Akdoğan Özkan

06 Mayıs 2024

“Silahlanmayı yüzde 50 artırın” planı

NATO ülkelerinin silah harcamalarını yeterli görmeyen Trump, seçilmesi halinde, ittifak üyesi ülkelerin GSYİH’larından silah sanayine ayırdıkları payı Soğuk Savaş dönemi oranına, yani yüzde 3’e çıkarmayı planlıyor

NATO üyelerini yeteri kadar savunma harcaması yapmadığı için daha önce sert bir şekilde eleştiren Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eski Başkanı Donald Trump’ın, yeniden seçilmesi halinde İttifak üyesi ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılalardan (GSYİH) silah sanayine ayırdıkları payı yüzde 50 oranında artırmayı planladığı bildirildi. Bir diğer deyişle, Trump, ABD’nin on yıl önceki NATO zirvesinde ittifak üyelerine yüzde 2 olarak dayattığı payı yüzde 3’e çıkarmayı planlıyor.

The Telegraph gazetesinin eski Başkan’a yakın kaynaklara dayanarak geçen cuma aktardığı habere göre, zaten epeydir böyle bir plana yakın durduğu hissedilen Trump’ı iyice cesaretlendiren, geçen ay Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda ile New York’ta yaptığı görüşme oldu. Duda, NATO’ya yönelik arttığını düşündüğü -başta Rusya olmak üzere- tehditlere karşı savunma harcamalarının ittifak genelinde artırılarak GSYİH’ların yüzde 3’üne çıkarılması gerektiği yönünde epeydir çağrıda bulunuyordu.

Soğuk savaştan bu yana harcamalar

Aslına bakılırsa, NATO üyesi ülkelerin toplam askeri harcamaları en son 1989 yılında GSYİH’larının yaklaşık yüzde 3’ü civarındaydı. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin çözülüşüyle birlikte Soğuk Savaş teknik olarak sona ermiş ve ABD önderliğindeki sağ liberal kamp zaferini ilan etmişti. “Komünizm yenilgiye uğratılmıştı.” Dolayısıyla, silahlara daha az ihtiyaç duyulacak bir geleceğin kapısının aralandığına inanılıyordu. 1998 yılına geldiğimizde, NATO üyesi ülkelerin askeri harcamaları GSYİH’larının yaklaşık yüzde 2’si civarına gerilemişti. Lağvedilen Varşova Paktı üyesi pek çok ülke de zaman içinde NATO’ya girdi. 2017 yılı sonunda bu oran yaklaşık yüzde 1,45’e kadar indi.

Bir diğer deyişle, askeri harcamalar Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından geçen yaklaşık 30 yıllık bir süre sonunda NATO üyelerinin devlet bütçelerinde artık yarı yarıya yer kaplar olmaya başlamıştı.

Bu dünyanın geneli için “iyi haber” olarak değerlendirilse de silah endüstrisinden GSYİH’sına her yıl en az 30 milyar dolar civarında katkı aktaran bir ülke (ABD) için “kötü haber” niteliği taşıyordu. Soğuk Savaş bitmişse de Beyaz Saray barışın pek “tadının olmadığını” düşünmeye başlamıştı.

“11 Eylül” denilen hadise rakamlardaki bu “tatsız” gerilemeyi tersine çevirme açısından bir dönüm noktası oldu. 11 Eylül Saldırıları ile birlikte ABD hem kendisi hem de NATO için askeri harcamalarda yeniden gaza basma ihtiyacı hissetti. 2001 yılı ABD’nin savunma harcamalarını yeniden ciddi oranlarda artırmaya başladığı bir milat oldu.

Aslında, askeri harcamaların GSYİH içindeki payı açısından ABD, NATO ittifakı içinde 1949 yılından bu yana başı çekiyordu. Ancak ABD ile onu takip eden ülkeler arasındaki fark 11 Eylül 2001 Saldırıları akabinde iyice açılmaya başladı. 2003 yılındaki Irak işgaliyle de Washington, NATO’daki müttefiklerini “lafı bırakıp gaza basmaya” davet etti. Müttefikler bu konuda yeterince “proaktif” ve “premptive” değillerdi ve geriden geliyorlardı.

Yüzde 2 hedefi veriliyor

ABD ve onun NATO müttefikleri açısından Soğuk Savaş sonrası belki de en önemli dönüm noktası, 2014 yılı olmuştu. 2018 yılında yine bu köşede kaleme aldığım Yeni Soğuk Savaş'ın eşiğinde NATO'yu düşünmek başlıklı yazımda kapsamlı şekilde yer verdiğim üzere, o yılın 4-5 Eylül tarihlerinde Galler’de yapılan NATO zirvesinde ABD, üye ülkelerden askeri harcamalarını on yıl içinde GSYİH’larının yüzde 2’sine getirmelerini istemişti. ABD’nin müttefiklerine dış politikalarını kendilerine teslim etmek kaydıyla NATO şemsiyesi ile sunduğu “güvenli alanın” bir bedeli vardı, alooooooo! Bu bedel ödenmeliydi.

Ancak 2018 yılına geldiğimizde yüzde 2 hedefini tutturup geçen sadece dört ülke olmuştu: Yüzde 3,57 oranına sahip ABD’yi dışarıda bırakırsak da aslında 3 ülke vardı Yüzde 2,36 ile Yunanistan, yüzde 2,12 ile İngiltere ve yüzde 2,08 ile Estonya. Bu ülkeleri yüzde 1,99 ile Polonya, yüzde 1,80 ile Romanya ve yüzde 1,79 ile Fransa izliyordu.

Bunlar, yukarıda da belirttiğim gibi GSYİH’sı içinde askeri harcamalarının oranı en yüksek olan NATO ülkeleri idi. Dolayısıyla ABD diğer 24 üye ülkenin de keselerinin ağzını iyice açmalarını ve askeri harcamalarını bir an önce GSYİH’larının yüzde 2’sine çekmelerini istiyordu.

Bu oran temelinde NATO ülkeleri arasında 2017 sonu itibarıyla yapılan sıralamada Almanya yüzde 1,24 ile 17nci, Türkiye ise yüzde 1,48 ile 13ncü sırada yer alıyordu.

Kısacası, GSYİH'nın en az yüzde 2'sini savunmaya harcama hedefi konusunda NATO'nun tüm üyeleri aynı hızda adımlar atmıyordu. 2023 yılındaki NATO tahminlerine bakılırsa, ABD'yi dışta tutarsak, İngiltere, Polonya, Estonya, Litvanya, Yunanistan, Macaristan, Finlandiya, Letonya, Slovakya ve Danimarka’nın da bulunduğu yalnızca 10 ülke bu oranda bir harcama yapar hale gelmişti. Belçika ve İspanya yüzde 1,2 oranında harcama yaparken, GSYH'ye oranla savunmasına en küçük bütçe yüzde 1 ile Lüksemburg olmuştu. Yüzde 3’ten fazla harcama yapan ülkeler Polonya, ABD ve Yunanistan ile sınırlıydı.

Bu arada 2017 sonu itibarıyla NATO ittifakı üyesi 28 ülkenin toplam askeri harcamaları 917 milyar dolar idi. Bunlardan dördü yüzde 2 hedefini tutturmuş ve ekstradan 46 milyar doları daha silahlanmaya yatırmıştı. Eğer geri kalan 24 ülke de askeri harcamalarını mevcut seviyelerden GSYİH’larının yüzde 2’si gibi bir orana çıkartabilmiş olsalardı, toplamda yaklaşık 150 milyar dolara ulaşan bir fazla yaratılmış olacak ve tabii bu rakamının büyük bölümü Amerikan menşeili silah şirketlerine gidiyor olacaktı.

Ama NATO üyelerinin bu artışı kendilerine ve vatandaşlarına meşru gösterebilmeleri için ortada bir “tehdit” olması lazımdı. Öyle, “ortada fol yok, yumurta yok” iken bu ülkeler sırf “büyük patron” istedi diye fazladan kolayca para harcamak istemiyor, çaktırmadan ayak diretiyorlardı. Ortada tehdit filan yoktu. Avrupa’ya yönelik tehdidin arttığına kendilerini olmasa da en azından vergi mükelleflerini ikna etmeleri lazımdı.

 Yüzde 3’ün yolu nasıl yapıldı?

Gerçi 2017 yılında yine bu köşede yer alan “NATOcalypse Now?” başlıklı yazımda, ABD’nin “tehdit” fabrikasyonu doğrultusunda giriştiği hareketliliği aktarmıştım. ABD, bir yandan NATO’yu genişletme planları yaparken, bir yandan da NATO’nun doğu sınırlarına ilk defa süreklilik arz eden bir şekilde asker konuşlandırmaya başlamıştı. 1949’da 12 olan üye sayısı 2024’te 32’ye dayanacaktı. ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Doğu Avrupa’da bu ölçülerde artırdığı askeri haraketliliği söz konusu yazıda detaylarıyla aktardıktan sonra, “bölgedeki NATO temelli asker konuşlandırmalar bizi yeni bir Soğuk Savaş’a mı yoksa yeni sıcak çatışmalara doğru mu götürüyor, bunu bilmemiz şu aşamada mümkün değil,” şeklinde bir ifade kullanmıştım.

Cevabı bulmamız çok uzun sürmedi. Aranan “tehdit” nihayet 2022 yılında Minsk anlaşmalarına uymadığı için Ukrayna’ya “özel askeri operasyon” düzenleyen Rusya sayesinde bulundu. Gerçi Ukrayna NATO üyesi bir ülke değildi. Ama cumhurbaşkanının “gönlü NATO’daydı,” o yeterdi. Zaten, anlatılanlara bakılırsa, Rusya, Ukrayna ile sınırlı kalmayacak, ardından diğer Avrupa ülkelerini de “ham yapacaktı.” Rusya, bu ülkelerle bozmak istemeyeceği gelişkin ticaret ilişkisine bile takılmayacak, kendi gözünün yaşına bile bakmadan Avrupa’yı fethedecekti.

ABD şimdi aradığı tehdidi bulduğuna ve Avrupa’nın iradesini tam teslim aldığına göre 2014’te 10 yıllık termin koyduğu yüzde 2’yi, artık Soğuk Savaş’taki değer olan yüzde 3’e çekebilir. Bu rakam “America first” sloganlarıyla seçmenlerinin karşısına çıkan ABD Başkanı’nı da “bozmaz.” Kendisinden yana bazı şüpheleri olan devleti istesin, konuşsunlar birkaç sene sonra yüzde 4, hatta 5’e de çıkarabilir.

“Bindik bir alamete!”

Hedefleri yukarıya çekmenin önündeki tek engel yine Avrupa ülkeleri gibi görünüyor. Zaten ABD politikalarının kuyrukçuluğunun sözcülüğünü misyon edinmiş AB Dış Politika Şefi Joseph Borrell da geçen cumartesi günü Oxford Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada bu hakikatin altını çizdi ve Avrupalı dostlarını tatlı tatlı uyardı: “Bugün Putin hepimiz için varoluşsal bir tehdittir. Putin Ukrayna'da başarılı olursa orada durmayacak. Rusya'nın zaferi Avrupa'nın güvenliğini baltalayacak,” diyen Borrell, “Ancak Avrupa Birliği'ndeki herkesin bu değerlendirmeyi paylaşmadığını” vurguladı: “Bazı Avrupa Konseyi üyeleri şöyle diyor: “Hayır, Rusya varoluşsal bir tehdit değil. En azından benim için değil. Rusya’yı iyi bir dost olarak görüyorum.”

Onlar da “ortak değerler” temelinde yola gelmeli. Bakın ilk zamanlarda “Il ne faut pas humilier la Russie” (Rusya küçük düşürülmemeli) diye konuşan Macron bile “yola getirildi,” Rusya’nın zaferinin küresel sonuçlarının ciddiyetinin “farkına varmış” gibi konuşuyor artık. Neticede, ABD Başkanları ne için var!

Bakın Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), geçen ay kamuoyuyla paylaştığı raporunda açıkladı: Küresel askeri harcamalar, 2023'te bir önceki yıla göre reel olarak yüzde 6,8 artışla 2 trilyon 443 milyar dolara ulaştı. Bu tüm zamanların rekoru. Raporda, küresel askeri harcamaların 9 yıldır art arda yükseldiği ve son 3 yıldır rekor yenilediği kaydedilerek, küresel olarak kişi başına askeri harcamanın 306 dolarla 1990'dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştığı ifade edildi.

SIPRI Askeri Harcamalar ve Silah Üretim Programı Kıdemli Araştırmacısı Nan Tian, askeri harcamalarda geçen yıl yaşanan benzeri görülmemiş artışın ardında, barış ve güvenlik alanındaki küresel bozulma olduğu düşüncesinde. Tian’a göre, “Devletler askeri güce öncelik veriyor. Fakat giderek daha değişken hale gelen jeopolitik ve güvenlik ortamında bir etki-tepki sarmalına girme riskiyle karşı karşıyalar.”

Yani diyor ki Tian: “bindik bir alamete!”

Kıyamete gitmemek olur mu, ya!