet 'kötü yola düşmesin' sonra!

'Ben Yoldan Gönüllü Çıktım' (Yeşim Salkım'ın şarkısını hatırlatıyor Jilet) Eğer düşmek söz konusuysa en 'kötüsüne' düşmek isterim elbette. Bir pavyonda konsomatrislik yapan bir kadının "Buraya nasıl düştün?" diyen müşterisinin başından aşağı viskiyi boca etmesi geldi aklıma. Tam benlik bir davranış. Korkma sana bunu yapmayacağım (kahkahayı basıyor). Dünyayı 'kötü yola düşmüş' kötü kızlar kurtaracak, buna eminim.

- Senin de dahil olduğun 'Kırıta Kırıta' isimli bir proje var. Nedir bu?

Türkiye'nin ilk queer & feminist güncel sanat derneği olan Dramaqueer'in 'Kırıta Kırıta' isimli video projesi, 1930'lu yıllarda Dramalı Hasan Hasgüler tarafından bestelenmiş rumbaları, kantoları ve fokstrotları günümüz queer performans sanatçılarıyla bir araya getirdi. YouTube kanalı üzerinden 13 hafta boyunca her hafta bir performans sanatçısının videosu yayımlanıyor. Birçoğu yayımlandı da. Benim de içinde yer aldığım bu projede ayrıca Ahsen GönülceQ-bra, Madır Öktiş, Cake Mosque, Aleyna Fox, Ceytengri, Florence Konstantina Delight, ABB Afrodith, Larissa, Lucis, Aria Na ve Akış Ka gibi queer performans sanatçıları var. Bunlar proje başladığında bildiğim isimlerdi. Eklenen veya değişen isimler var mı bilmiyorum. Ben, "Kalplere vur bir zımba-Rumba da Rumba" şarkısını oynadım. Bütün arkadaşlarımın emeğine sağlık.

- Pandemi, queer sahne emekçileri için nasıl geçiyor?

Çok zor. Çok parasız. Neyse ki 'Kırıta Kırıta' gibi oluşumlar, bir araya gelmeler oluyor. En azından manevi olarak ayakta kalmamızı sağlıyor. Pandeminin ilk zamanlarında dayanışma fonları vardı. Bazı arkadaşlarımızın cebine en azından aç kalmayacak kadar harçlık giriyordu. Duyumlarıma göre onlar da eskisi gibi değilmiş. Queerwaves hâlâ bir şeyler yapmaya çalışıyor, yapıyor da bildiğim kadarıyla. Cengaver Fonu (Dudakların Cengi) ne durumda bilmiyorum. Destek olmak isteyen insanlar olursa sayfalarından ulaşabilirler. Herkes için maddi olarak zor bir süreç ama üretim olarak şahane şeyler oluyor. Yeni albümler, yeni oluşumlar, yeni şarkılar… Gerçekten heyecan verici. Hem ülkenin içinde bulunduğu politik ortamı, pandemiyi hem de maddi sıkıntıları düşündüğümüzde bunların gerçekleşiyor olması güç veriyor.

- Çok yakında 'Sana Ne' isimli, sözlerini de senin yazdığın bir single çıkacak piyasaya. Şarkıda 'Sivriliyor azı dişlerim" diyorsun. Kime sivriltiyorsun dişlerini?

Aslında bu single çıkarmak değil de bir korsan eylem hazırlığı. Molotofun içine sözlerimi doldurdum, canımızı yakanların üzerine atacağım. Sivri dişlerimle karşılarına geçip kahkaha atacağım sonra. Kimlere sivriltmiyorum ki? Terf**'lere, fobiklere, birtakım adamlar ve birtakım kadınlara.

- Şarkı fikri nasıl çıktı?

Bir gün çilingir sofrasını kurdum, Bülent Ersoy'un plağını dinliyorum. 'Beni Ağlatmaya Kimin Hakkı Var?' şarkısı başladı. O sıralar terf tartışmaları çok şiddetliydi. Bir trans kadın arkadaşım "Canım yanıyor'' yazmıştı o tartışmaların içinde. Şarkının, Bülent Ersoy'un, arkadaşımın yazdığının etkisiyle başladım ağlamaya. İşte şarkı o gece oluştu. Ses çıkarmalıydım. Biraz değiştirdim şarkının sözlerini sonra. Daha kapsayıcı olsun istedim. Terf'ler, transfobikler, homofobikler, ikili cinsiyet iktidarı, cinsiyetçiler hepsi nasibini aldı. Kapsayıcılık önemli. Hiçbirini birinden ayıramazdım.

- Senden daha çok arabesk altyapılı bir şarkı beklerdim aslında. Şaşırttın beni. Arabeski hayatından çıkardın mı yoksa?

Arabesk benim için bir tavırdır. Dinlediğim ve icra ettiğim müzikle ilgisi yok bunun. Janis Joplin'den 'Summertime' dinlediğim duygumla Güllü'den 'Ağlamak Yok Yüreğim' şarkısını dinlediğim duygum aynı. Hayatın ötesine yitilmiş, ötelenmiş çocukları anladığım yerdir arabesk. "Sen affetsen ben affetmem" diyen isyandır. "İtirazım Var!" demektir. Terazisi yok bunun bende. Hayat gibi. Ümmü Gülsüm de dinlerim Lady Gaga da. Pembe Hayat'a yazdığım bir yazıdan şu kısmı alıntılamak isterim:

Arabesk benim için; koca şiddeti yaşadıktan sonra müziği açıp bir Bergen şarkısında avunan alt komşum Fatoş Abla.
Mahalle transfobisine maruz kalmış, evinde sesi sonuna kadar açıp "Ablan kurban olsun sana" sözleriyle göbek atan 'Kız Nejat'.
Pezevenklerin elinden kurtarıldığı söylendiğinde, "Beni kimse korumadı. Sadece Allah koruyor, sizi de Allah korusun'' dedikten sonra çayını fondipleyip, programı terk eden Yıldız Tilbe'ydi.
Almanya'da tacizcisini bıçaklayıp hapis yatan, sorulan sorulara "Ah bile etmedim" cevabını veren Dilber Ay'dı kimi zaman.
Mahallenin dışlanmış orospusu, kafasına taş yemiş ibnesi, zorla evlendirilmiş ablası, balkonlara serilen kanlı çarşafı, saçları zorla kazılmış kız çocukları, saçları zorla uzatılmış erkek çocuklarıdır arabesk benim için.

"İlişki içinde kendimi 'Özel Bir Kadın' filmindeki Julia Roberts gibi hissederken, birden her an yüzüne kezzap atılacak Bergen gibi hissedebiliyordum. Çünkü bütün katillere sorsan seviyordu, âşıktı, kıskanıyordu…"

- Sıkı bir Bergen hayranı olduğunu biliyorum. Bergen ile kendi aranda kurduğun ilişki nedir?

Bergen benim çocukluğumdur. Yetiştiğim mahalledir. O zamanlarımın isyanıdır. Şiddete uğrayan kadınların ortak çığlıdır. Bergen'in müziğinden çok hikâyesini hatırlatmak ve yaşatmak adına sürekli sevgimi dile getiririm aslında. Unutturulmaması gerek. "Öldüren sevgi istemiyoruz" sözünün karşılığıdır. Aradan 32 yıl geçmesine rağmen kadınların büyük bir çoğunluğu sevdikleri adamlar tarafından öldürülmeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşımızın yüzüne kezzap atıldı sevgilisi tarafından. Her gün nefret cinayetleri, kadın cinayetleri devam ediyor. Kadın cinayetleri raporlarını incelerseniz korkutucu rakamlar olduğunu görürsünüz. Bu raporlarda trans kadınların olmaması, rakamlar kadar korkutucu o da ayrı bir mesele. 

Hal böyleyken, birileri kadınları koruyucu yasalar çıkarmayı bırakın İstanbul Sözleşmesi'ni feshediyor.

- Kendinle ilgili Julia Roberts ve Bergen benzetmesi yapmıştın bir keresinde…

Yaşadığım ve gördüğüm şeyler bende bir güvensizlik yaratıyordu zaman zaman. İlişki içinde kendimi 'Özel Bir Kadın' filmindeki Julia Roberts gibi hissederken, birden her an yüzüne kezzap atılacak Bergen gibi hissedebiliyordum. Çünkü bütün katillere sorsan seviyordu, âşıktı, kıskanıyordu. Kendi gücümü topladıkça bu duygum daha azaldı. Güç bende artık! 

- 'K'nın Sesi' podcast serisinin ikinci sezonunda senin de olduğun 'Kırık Bir Jilet Parçası' isimli oyun yayımlandı. Oyunu dinlemeyenler için 'spoiler' vermeyelim ama şunu sorayım; Tanrı'nın affettiği ama Jilet'in affetmeyececeği şeyler neler?

Bu şahane bir proje. Kadınların, queerlerin hikâyelerinin merkeze alındığı bir podcast kanalı.  Şimdi 2. sezona başladı. Kanalda ses tiyatrosu oyunlarının yanı sıra, o oyunun hikâyesinden ve temasından yola çıkılarak yapılan sohbetler de yer alıyor. Oyunlar üç boyutlu ses tasarımı ile hazırlanıyor. Dinleyiciyi tiyatro izleme deneyimine yaklaştırarak hayal gücünü harekete geçirirken, oyunlardan sonra yapılan sohbetlerle gerçek hayattan kişilerin deneyimleri üzerine odaklanıyor.

Ben de 'Kırık Bir Jilet Parçası' oyununda yer aldım. Aslında kendimi oynadım. Benim tiratlarım çoğunlukla yazılarım ve söyleşilerimden alıntılanarak yazılmıştı. Ece Zeynep Taşkın'a eşlik ettim. 'K'nın Sesi'ni Itunes'da, Spotify'da veya tercih ettiğiniz herhangi bir podcast platformunda dinleyebilirsiniz.

Tanrı'nın affettiği ama Jilet'in affetmeyececeği şeyler neler sorusuna gelince… T24'ün bugünkü sayısını bana ayırır mısınız? Hayvana, insana, doğaya zalimce davranan hiç kimseyi affetmiyorum deyip kısa keseyim ben. Onlar kendilerini bilirler.

- Türkiye'de en son edebiyat dünyası ile tekrar gündeme gelen 'MeToo' hareketi hakkında ne düşünüyorsun? Bu güçlü bir feminist hareket, kadın hareketi mi sence yoksa -bazılarının iddia ettiği gibi- linç kampanyası mı?

Cesaret veren hareketler bunlar. 'MeToo', 'Susma Bitsin' hareketleri. Kadınlar bu dayanışmanın içinde kendilerini daha cesur ve daha güçlü hissediyorlar. Bu bir dayanışma hareketi aynı zamanda.  Erkek egemen alanlarda kadınların nelerle karşılaştığını biliyoruz. Anlatmaya zorlandığı, cesaret edemediği, susturulduğu, suçlu hissettirildiği, bazen farkında olmadığı birçok durum söz konusu. Düşünün ki tacize uğramışsınız, cesaret edip bunu dillendirmişsiniz, uzun çabalar sonucu çevrenizi de inandırmışsınız (Çevreyi inandırma meselesi öyle zor ki), bunu yargıya taşımışsınız. Yargının bu anlamda hangi kanadı işliyor? Yargıda kadın düşmanlığı söz konusu, birçok davanın sonucunda görüyoruz bunu. Birçok dava yıllarca sürüyor. Seslerini duyurmanın başka bir yolu var mı sizce? Bu güçlü bir kadın hareketi. Evet, uykuları kaçsın birilerinin ne zaman ifşa edilecekler diye.

Linç böyle bir şey değildir. Linç Ahmet Kaya'ya yapılandır, Ali İsmail Korkmaz'a yapılandır, Aslı Erdoğan'a yapılandır, Madımak Oteli'ne yapılan saldırıdır linç. Ömer Faruk Gergerlioğlu'na yapılandır linç. Hrant Dink'in boylu boyunca uzandığı o caddeye sormak gerek linci. "Ölüm değil çözüm istiyorum" diyen Bülent Ersoy'a yapılandı linç. İfşa etmek, tepki koymak, fikir beyan etmek ve eleştirmek linç değildir. 'MeToo' hareketinin de 'Susma Bitsin'in de yanında durmak, takip etmek, destek olmak gerek.

- Twitter'da 'Kültürsüz Ayrık Otu' mahlaslı hesap, isminin Fadime Öncü olduğunu belirterek daha önce 'cinsel taciz'le suçladığı şair Şükrü Erbaş'tan yalan söylediği için pişman olduğunu açıklayarak özür diledi.  Bu tip bazı yalan ifşalar hakkında ne düşünüyorsun? (Haberin detayını okumak için TIKLAYIN)

Geçenlerde bir yerde bir haber okumuştum. Kadın, "Kocam bana şiddet uyguluyor" diyordu. Sonra şiddet uygulamadığını söylüyordu. Boşanma, nafaka işlerinde bunu kullanmak için bu yalanı söylediğini söylüyordu. Ee? Bu kadının bunu söylemesi, evlerinde şiddet gören, kocaları tarafından öldürülen kadınların varlığından bir şey eksiltiyor mu? Devletten koruma isteyip, davalar açıp, yalnızlaştırılıp, kimsenin korumadığı ve öldürülen kaç kadın cinayeti var. "Her evde olur böyle şeyler" baskısıyla şiddete boyun eğen kaç kadın var? Susan, anlatamayan, sahipsiz…

Diyelim ki Fadime Öncü yalan söyledi, benim ilgilendiğim burada Fadime Öncü'nün ruh halidir. Yaşadıklarıdır. Onu bu 'yalana' iten nedenlerdir. Kimse kusura bakmasın. Ne yaşandığını, neler olduğunu bilmiyoruz. "Çocukluğumda yaşadığım taciz, psikolojik sorunlar" demiş mesela. İfşa sürecinden sonra o neler yaşadı, nelerle karşılaştı bilebilir miyiz?  Eğer Şükrü Erbaş'a 'mağdur' diyeceksek, onu mağdur bırakan yine kadınlara bunları yaşatan erkek egemen düzendir. 

Ayrıca tacize uğramış biri olarak şunları söyleyebilirim. Bazen unutursunuz. Unutmak için mücadele verirsiniz. Unutmaya zorlarsınız kendinizi. İnkâra zorlarsınız. Önce siz kabul etmek istemezsiniz. Aklınız sürekli gidip gelir. Susarsınız. Çünkü sorular, cevaplar canınızı yakar. Olayları karıştırabilirsiniz. Mevsimlerden neydi? Hangi gündü? Saat kaçtı? Sorular sıralanır, anlatamazsınız. Anlattıkça büyür veya büyüyeceğini sanırsınız. Bir hikâye başka bir hikâyenin kabuk tutmuş yarasını koparır. Kanatır. Mevsimlerden yazdır belki ama siz kendinizi karlar altında hissedersiniz. Sabahtır belki, sizde gün batımı gibidir. Anlatmak, ifade etmek öyle kolay bir mesele değildir yani.

- Trans bireyleri dışlayan radikal feministlerin İngilizce kısaltması olan 'terf'ler hakkında ne düşünüyorsun?

Allah şifa versin.

- 'Adımlıyorum' isimli şiir performansında; "Topla organlarını, demiş annem / İyi ki kız doğmadın, orospu olurdun, katil ederdin oğullarımı / eski basma eteklerini parçalayıp donlar dikmiş bana ve katillerime…" diyor Jilet. Kadın cinayetlerinde 'anne baba' rolü/etkisi var mı sence?

Aslında bu şiirde biraz annenin kabullenme süreci var. "Kadınsın" diyor ancak bununla baş edemiyor ve iyi ki olmamışsın, orospu olurdun, diyor. Şükredecek bir şey buluyor kendine yine. Çünkü orospu olmak kadın olmaktan daha kötü bir mesele onun için. Gönül almak için de basmadan donlar dikiyor çocuğuna. Kimse anlamasın diye abilere de dikiyor. Bir kadınlık mücadelesi yani.

Toplumsal aile 'erkeklik inşa stratejisi'dir benim için. Ataerkil hegemonik erkekliğin devam ettiriliş sürecinde kadınların nasıl bir rol oynayabileceğini ya da oynayamayacağını aşağı yukarı tahmin edersiniz. Ataerkil ailede kadın, ancak bir erkek çocuk doğurursa konumunu sağlamlaştırır. Erkek çocuk soyun devamı, ailenin yaşlılıktaki güvencesi olarak görülür. Böyle ailelerde kadının statüsü, doğurduğu erkek çocukla güçlenir. Bu evlere doğan erkek ve kız çocukları büyümeleri esnasında ailelerinde erkeksi ve kadınsı kabul edilen davranışlar öğrenerek ve bu davranışları sergilemelerinin heteronormatif baskısıyla büyürler. Çocuklara, kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet davranışlarını gerçekleştirmeleri kafalarına vura vura öğretirler. Ve buralarda başlar hikâyeler. Evlere kapatılıp tutsak edilen kız çocukları ve ayrıcalıklı erkek çocukları. Erkekliğin kutsandığı bu evlerde kadının ne kadar yeri vardır ki? Sözü ne kadar geçerlidir? Bu evlerde yetişen çocuklar gelecekte nasıl olabilirler ki? Erkek çocukları ayrıcalıklı olarak yetiştirildiği evlerde, kendilerinin erkeklerden daha değersiz oldukları görüşünü içselleştirmez mi kız çocukları? Bu ayrımlarla büyüyen erkek çocukları âşık olurken nasıl olurlar? Evlendiklerinde, ebeveyn olduklarında nasıl olabilirler ki? Okulda, iş yerinde, siyaset alanında nasıl olurlar? 

Eğer bir suçlu sorarsanız bana, suçlu ataerkil hegemonik düzendir.  En büyük rol bu düzenindir.

- Geçmiş aşklarını anlatırken "Öyle kolay değil bu memlekette aşkın ahkâmını kesmek" demiştin. Neden kolay değil ve aşklar ne kadar gerçek?

Esengül'ün çok sevdiğim bir şarkısı var, şöyle der; Seviyorsan benimle oturup içeceksin. Ben aşkı biraz da bu netlikte tanımlıyorum. Seviyorum diyorsan cesaret edeceksin, el vereceksin, yola çıkacaksın, net olacaksın. Ancak çağımızın en büyük sorunlarından biri de insanların net davranmaması. Kendilerine karşı da net değiller. Farkındalıktan bahsediyorum biraz da. Hem kendinin hem karşıdakinin. Dolayısıyla duygularına sahip çıkamıyorlar. Arkasında duramıyorlar.

Haftanın her günü geç saatlere kadar çalıştığım bir zamanda, sevgilim sabahlara kadar barlarda eğlenip bana geliyordu. Kapıyı çalıyordu, uyanıp kapıyı açıyordum ona. Bu birkaç defa tekrarlandı. Bir gün yine işten yorgun gelip uyumak üzereyken kapı çaldı. Önce açmadım. Sonra yataktan sinirlenerek kalkıp "Ne var?" diyerek kapıyı açtım. "Sevgilim" dedi. Hiçbir şey söylemeden kapıyı yüzüne kapatıp girdim yatağa uyudum. Sonra bu olaydan arkadaşlarıma bahsettiğimde çok sert olduğunu söylediler. Hayır ben sert değil, nettim. 

 

Onlar yorgun argın işten gelmiş uyumaya çalışan sevgilisinin kapısına dayanan kişinin hissettiğine 'aşk' diyorlardı. Aşkı böyle tanımlıyorlardı. Ben ise 'bencillik' diyordum. Hangisi daha gerçek bilmiyorum. Gerçek olduğunu bildiğim şey ise işten yorgun geldiğimdeki ayaklarımın ağrısıydı. Ben artık uyurken beni uyandıran birini değil üstümü örtüp yanıma kıvrılacak birini arıyorum. Seksüel yükselmeler haricinde tabii...


* Cis hetero: Doğumda atanan cinsiyeti ile cinsiyet kimliği eşleşen kişileri ifade eder.

** Terf: Trans bireyleri dışlayan radikal feministler için kullanılan İngilizce kısaltma.