Aydın Engin

27 Şubat 2021

Akıllı telefonlu dilenci

Torunlar İnşaat'ın kulelerini gösterdi. Orada vinç düştü, 10 işçi öldü biliyon mu ağabey?

Bugün Cumartesi. Yani Tırmık'ta "mavra günü".

Bugünkü mavra "Hep gülümsetecek değil ya, bir gün de okurun içini karartsın" hesabıyla yazılmadı. AKP iktidarının elebaşılarından gelen sayıları pek, ama pek pek çok "densizlik"lere cevap olsun diye yazıldı.

Birini dün Yalçın Doğan arkadaşım köşesine taşıdı. Olsun. Ben yine de o yazının can alıcı bölümünü bir kere daha aktaracağım:

"Otoriter rejimlerin tipik refleksi 'gerçeği olduğundan farklı göstermek, tam ters propaganda yapmak!...Halkı bunlara inandırmaya çalışmak!.. Belli aralıklarla yaşadığımız örneklerin sonuncusu AKP Kayseri milletvekili İsmail Tamer'eait. Kendisi operatör doktor. Tamer'e göre: İnsanlar telefonlarını altı ayda bir, arabalarını bir ya da iki yılda bir değiştiriyor. Asgari ücretlinin evininin önünde arabası var!..' İsmail Tamer ekliyor, kaçmaz bu fırsat: Çünkü, başımızda Tayyip Erdoğan gibi, bir dünya lideri var!.."

Yalçın Doğan'dan bu kadar.

Haydi, bir hatırlatma da benden gelsin:

AKP'nin ağır toplarından AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal bir televizyon programında konuştu. Onun ağzından aynen aktarıyorum:

"….Bir delikanlı geldi. 'Bizi mahvettiniz, bizi öldürdünüz' dedi. 'Telefonunu alabilir miyim' dedim. IPhone 6. 'Kaça aldın' dedim. '3400 lira mı, 4500 lira' mı ne dedi, '24 taksitle aldım' dedi. 'İnternet paketi de var mı?' dedim. 'Var' dedi. 'Ayda kaç para ödüyorsun buna?' dedim. 'Ayda 450 lira ödüyorum' dedi."

Siyaset böylesine ucuzlarsa, propaganda da bu kadar ilkelleşiyor tabii. AKP'nin ağır toplarından (Niye ve neden ağır bilmiyorum. Ama öyle sayılıyor) Mahir Ünal'a göre o çiftçinin akıllı telefonu var. Demek ki parası var. Ama o "öldük bittik" diye yalan söylüyor.

Eh dünya liderinin yardımcısına da, milletvekiline de böyle bir mantık ve o mantıktan fışkıran böyle ince bir propaganda yaraşır…

Geçelim.

* * *

Şişli'yi Mecidiyeköy'e bağlayan, bir yanı "Rum – Ermeni karma mezarlığı"nın duvarı, öte yanı otoyola komşu dar bir yol vardır. Adı Mezarlık Caddesi ama belediye otobüsleri park ettiği için aslında daracık bir yol. İstanbul trafiğinin çıldırdığı akşamüstü saatlerinde fena tıkanır. Ama yine de Şişli'den Mecidiyeköy, Gayrettepe, Levent yönüne gidecekler için en kestirme bağlantı yoludur.

Cumhuriyet'teyken eve dönüşte hemen her zaman o yolu kullanırdım. Yolun otoyola komşu yanında bir dilenci vardı. Genç bir adam. Dizlerinin üstünü tümüyle kapatan çarşaf benzeri bir örtüsü ile daracık kaldırıma koyduğu incecik bir minderciğe otururdu. Koltuk değneğine benzer bir sopanın ucuna bir teneke maşrapa takmış, hiç ses çıkarmadan, oturduğu yerden de kalkmadan geçen arabalara maşrapayı uzatırdı.

O yolu sürekli kullanan ve arabalarının içinde yağmurdan, çamurdan, soğuktan, sıcaktan korunan biz tuzu kurular da "Adama bak abi, ne biçim bir dilenme tekniği geliştirmiş" diye güler, dalga geçerdik. Arada bir gönlümüzden koparsa maşrapanın içine birkaç kuruş sadaka attığımız da olurdu. Hiç sesini çıkarmadan, elini göğsüne bastırıp başını eğerek teşekkür ederdi.

Trafiğin sözcüğün tam anlamıyla kilitlendiği bir akşamüstü dilencinin tam önünde tıkanıp kaldım. Bir akıllı telefonla konuşuyordu:

- Tamam oğlum, tamam guzum. Bi saata varmaz evde olurum… Korkma sen…

Kötücül biri değilim. Ama o gün kötücüllüğüm tuttu. Sonra utandım ama oldu işte, sıkışık trafiğin de sıkıntısıyla sataştım:

- Ne o lan, elde akıllı telefon, sonra burda oturmuş…

Göz göze geldik. Yüzündeki kederi sezmemek, görmemek mümkün değildi. Kederi büsbütün yoğunlaştıran bir gülümseme ile cevap verdi:

- Burda oturmuş dileniyom değil mi ağabey?

Ah!.. Şu trafik açılsa, basıp gitsem… Kekeledim ve galiba konuştukça battım:

- Yani akıllı telefon demek istedim. Ondan yani…

- Bu ikinci el ağabey. Yani ucuza aldım. Ama almasam olmaz.

Ulan, sus Aydın Engin, sus!.. Belli ki adam konuşacak. Bekle ve dinle…

- Niye olmaz?

Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu:

- Bak ağabey. Bunun başka marifeti de var. Komşum cep telefoncu. O ayarladı. Burdan isteğim zaman benim evi görebiliyom. Sinema gibi yani. Kim oturuyo, kim yatıyo, kim ne yapıyo, hep görebiliyom. Sık sık da bakıyom zaten. Şimdi sen buna da ne lüzum diyeceksin…

Susmayı becerdim. O devam etti.

- Benim garı hasta ağabey. Daha 26 yaşında ama ağır hasta. Yataktan çıkamıyor. İlacına para yetiştirmek zor. Bi oğlum var 11 yaşında. Bi de gız 6 yaşında. Aklım hep evde benim. Sık sık bakarım. Çocuktur bakarsın bilemez, bir şey devirir... Benimki yataktan çıkamaz…

İçim ezildi.

- Şey yeğen, sana bir iş bulsak… Bulabilirim ben biliyor musun?

Cevap tokat gibiydi. Bacaklarını tümüyle kapatan örtüyü sıyırdı.

Bir bacağı diz altından kesik…

Olduğumuz yerden ikimizin de görebildiği, Ali Sami Yen Stadı'nın arsasına dikilen Torunlar İnşaat'ın kulelerini gösterdi.

- Orada vinç düştü, 10 işçi öldü biliyon mu ağabey?

- Biliyorum. Okudum gazetede.

- Düşenlerden biri bendim. Ben ölmedim ağabey. Tek bacaklı kaldım…

O an farkettim. Ucuna dilenci maşrapasını taktığı sopa değil bir koltuk değneği idi. Öteki koltuk değneği de oturduğu minderin arkasına uzatılmıştı.

Birden önümdeki trafik hareketlendi.

- Yol açıldı. Yolun açık olsun ağabey…


Torunlar inşaatında düşen asansör

* * *

Hikâyenin devamı, hem de "happy end" denebilecek bir devamı var. Ama o, bu mavranın konusu değil. Orası bana kalsın…

AKP elebaşılarının ayıbına, geçmiş bir günde bir ucundan ben de bulaştım yani. Benimki bir dangalaklıktı.

O utancı bugün de dipdiri yaşıyorum.

Peki asgari ücretle çalışıp arabası olan, 6 ayda akıllı telefon değiştirenler masalı anlatanlara, 4 bin 500 liralık IPhone telefondan refah ülkesi sonuçları çıkaranlara ne diyeceğiz?

* * *

Bu da böyle bir mavra oldu işte…

İçinizi kararttıysam, niyetim o değildi. Hoşgörün.