Akdoğan Özkan

24 Şubat 2025

III. Dünya Savaşı iptal

Bugün dördüncü yılına giren Ukrayna Savaşı ile birlikte gerçekleşme ihtimali her geçen gün artan III. Dünya Savaşı, ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump tarafından “iptal edildi.” Yekpare Batı algısını yerle bir eden Trump, Zelenski’nin de siyasi kariyerini bitirmeye oynarken, Putin, Batılı şirketlerin ülkesine dönüşünün önünü açacak hazırlık yapmaya başladı. Avrupa yüksek bürokrasisinin siyasi elitleri ise dönen havanın şokunda!

ABD ile Rusya arasında Donald Trump’ın başkanlık görevine yeniden gelmesi akabinde başlayan yumuşama ile birlikte, son yıllarda gerçekleşme ihtimali giderek artan III. Dünya Savaşı’nın da iptal olduğunu söylersek, sanırım yanlış bir ifade kullanmış olmayız. En azından geçici olarak!

Bakın son haftalar ve günler içinde bize “III. Dünya Savaşı iptal” dedirtecek hangi gelişmeler meydana geldi ve şimdi neyi bekliyoruz:

BİR) Trump, 11 Şubat’ta Biden’ın NATO proksisi olarak Rusya’ya karşı parayla savaştırdığı Ukrayna’ya yapılan yardımların karşılığında bu ülkeden 500 milyar dolar değerinde nadir toprak elementleri istedi. Trump bununla da yetinmedi ve Kiev’i olası barış görüşmelerinin baş aktörü olmaktan alıp bir pazarlık kozuna indirgedi.

İKİ) ABD Başkanı Donald Trump, 19 Şubat günü, “seçim yapmayan bir diktatör olan Zelenski, elini çabuk tutsa iyi olur yoksa ülkesini kaybedecek,” diyerek Ukrayna liderinin siyasi kariyerini bitirmeye dönük zehir zemberek bir açıklama yaptı.

ÜÇ) ABD ve Rusya heyetleri ikili ilişkileri normalleştirme hedefiyle Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da 21 Şubat’ta bir araya gelerek müzakerelere başladılar. Ekipler Ukrayna’da barış için görüşmeler yürütmek ve iki ülke arasında ekonomik işbirliğini teşvik etmek için üst düzey ekip oluşturma konusunda anlaşmaya vardılar.

DÖRT) Brüksel’i “cehennem çukuru” olarak niteleyen Trump’ın Savunma Bakanı Pete Hegseth, şimdiye kadar Ukrayna'ya 134 milyar avronun üzerinde askeri yardım yapan AB üyesi müttefiklerine 12 Şubat tarihinde sert mesajlar iletirken aynı masa etrafında bir araya geldiği Ukraynalı ve AB'den mevkidaşlarına “Ukrayna'nın NATO üyesi olmadığını, savaş sonrasında güvenlik garantilerinin Avrupa ülkeleri tarafından verilmesi gerektiğini” söyledi. ABD’nin Ukrayna ve Rusya Özel Temsilcisi Keith Kellogg da, Ukrayna barış görüşmelerinde AB’nin masada olmayacağını duyurdu. Biden’ın kuyruğuna tutunup Rus düşmanlığından kendi bacaklarına sıkacak kadar gözü dönmüş AB liderlerinde panik havası esmeye başladı.

BEŞ) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bakanlarına Batılı şirketlerin Rusya’ya dönüşünün sağlanması yolunda gerekli hazırlıkların yapılması talimatını verdi. Boeing’in Rusya pazarına dönme planları yaptığı iddia edildi.

Brüksel’in son dönemdeki üst düzey diplomatları Rusya ile mücadeleyi öylesine bir obsesyon haline getirmişlerdi ki Orta Doğu’ya barışı bile Moskova’ya sopa sallayarak getirebilecekleri yanılması içine girmişlerdi. Trump’ın onlar için de en büyük sürpriz hamlesi, bırakın AB’yi Ukrayna’yı dahi barış masasının dışında bırakması oldu. Çok değil bundan birkaç ay öncesine kadar barış için Rusya ile görüşme yapılmayacağını, o yüzden müzakere seçeneğin tamamen kapalı olduğunu söyleyen, hatta kurulacak “barış masasında” Rusya’nın bile yer almayacağını “öngören” AB liderleri şimdi Washington’un kendilerini müzakere masasının dışında tutmasının şokunu yaşıyorlar.

Şiddetli bir fırtına

Donald Trump başkanlık görevine başlamadan önce kaleme aldığım “Avrupa’nın ufkunu Trump bulutları karartırken” başlıklı yazımda, “Avrupa asıl mücadeleyi 20 Ocak’ta yemin ederek göreve başlayacak olan ABD Başkanı Donald Trump yönetimine karşı vermek zorunda kalabilecek gibi gözüküyor. (…) Trump ile birlikte AB ufkunda sanki daha fazla azar, fırça ve tedip gözüküyor. Bir ‘mükemmel fırtına’ bizi bekliyor gibi. (…) Bu teslimiyetçiliğin ve kraldan çok kralcılığın Avrupa’ya Trump karşısında bir faydası olacak mı, orası tamamen şüpheli!” yazmıştım. Evet, gelişmeler tam da öngördüğümüz şekilde gelişiyor ve Trump’ın azar ve fırçasını yemeyen Avrupalı neredeyse kalmıyor. Buna, ABD Başkanı’nın “diktatör” diye seslendiği Ukrayna lideri Zelenski de dahil. “Mükemmel” mi tam bilemem ama kesinlikle şiddetli bir fırtına yaşandığını söylemek lazım.

Kendilerine ucuz doğalgaz taşıyan Nord Stream boru hattını dahi patlat(tır)acak denli gözlerini karartan ve kıtayı pahalı gaza mahkûm eden, ama bu sabotaj eylemini kimin gerçekleştirdiğini bilmiyormuşçasına aylarca üç maymunu oynayan Avrupalı liderler 17 Şubat’ta telaşla Fransa başkenti Paris’te buluştu. Elysee Sarayı'nda bir araya gelen AB, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya, Polonya, Danimarka, Hollanda liderleri ile NATO Genel Sekreteri Mark Rutte “fırtına” niteliği atfettiğim bu gelişmeleri görüştü. Liderler, zirvenin sonucunda Avrupa'nın da kendi savunmasını güçlendirmek konusunda hazır ve istekli oldukları yönünde açıklama yapmakla yetindiler.

Bu arada NATO’ya üye Avrupa ülkelerinde endişe içinde beklenen yeni savunma harcamaları skalası da ilk kez Washington’un resmi ağzından müttefiklere yüzde 5 olarak iletildi. Halihazırda gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) yaklaşık ortalama yüzde 2’sini savunmaya ayıran Avrupa ülkeleri için bu rakam rekabet güçlerini biraz daha zayıflatabilecek yeni bir baskı unsuru özelliği taşıyor.

Tabii Trump’ın Ukrayna meselesinde değerler temelinde bir siyaset yürütmekten ziyade anlaşma imzalama peşinde olan bir iş adamı, bir CEO gibi meseleye yaklaştığını da unutmayalım. Pazarlıkta karşı tarafı psikolojik baskı altına alacak şekilde çıtayı yukarıda tutarak işe koyulmayı seviyor.

“Çirkin bir şeye çirkin yüz veriyor”

Neden böyle yapıyor? Çünkü “Masum liberallerin gözyaşları ve pragmatik plütokrat” başlıklı yazımda da dile getirdiğim gibi, “Trump, kötü imparatorluğa güzel bir yüz takmada çok yetenekli olan Obama’nın tam tersi; çok çirkin bir şeye çok çirkin bir yüz takıyor. O yüzden imparatorlukta çok daha dürüst bir yüz. Diğer plütokratlar tarafından sahiplenilen kaba, aptal bir plütokrat olarak zalim güç yapısının mükemmel bir temsilcisi.” Avustralyalı gazeteci Caitlin Johnstone, Trump’ta sevdiği tek şeyin, “imparatorluk yöneticilerinin çoğunun onda nefret ettiği şey olduğunu, yani oyunu ele vermesi” olduğunu dile getirmişti. Susmayıp “oyunu ele veren” yani ABD’nin gerçek maskesini indiren, ona ihtiyaç duymayan bu pervasız yaklaşımının ardında da öyle dürüstlük ya da samimiyet filan değil, kibir yüklü muazzam bir özgüven var. Öyle fotoğrafa sinsice balyoz sopası yerleştirerek sallamıyor sopasını. Bodoslomadan azar ve tedip ile giriyor, hasmını paralize edip bunun özgüveniyle açıyor müzakere pazarlıklarını:

- Gazze’yi sahiplenerek Costa Brava yapacağını söylerken iktidarlarını yitirme korkusu üflediği Mısır ve Ürdün’den “iyi” bir karşı teklif bekliyor.

- Kanada'nın "51. eyalet" olarak ABD'ye dahil edilmesi gerektiğini dile getirip Kanada Başbakanı Trudeau’ya “ezik” derken, karşı taraftan ticari dengeyi Washington lehine çevirecek sağlam birkarşı teklif bekliyor.

- Avrupa Birliği'nin ABD ile arasındaki “muazzam ticaret açığını” dikkati çekip AB’ye ticari ültimatom niteliği taşıyan sert mesaj verirken Birliğin Amerika’nın petrol ve doğalgazını büyük ölçekte satın alarak bu açığı kapatması gerektiğini istiyor.

- “Dürüst olmak gerekirse Zelenski'nin müzakerelere katılmasının çok önemli olduğunu düşünmüyorum” diyerek Ukrayna liderine siyasini kariyerini bitirebileceğini ima ederken, Ukrayna’nın Kiev’in kontrolündeki maden ve mineral yataklarıyla ilgili ABD’ye Rusya görüşmeleri öncesi kapitülasyonlar sağlaması gerektiğini dikte ediyor.

- Bu yaklaşımla pazartesi ve salı günü görüşeceği Fransa lideri Macron ile İngiltere lideri Keith Starmer’ı da şöyle bir sarsması mümkün.

Tarafsızlık şansını iterek gelinen nokta

Malum, Ukrayna lityum (%2 küresel rezerv), grafit (%4), nikel (%0,4), mangan, uranyum ve nadir toprak metalleri de dahil olmak üzere değerli mineral rezervlerine sahip bir ülke. Özellikle titanyum bahsinde Ukrayna'nın dünya rezervlerinin %20'sini elinde tuttuğu tahmin ediliyor. Ancak, bu maden ve mineral yataklarının yaklaşık yüzde 40'ı ya Rus güçlerinin kontrolü altında ya da cephe hattında bulunmakta. ABD merkezli şirketler Ukrayna anayasasının doğal kaynakların özelleştirilmesini açıkça yasaklayan 13. Maddesi nedeniyle bağımsızlığını kazandığından bu yana Ukrayna’da yeni projelerden büyük ölçüde kaçındılar. Trump’ın bu maddenin kaldırılarak Batılı şirketlere ülkenin doğal zenginliklerini daha kolay sömürme imkânı tanınmasını istediğine ve buna oynadığına da kuşku yok. Bir zamanlar Kiev yönetiminin elinde “Ukrayna’nın tarafsızlığını koruduğunu ilan etmesi” gibi bir ihtimal, bir şans vardı, ama onlar bunu ellerinin tersiyle ittiler ve Batı’nın para ve silahı, gençlerinin canıyla “son Ukraynalıya kadar” bir vekalet savaşı vermeyi tercih ettiler. O tarihte tarafsızlığı salık verenleri dinlemeyenlerin Trump’ın Zelenski’ye yolladığı söylenen ve “ihtilaf halinde New York mahkemelerini yetkili” kılan “Ukrayna madenleri” anlaşmasının taslağına bakıp, ülkenin geldiği/getirildiği şu trajik ekonomik sömürge adaylığı konumuna şaşırmaları da enteresan doğrusu.

Bu arada, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da bugün Ankara’yı ziyaret ederek, Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek üzere ABD yetkilileriyle yaptığı son görüşmeleri aktaracağı ve Türkiye’nin 2022’de İstanbul’da çok yaklaşılmış barış sürecine bu kez nasıl katkıda bulunabileceğini görüşeceği ileri sürülüyor.

Tabii, ABD ve Rusya heyetlerinin Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya gelerek müzakerelere başlaması Ukrayna’da silahların kısa süre içinde susacağı anlamına gelmiyor. Eğer Ukrayna ordusunda ani bir çözülme meydana gelmez veya Kiev’i Zelenski sonrasına taşıyacak bir iktidar değişimi/darbe yaşanmazsa cephede silahların susması aylar alabilir.

“Kolektif Batı” algısı yerle bir

Zaten unutmayalım ki iki ülke arasındaki görüşmeler sadece ve sadece Ukrayna Savaşı’nı sonlandırma gündemi içermiyor. İki ülke arasındaki ilişkilerden Rusya’ya yönelik yaptırımlara, Avrupa ile Rusya arasındaki ticari ilişkilerin geleceğinden NATO’nun genişleme planlarının akıbetine kadar masada çok sayıda gündem maddesi bulunuyor. Ayrıca, Ukrayna’ya barışın bir dönem savaşın fitilini ateşlemiş Washington’a zevahiri kurtaracak bir aranjmanla formüle edilmesini bu masa sağlayacak. Dolayısıyla Putin’in Trump’a bir Nobel Barış Ödülü armağan etme ihtimalinin dahi yolunu açabilecek böylesi bir gelişmenin kolay finalize edilmeyeceği ve zorlu tartışmalara sahne olacağı da bir hakikat.

Şimdi asıl soru şu: Soğuk Savaş döneminin iki büyük hasmı, ABD ve Rusya bir kez daha barış içinde bir arada yaşama zemini için müzakerelere oturmuşken tarihi yeniden yazabilirler mi? Yekpare bir Batı algısını, “kolektif Batı” cephesini yerle yeksan eden Donald Trump, diplomaside nadiren beliren bu tarihsel fırsat ve momenti iyi kullanarak Putin ile makul temellerde bir uzlaşıya varabilecek mi? İki lider sadece Ukrayna’daki çatışmaları değil Moskova’nın 2007’den beri dile getirdiği güvenlik endişelerini de sona erdirebilecek ve uzun yıllar korunabilecek yeni bir jeopolitik denge yakalayabilecekler mi? Bir diğer deyişle, geçici olarak “iptal edildiğini” düşündüğümüz III. Dünya Savaşı tamamen rafa kaldırılaabilecek mi?

Batı ile anlaşmaya yürümenin her zaman için bir tuzak olduğunu düşünen İgor Girkin gibi Rus “türbo-vatanseverler” ile Rusya’yı dünyadaki “yegâne beyaz güç” olarak gören ve onlarla ulusaşırı bağ kurarak Putin'i bir umut ışığı olarak gören Richard Spencer gibi beyaz ırk üstünlükçüsü Amerikalılar dahi nefeslerini tutmuş gelişmeleri izliyorlar.  Umarız tarih hiçbir ultra-milliyetçi kanadı kayırmadan, savaştan çok çekmişleri öncelikle dikkate alan bir seyir izler ve sonunda barış, kalıcı barış kazanır.