Şanar Yurdatapan, sanatçı ve aktivist. Darbe yıllarını Almanya'da geçirdikten sonra 1993 yılında Türkiye'ye dönerek düşünce suçlarına karşı kampanyalar düzenlenmesine öncülük etti. Türkiye'nin en ses getiren sivil itaatsizlik eylemlerinden olan "Düşünce Suçuna (!) Karşı Girişim" adıyla da bilinen kampanya, Yaşar Kemal'e Der Spiegel'deki yazısı nedeniyle açılan soruşturma sonucu Yurdatapan'ın fikri ile hayata geçti. Kampanya, insanların düşünceleri yüzünde yargılanmaları karşısında çok ciddi kamuoyu oluşturup önemli adımlar atılmasını sağladı. Sanatçı ile Kuzguncuk'taki evinde buluştuk. Türkiye'nin yakın tarihini DGM'ler özelinde Şanar Yurdatapan'dan dinliyoruz.
Düşünceye oÖzgürlük basın açıklaması
- DGM'lerin hayata geçirilmesiyle ilgili o ilk anları hatırlıyor musunuz?
O sırada Almanya'da idik. Vücudumuz oradaydı ama aklımız fikrimiz hep Türkiye'de idi. Her şeyle çok ilgiliydik. Zaten 80 rejiminin ne getireceğini biliyorduk. DGM'nin yeniden açılması hiç şaşırtıcı olmadı. İster istemez yakından takip ederken üstüne bir de "Aydınlar Dilekçesi" çıktıktan sonra ve dava başladığında onun yurt dışında Server Tanilli, Fakir Baykurt'un da içinde bulundukları "Türkiyeli Aydınlarla Dayanışma" girişimi diye bir girişim oluşturuldu. Almanya, Fransa, İskandinav ülkeleri hepsinden birden insanlar geliyordu ben de onun gönüllü sekreterliğini yapıyordum.
- O sırada Almanya'dasınız değil mi?
Zaten birkaç yıldır Köln Radyosu'nda programlar yapıyorduk eşim Melike Demirağ ile ve iki yıl kadar önce Timur Selçuk ve Esmeray ile bir konser dizisi yapmıştık Almanya'da. 24 Ocak kararlarından cuntanın geleceği belli olmuştu. "Bu kararlarla bir darbe gelecek mutlaka" dedik. Ama ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyorduk tabii. Hazırlandık, pasaportlarımızın sürelerini uzattık. Ben 2 Eylül 1980 gecesi Türkiye'den Almanya'ya gittim. Darbeden bir hafta sonra eşim Melike Demirağ, 1 yaşındaki kızımız Zeynep'i de alarak geldi. 12 küsur yıl sürecek gönüllü sürgünlük dönemimiz böyle başladı. 1991 seçimlerinde İnönü - Demirel koalisyonu çıktı. Onlar da bu meseleye çözüm getireceklerine söz vermişlerdi. Biz "Artık daha fazla beklemeyelim Almanya yurttaşı olarak geri dönelim" dedik ve 1991'in yılının Noel günü Almanya yurttaşı olarak İstanbul'a geldik.
- Dönmediğiniz için davalar açıldı mı?
Evet açıldı. Geldiğimizde 5 tane tahdit vardı. Yani yurt dışı çıkış yasağı aynı zamanda yurda girdiğinde de yakalanma emri demektir. Avukatımız rahmetli Halit Çelenk'ti. Uçaktan indiğimizde körük kısmında polisler geldi. "Tahditler var. Lütfen bu tahditleri kaldırın da bir aksilik olmasın" dediler. Dokunmadılar. Aslında normal olarak bizi oradan derdest etmeleri gerekirdi.
- Döndükten sonra neler oldu?
Hayatımın yarısını müzikle geçireceğimi, ekmeğimi oradan kazanacağımı zannediyordum. Kalan yarısını da insan hakları mücadelesine ayıracağım dedim. Yapımcı belgesi aldım ve prodüksiyonlar hazırlamaya başladım. Müzikle uğraşacaktım aklım sıra.
- DGM ile nasıl tanıştınız?
Yaşar Kemal'in 1995 Ocak ayında Der Spiegel'de yayımlanan bir yazısı kısmen Milliyet'te yayımlanınca DGM'ye ifadeye çağırıldı. O vakit ortalık karıştı. Aydınlar da ikiye bölündüler. Yarısı "Yaşar Kemal bizim medarı iftiharımızdır. Dünyada en çok başka dilde kitapları basılan yazarımızdır" diyordu. Öbürleri de "Vatan haini" diyor. Neden? Kürt meselesinden dolayı Kemalistler bozuk atıyorlardı.
- Siz ne yaptınız?
Bana bu son derece yanlış geldi. Bir ülkenin dünyaca en çok tanınmış yazarı bile bir suç işlediğinden değil yazı yazdığı, düşüncelerini açıkladığı için yargılanıyor. İlk önce bunu suç olmaktan çıkaralım diye düşündüm. Bu fikrimi önce Aziz Nesin'e açtım "Çok haklısın, çok doğru" dedi. Bu arada onlar da meğerse küsmüşler. Ama bu vesileyle Aziz Nesin, Yaşar Kemal'i Yeşilköy'deki evinde ziyarete gitmeye karar verdi. Ben de gittim. Medya da oradaydı. Gazeteciler gittikten sonra Aziz abi "Şanar böyle düşünüyor" diyerek konuyu açtı. Yaşar Kemal "Yok canım ne lüzum var" dedi. "Seninle başlayacak ama herkesi kapsayacak. Sağcısı, solcusu, dincisi herkes için ifade özgürlüğü meselesi için" dedik.
- Kampanyanın hatları neydi?
Kampanyanın özeti, düşüncesi ne olursa olsun düşüncesini açıkladığı için başına bela gelen kişilerin yanında olacaktık. Söz konusu o kişinin düşüncesine katılmak veya katılmamak değildi. Biz onun sözlerini aynen tekrarlayıp onun suçuna iştirak edecektik. Bunu çok kolaylaştıran bir 162. madde vardı. "Suç taşıyan yazıyı yeniden yayımlayan kimse o da yazanla aynı derecede suçlu sayılır" diyen.
- İlk önce bir dilekçe mi yazdınız?
Kitap yayımladık ama önce şöyle oldu. Bir imza kampanyası metni hazırladık. Yaşar Kemal'in yargılanmak üzere mahkemeye geleceği gün 23 Ocak 1995 günü idi. Çok hızlı yayıldı ve iki üç hafta içinde imzacı sayısı 1000 kişiyi aştı. "Düşünceye Özgürlük" adında Yaşar Kemal'inki dahil 9 başka yazıyı da içeren bir kitap yayımlandı. O ana dek o metne imza atan 1080 kişi bu kitabın yayıncısı olarak yazıldı. Kitabın yarısı zaten yayıncılar listesinden oluşuyordu. Bir grup halinde gittik. Müjdat Gezen, Lale Mansur gibi pek çok isim ve sendikacılar vardı. 10 kişi kadar bir grup DGM Başsavcı'sına gidip "Size bir kitap hediye getirdik buyurun. Kendimizi ihbar ediyoruz. Bu bir suçtur gereğini yapın" dedik. Adam çekmecesini açtı, kitabı çıkardı. Kitap bizden önce gelmiş.
- Ne oldu peki?
Savcı bize "Şu binada bir tek hakim veya savcı bulamazsınız ki ifadenin suç olabileceğini düşünen" dedi. Bu sırada aşağıda takır tukur insan yargılıyorlar. Laf ola işte, ağzına geleni söylüyor. Sonra Aytaç Tolon adlı savcı bizi tekrar davet etti, "162. madde gereği ben de bu davayı açmaya mecburum ama nasıl ulaşacağım bu kadar insana" dedi. Biz de "Hiç merak etmeyin. Biz size bunları hazırlar, getiririz" dedik. Gerçekten de her çarşamba günü belli bir saatte randevumuz vardı savcıyla. Bir gün yazarları topluyorduk. Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk, Erdal Öz filan dizilmiş hep beraber kapıda. Bir başka gün sendikacılar bir başka gün sanatçılar işte böyle meslek grupları halinde gidip ifade verdik. Savcı ilk 99 kişinin ifadesini alınca davayı açtı. Daha sonra 86 kişinin daha ifadesini aldı 6 ay için bitmeden onların içinde yeni bir dava açtı ve birleştirdi iki davayı. 185 sanıklı koskocaman bir dava haline geldi.
- Dava süreci nasıl seyretti?
Çok eğlenceliydi. Bir sürü tanımış onu insan vardı. Anayasa profesörlerinden tutun sanatçılara varıncaya kadar bir sürü kişi. Savcı Aytaç Tolon, "Hukuksal savunma yapın. Anayasaya aykırılığını iddia edin. Terörle mücadele sekizinci maddesine göre ve ben de destek olacağım size" dedi. Sözünü de tuttu. İfadeleri çok kısa hazırlamıştık; "Biz bilerek ve isteyerek bu kitaba yayıncı olduk. Başka bir diyeceğimiz yoktur" dedik. Fakat bu işin etkisinin geçici olduğunu zamanla tavsayacağını bildiğimiz için zaman zaman kendimiz haber imal ediyorduk. Kamuoyunda unutulmasın diye şeyler yapıyorduk. Kırlık bir yerde birkaç tiyatrocu tek bir televizyon ve gazeteye haber veriyorduk. Onlar için kıymetli haber olsun da gelsinler diye.
- O kırlık alanda ne yapıyordunuz?
Orada bir inekle konuşuyordu tiyatrocular. "Valla biz de senin gibiyiz düşünüyoruz ama konuşamıyoruz" diyorlardı. Bunun gibi şeyler. Çok eğleniyorduk.
- Mahkemelerde ne oluyordu?
Mahkemelerde de çok eğleniyorduk. Televizyon kameraları giriyordu duruşmalara. İnsanlar takip ediyordu.
"Mizah çok büyük bir silah"
- Sizin DGM sürecinizin toplumdaki karşılığı ne oldu?
Rahatça tahmin edebileceğiniz gibi Tercüman gibi gazeteler "Bunlar da kendilerini ne zannediyor" dediler. Olumlu haberler ise çok daha fazlaydı. Eğlenceli şeyler de dahil olduğu vakit etkisi yüksekti. Mizah çok büyük bir silah, onu kullanabildiğiniz vakit bir sürü şeyi uzun uzun laflar etmeden anlatabiliyorsunuz.
- Avrupa'dan da bayağı bir tepki alındığını biliyoruz. Alman Yeşiller'den Claudia Roth açıklama yaptı…
Evet ama daha önce Uluslararası Pen'in Hapisteki Yazarlar Komitesi onlar bize bir sürpriz hazırladılar. Tam 99 tane dünyaca tanınmış insanın imzasını almışlar. Onları ilk mahkeme günü bize yolladılar. Onun üzerine biz onların imzalarını taşıyan kitabın bir özetçiğini yaptık. Yayımladık. O kitabın adına da "Düşünceye Özgürlükçük" dedik. Savcıya teslim ettik.
- Kimler vardı imzacılar arasında?
Harold Pinter, Hennry Miller, Susan Sontag gibi isimler.
Şanar Yurdatapan Naom Chomsky ile
"Hepimizi içeri tık"
- Amacınız neydi?
Bizim amacımız devleti zorlamaktı. Çünkü istediğin kadar makale, kitap yaz, istediğin kadar basın toplantısı yap hepsi devletin bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyor. Sonra da unutuluyor. Bir şey yapmalıyız ki zorlayalım. Biz bu kadar tanınmış insanın hepsini birden içeri tıkarak doğabilecek bir rezalete ile onları zorlayalım dedik. Hadi bakalım hepimizi içeri tık ya da kanunları düzelt.
- Aynı zamanda DGM'lerin de kaldırılmasını telaffuz ediyor muydunuz?
Biz bir liste yapmadık ama bu kanunların kaldırılması talebimize DGM'lerin kaldırılması da otomatik olarak giriyordu. Biz yasalar düzeltilsin diyorduk. Fakat bir süre sonra gördük ki zorlayamıyoruz. Bu davayı isterlerse sittinsene uzatırlar. Taktik değiştirdik. Bunun için çok sayıda dava açtırıp davaları çok çabuk sona erdirmek için bir kişinin suçunu katılan bir broşürcük yapalım dedik. Bir A 4 kağıdı ikiye katlayın alın size bir kitapçık. Burada bir kişinin suçunu yazıyorduk ve en fazla 5 kişi suça iştirak ediyordu. Böyle yaklaşık 40 tane itaatsizlik yaptık.
"Kafka da yargılandı"
- Meşhur bir Kafka davası var…
Evet, "Düşünceye Özgürlük 5" broşürü Mahir Günşiray için hazırlandı. 1996 yılındaki Kafka Davası. İlk ifade verenlerden birisiydi Mahir. Tam da o esnada Devlet Tiyatrosu'nda Kafka'nın "Dava"sını oynuyorlarmış. Mahir, ifade olarak Dava'dan tirat attı. "Siz kimsiniz? Ne yapıyorsunuz burada? Ne demek oluyor bu adalet komedyası. Sorguya çekilen niçin başkası değil de benim? Bunu bilmek isterdim. Siz de bilmiyorsunuz. Emirleri uyguluyorsunuz. Ve bu ad, her nasılsa benim olan bu ad, bir başkasının da olabilirdi. Bir badanacının mesela. Buradan çıkınca evinize gidecek, annenizi, karınızı, çocuklarınızı kucaklayacaksınız. Teker teker alınınca, her birinizin bir insan olması, hepinizin bir vicdanı olması... İşte bunu anlayamıyorum!" Mahir konuşurken savcı, "Mahkemeye hakaret ediyor" diyerek yerinden fırladı.
- Sonra ne oldu?
Savcı yeni bir suç duyurusunda bulundu ve Mahir aleyhine yeni bir dava açıldı. Biz de büyük davanın duruşmalarında bir boş koltuğun üzerine Fransız Kafka yazdık. Bazı durumlarda ise savcılar dava açmama eğilimindeydi. O savcılar "Burada kasıt yok" diyerek dava açılmasın ya da beraat etsin dedi. Biz de itiraz edip, beraat kararını temyize yolluyorduk.
- Temyizlerden ne sonuç çıkıyordu?
Temyiz reddediliyordu.
- Bu dava süreci ne kadar sürdü? Ve kaç tane dava açıldı?
İlk aşama 5 yıl. Devlet bu işten kurtulmak amacıyla iki kez birer satırlık yasalar çıkararak açılmış davaları askıya aldı. Biz de karşılık olarak ilk kitabı ve 5 yıl boyunca yayımlanmış 46 broşürü "Düşünceye Özgürlük 2000" adlı bir kitap halinde tekrar yayımladık. Bu kitabın tanıtımı Yılmaz Erdoğan'ın Beşiktaş Kültür Merkezi'nde ev sahipliği yaptığı toplantıda yapıldı. Ama sonra Yılmaz Erdoğan bunun için "Hayatımda yaptığım en büyük aptallıktır" dedi. Böylece geri kalan herkese hakaret etmiş oldu.
- Gözaltı oluyor muydu? Normal bir DGM sürecinde çok ciddi gözaltılar ve sorgulamalar yaşanıyordu.
Hayır, gözaltı gibi şeyler başıma gelmedi.
- Kamuoyu tepkisinden dolayı mı daha esnek davrandılar?
Gayet tabii. Zaten davaları açmak istemediler. Üstüne gittik. Onlar "Aman bu kadar sansasyon olmasın" diyorlardı. Canlarının istediklerini yapıyorlar ama karşılarına bir sürü tanınmış insan geliyor ve "Hadi bakalım biz de içeri alın sıkıysa" diyor. Bu onlar için çok rahatsız ediciydi. "Bu unutulsun gitsin biz istediğimiz gibi devam edelim" diyorlardı.
- Çok ciddi bir kamuoyu oluşturdunuz. Ama bir taraftan da daha sert akan davarlar da vardı. Onlara müdahil oluyor muydunuz?
Gayet tabii. Avukat arkadaşlarımız DGM'ye gidip geliyorlardı. Basına yansıyan davaları zaten görüyorduk.
"Devlet huyundan kolay vazgeçmez"
- DGM'ler neydi Türkiye için?
Devletin sopası. Amacı terörle mücadele değildi. Bu mantık devam ediyor. Çok hızlı hareket etmek ve çok ağır cezalar verebilmek için kurulmuş özel bir mahkemeydi. Çünkü ne de olsa hakimler her ne kadar kendi geleceklerinden korksalar da hukuk eğitimi görmüş insanlar olduğu için bile bile bir yanlış bir şey altına imza atmaktan elleri titrer. Dolayısıyla "Böyle bir özel mahkeme kuralım, bu özel mahkemeye seçme hakimler seçelim" dediler.
- O dönem ayrıca bir sürü sendika, dernek "DGM'lere Hayır" kampanyaları yaptı. Bugünden o günlere baktığınızda o muhalefeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
O muhalefeti çok daha etkili görüyorum...
- DGM'ler kapatıldığında ne hissettiniz?
Hiç sevinmedim çünkü sadece binanın üstündeki tabelayı değiştirdiler. İçerde yine "özel yetkili mahkemeler". Yani eski hamam, eski tas. Devlet kolay kolay vazgeçmez huyundan.
DGM'de Düşünceye Özgürlük Kampanyası esnasında yargılanan sanatçı ve yazarlar.
Yarın: Eren Keskin anlatıyor...
Dizinin diğer yazıları: |