Bilmeyeniniz çok azdır. Bu yalın dize Nazım Hikmet’ten…
Ama bende daha derin ve şimdi gülümseyerek hatırladığım acı bir anısı var.
Yıllardan – galiba- 1977. Ben yine bir Tırmık’tan tutukluyum. Yılmaz Güney ise hükümlü. Rastlantı, ikimizin de Selimiye Kışlası’nda o gün duruşması var. Dahası birbirine bitişik iki duruşma salonunda yargılanacağız. Önce beni getirdiler, duruşma salonunun kapısında bekliyorum. Birkaç dakika sonra Yılmaz Güney getirildi. O da bitişik duruşma salonunun kapısının önünde bekliyor.
İkimiz de kelepçeliyiz.
Tanışıklığımız eskiye, hem de epey eskiye, 1960’ların başına dayanıyor. Salt bir tanışıklık da değil. 1967’den 1970’e kadar ben onun “maaşlı” ve “takma adlı” senaristiyim.
Bakıştık. Gülümsedik. Bana doğru yürüdü.
Gardiyan erler şaşkın, engellemediler. Çoktan efsaneleşmiş “Çirkin Kral”a nasıl engel olsunlar….
Karşılıklı ve kelepçeli durduk.
Gülümsedi, fısıltıyla konuştu:
- Kelepçemin demiri, seni pulluk yapacağız…
Gardiyan astsubay kükredi:
- Heeey, konuşmak yok, ayrılın hemen. Konuşmak yok!..
En çelebi gülüşüyle cevapladı:
- Konuşmuyoruz ki şiir söylüyoruz…
Gardiyan astsubay cevap bulamadı, mübaşir erlere işaret etti, her birimizi kendi duruşma salonlarına götürdüler.
* * *
Durup dururken bu acılı anı niye?
Bugün kendi kendime, hem de birkaç kez ve Yılmaz Güney’i de anarak o harikulade dizeyi tekrarladım da ondan.
Üstelik bu “tekrar”, bu “anı” dilimciği ilk değil.
Birkaç ay önce de, hukukun biçimsel gereği olarak, serbest kalması için hapishanenin bir kapısından girip, resmi işlemler yapılıp birkaç saat sonra öteki kapısından serbest bırakılacak olan Kadri Gürsel arkadaşımı savcının kapısından hapishaneye (Metris’e) götürürlerken ellerine kelepçe vurulmasına tanık olduğumda da o dizeleri mırıldanmış, bir daha, bir daha mırıldanmıştım.
Ve dün yine…
T24’de bizim Şirin Payzın’ın inatçı gazeteciliği ile kotardığı Osman Kavala ile “uzaktan söyleşi”sini okuduğumda da mırıldandım; bir daha, bir daha mırıldandım…
Okuduysanız hatırlayın, okumadıysanız o söyleşiyi mutlaka okuyun.
Osman Kavala söylüyor:
“…En çok zoruma giden hastaneye gidiş gelişlerde kelepçe takılması. Elleriniz kelepçeli, yanınızda jandarma, Silivri Devlet Hastanesi’nde dolaşıyorsunuz…”
Azılı teröristler, her an gardiyanları vurup kaçma ihtimali bulunan olan Yılmaz Güney, Kadri Gürsel, Osman Kavala, Aydın Engin’e (hepsini saydırmayın bana sayfalar yetmez) kelepçe vuran zihniyet halâ o sefil ve zalim varlığını koruyor.
Ama farkında değiller, şiir de her zaman var ve her zaman hükmünü yürütüyor:
“Kelepçemin demiri, seni pulluk yapacağız…”