Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin anlaşma ve birkaç 10 milyar dolar daha bağlama umuduyla geldiği Beyaz Saray ziyaretinin hüsranla bitmesi ve deyim yerindeyse artık “üzerinin çizilmesi” bana bundan 66 yıl önce Menderes’in gerçekleştirdiği Washington ziyaretini, yani bir başka “üzerinin çizilmesi” vakasını anımsattı. Bizim ziyaret dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes'in zor durumdaki Türkiye ekonomisinin toparlanabilmesi için “para peşinde” koştuğu 1959 yılı Ekim ayında gerçekleşmişti. O ziyaret de acı bir hüsran vakasıdır, ancak ayrıntıları geniş kamuoyu tarafından pek bilinmez.
Bizim vakanın tanığı ve aktarıcısı, dönemin muhalif olarak bilinen gazetelerinden Vatan'ın o tarihte 29 yaşında olan başarılı muhabiri Orhan Karaveli. Biz, onun hem HaberTürk’te verdiği röportajlardan hem de 2010 yılında yayımlanan "Görgü Tanığı: Bir Gazetecinin Sıradışı Anıları" başlıklı kitabından Beyaz Saray tarafından bir ülke liderinin “üzerinin çizilmesi” olayının nasıl bir şey olduğunu detaylarıyla öğrenmiştik.
Bir ‘üzerini çizme’ hadisesi
Bu köşede daha önce de yazdığım gibi, Başbakan Menderes, 1959 yılındaki ABD ziyaretine beraberinde Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve de Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun olduğu halde gider. Heyet 7-9 Ekim 1959 tarihinde yapılması planlanan CENTO Yedinci Bakanlar Konseyi Toplantısı'na katılacaktır aslında. Ama o sadece bir vesiledir. Asıl hedef, Beyaz Saray’ın kapısını çalmaktır. CENTO toplantısı zaten bakanlar düzeyinde bir toplantıdır. Hatta toplantıya ABD elçileri düzeyinde katılımın da yeterli olacağı söylenmektedir. Ancak Menderes, ABD Başkanı Dwight Eisenhower ile Washington'da bir görüşme yapmayı ümit ettiği için seyahate kendisini ve Maliye Bakanını da dahil etmiştir.
Maalesef 2023 yılında kaybettiğimiz Karaveli'ye göre, gezinin asıl amacı, zor durumdaki Türk ekonomisini düze çıkarmaya dönük olarak ABD’den 500-600 milyon dolar tutarında bir yardım almaktır. Zira Türkiye’nin 1958 yılı Ağustos ayında vadesi gelmiş borçların tutarı 400 milyon dolara tırmanmıştır. Hükümetin dışarıdan sermaye ithalini amaçlayan serbestleşme politikaları olumlu sonuç vermeyince, güç durumda kalan Başbakan önce Avrupa'nın kapısını çalmış, istediği yanıtı alamayınca bu kez Beyaz Saray’ın kapısını çalmayı hedeflemiştir.
Menderes, uğruna Kore’de şehitler verdiğimiz müttefikimizin Başkanı Eisenhower’dan ilgi ve alaka görmeyi beklemektedir. ABD Başkanı, önemli konukları geldiğinde kapılara çıkan, hatta ziyaretçilerini havalimanlarında bile karşılayan bir liderdir. Ancak Orhan Karaveli'den öğreniyoruz ki, Menderes ve beraberindekileri taşıyan uçak 5 Ekim akşamı New York'a indiğinde, Türk heyetini havalimanında bırakın Eisenhower'ı tek bir Amerikan Dışişleri Bakanlığı mensubu bile karşılamamıştır.
Ne karşılayan var ne de itibar eden
Ortalıkta yalnızca Türk elçiliği memurları ile kadınlı erkekli 40-50 kişilik Türk grubu vardır. Başbakan Menderes ile beraberindekileri kalacakları Waldorf Astoria oteline Türk elçiliğinin görevlileri götürür. Orhan Karaveli, otele doğru giderlerken, yolda o tarihlerde ABD'de yaşayan foto muhabiri Güngör Akkan’a, "Yahu, bu ne biçim iş? Amerika, en sadık müttefikinin (!) başbakanını böyle mi karşılayacaktı?" demekte ve “bir şeyler değişiyor, galiba” diye düşünmekten kendini alamamaktadır.
Başbakan Menderes, CENTO toplantıları bittikten sonra 9 Ekim günü bakanlarıyla birlikte Beyaz Saray'a geçer. Ancak asıl “soğuk duş” kendisini orada beklemektedir. Eisenhower, Menderes'i ne kapıda ne içerde, koridorda karşılar.
Beyaz Saray'a gelişlerinin ardından bir görevli Türk heyetine çalışma odasının bulunduğu koridora kadar eşlik eder. ABD Başkanı Türk Başbakanını Beyaz Saray'ın giriş katındaki çalışma odalarından birinde kısa bir süre için lütfen kabul edecektir. Menderes’e Başkan’ın odası gösterilir. Başbakan kapıyı tıklatır. Eisenhower'ın içerden “girin” şeklindeki komutu akabinde Menderes içeri girer.
Çay kahve ikramı bile olmadı
Merhum duayen gazeteci Cihat Baban (1911- 1984), “Politika Galerisi” başlığını taşıyan ve tanıdığı siyasi liderleri anlattığı anı kitabında, bu ziyaretin çok önceden planlanmadığını, Eisenhower'ın aslında o günlerde çiftliğinde olduğunu, ancak Türk tarafının ısrarları nedeniyle Dışişleri Bakanı Herter tarafından çağrılarak helikopterle apar topar Beyaz Saray'a getirildiğini belirtiyordu. Baban, "Bu kabul ancak yedi (7) dakika sürdü. Bu ziyarette ne şampanya ne kahve, hiçbir şey ikram edilmedi, önemli hiçbir şey konuşulmadı," diyordu.
Karaveli'ye göre ise iki devlet adamımız odada ancak 25 dakika kalmışlardı. Artı hangi süre doğru tam bilemiyoruz, odadan çıktıklarında Menderes'in kolunun altında, ABD'den almayı umduğu yardım paketi değil, parlak bir kâğıda sarılmış, imzalı, kocaman bir Eisenhower fotoğrafı vardır. Başbakanın hüsranı odadan çıkarken yüzünden okunmaktadır. Karaveli'ye göre, Menderes'in 500-600 milyon dolarlık yardım talebini Eisenhower bir iki kelimeyle geçiştirmiş, hiç oralı olmamıştır. Başbakan konuttan ayrılıp Cadillac'ına binerken, genç gazeteci Karaveli'ye dönerek, "sadece bir nezaket ziyaretiydi," demekle yetinecektir.
Ertesi günü Menderes, bu kez dönemin ABD Dışişleri Bakanı Christian Archibald Herter ile makamında bir görüşme yapar. Ancak Menderes bu ziyaretinde de, beraberindekilerle birlikte özel kalemde sıradan bir ziyaretçi gibi uzun süre bekletilecektir. Bekleme odasında Başbakanla birlikte 7 kişi bulunmaktadır. Menderes, Zorlu, Polatkan, Washington Büyükelçimiz Suat Hayri Ürgüplü, Orhan Karaveli, eski Vatan'cı Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç, Anadolu Ajansı'ndan Faruk Fenik.
Ziyaret için 40 dakika bekletilmenin “tam bir fiyasko” olduğunu düşünen ve bir şeylerin yanlış gittiğini fark eden Karaveli, Büyükelçimiz Ürgüplü'ye dönerek sorar:
“- Neden bekletiliyoruz burada 40 dakikadır? Kalkıp terk edelim adamın makamını da heriflere ders olsun.”
Ürgüplü, genç gazetecinin kulağına eğilerek şöyle der:
“- Sana bir şey söyleyeceğim ama yazmayacaksın. Şimdilik, off the record, yani. Amerikalılar Menderes'i çoktan sildiler. Gözden çıkardılar onu. Değil 500-600 milyon dolarlık yeni bir yardım paketi, bir dolar bile vermemekte kararlılar. Biz bunu hissettiğimizi kendisine ilettik. Belki o da her şeyin farkında, ama gene de şansını deniyor. Ümidini büsbütün kestiği an Türkiye'nin dış politikasını değiştireceğinden hiç kuşkun olmasın.”
“- Nasıl değiştirecek sizce?”
"- Orasını Allah bilir!"
Başbakan beraberindeki Zorlu ve Polatkan ile birlikte girdiği ve ancak 15 dakika süren bir başka hayal kırıklığı yaşadığı görüşmeden çıktığında keyifsizdir. Ürgüplü'nün “Amerikalılar üzerini çizdi” dediği Menderes, içine düştüğü durumu belli etmemeye çalışmaktadır.
Menderes’e 'teselli mükafatı'
Bu arada, bir gün önceki ziyarette Eisenhower Menderes'e sadece imzalı fotoğrafını vermekle yetinmemiş, Türk Başbakanı’na isterse beraberindeki Türk heyetiyle birlikte Amerika'da uzunca bir geziye çıkabileceğini, bunun için Türk heyetinin emrine bir hafta süreyle özel bir askeri uçak tahsis edebileceğini söylemiştir. Başbakan ve beraberindekilere programlı bir organizasyon eşliğinde bazı şehirler gezdirilecek, gittikleri yerlerde isterlerse iş dünyasıyla görüşmeler yapmaları sağlanacaktır. Bu bir anlamda Menderes için “teselli mükafatı” kabilinden bir gezidir. Başbakan teklifi kabul etmiş ve Washington'da bulunan Türk gazetecileri de tur kapsamındaki programına davet etmiştir.
Geziye katılan resmi heyette gazeteci olarak Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet gazetelerinin sahipleri Nadir Nadi, Haldun Simavi ve Ercüment Karacan'ın yanı sıra Ahmet Emin Yalman'ın sahibi olduğu Vatan gazetesi muhabiri Orhan Karaveli de vardır. Heyette MİT mensubu bir subay da yer almaktadır.
İlk durak Texaslı petrol zenginlerinin kenti Dallas olur. Buranın tur programına alınmasının bir sebebi de, 31 Ocak 1952 - 19 Haziran 1953 döneminde ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapmış, Menderes'i de o yıllardan tanıyan George McGhee'nin bölgede petrol işine girmiş olmasıdır. O akşam otellerinden Cadillac araçlar ile alınan heyet McGhee'nin şehrin dışındaki malikânesinde verilen davete geçerler.
Açık büfe yemeklerin servis edildiği ve çok sayıda hoş, orta yaşlı hanımın da davetliler arasında yer aldığı akşam ortalıkta birdenbire harika Türkçesiyle herkesi şaşırtacak, şirin bir genç kız belirir. Heyettekiler, bu kişinin 1931-1944 arasında Bükreş Büyükelçisi olarak görev yapan Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Romanya'dan Türkiye'ye getirdiği küçük bir Gagavuz kızı olan Oya Hanım olduğunu öğrenirler.
Türkiye Cumhuriyeti’ni 13 yılı aşkın bir süre temsil ettiği Romanya'dan 1944 yılı Aralık ayında yurda dönen Tanrıöver, bu ülkede görev yaptığı dönemde Gagavuz kasaba ve köylerini dolaşarak, bölgede Türkçe eğitim yapan 26 okul açtırmıştır. Tanrıöven bununla da yetinmemiş, bazı Gagavuz kız ve erkek çocuklarını Türkiye'ye getirterek ilk, orta ve yüksek okullara yerleştirmiş ve eğitim almalarını sağlamıştır. Bu kızlardan biri olan Oya Hanım, McGhee'nin Türkiye'de görev yaptığı yıllarda çocuklarına dadılık yapmıştır. Kızı seven aile, görevleri tamamlandığında onu beraberlerinde ABD'ye getirmişlerdir. Orhan Karaveli, Oya Hanım’ı Hamdullah Suphi'nin oğlu Özkul Tanrıöver'e bir zamanlar âşık olduğunu bilecek kadar iyi tanımaktadır. Türkçe konuşmayı özlemiş olan Oya Hanım o gün davetteki Türk konuklarla özel olarak ilgilenir.
‘Akşam kız senin odana girdiğinde’
Orhan Karaveli, ABD ziyaretinin bu bölümlerine ve turun Dallas durağındaki davete ilişkin ayrıntılara kitabında yer vermiş değil. Ben Orhan Karaveli'nin bu davetle ilgili olarak aşağıda aktaracağım anılarını 2010 yılı Mayıs ayında HaberTürk kanalında katıldığı ve Fatih Altaylı ile Murat Bardakçı'nın birlikte bir dönem konuklarını ağırlayıp sorular sorduğu "Teke Tek Özel" programında dinleme fırsatı buldum.
Duayen gazetecimizin o akşam konuk olduğu programda aktardıklarına bakılırsa, Türk heyeti McGhee'nin davetinin sona ermesiyle birlikte, konakladıkları Dallas Sheraton otelindeki odalarına geçerler. Gece bir vakitte Karaveli'nin odasının kapısı çalınır. Oya Hanım, her nasılsa gecenin o vaktinde Orhan Karaveli ile "sohbet etmek istemiş" ve arabasına atladığı gibi otele gelmiştir. İkili bir süre muhabbet ettikten sonra kız otelden ayrılır. Sabah otelin restoranına inen Karaveli, kahvaltı sofrasında Başbakanın hatırını sorar. Menderes, gülümseyen bir ifadeyle, "İyiyim ama öğrendiğime göre sen benden daha iyiymişsin" der. Karaveli ilk bakışta pek anlam da veremediği bu imalı cümleyi yanıtsız bırakır.
Genç gazeteci daha sonra heyette MİT adına bulunan (binbaşı) subaya, başbakanın sözlerini aktardığında, binbaşı, "Sen gece olanları bilmiyor musun, yoksa?" diye sorar ve anlatmaya başlar:
"- Akşam kız senin odana girdiğinde bir anda ortalıkta Amerikalı goriller belirdi."
Türkiye'nin zirvesini 1 hafta dinliyorlar
O gece odasının dışında olup bitenleri binbaşıdan öğrenen Karaveli öğrendiklerini şöyle anlatıyor:
"- Menderes koruma kullanmıyordu. Başbakanın kafilesinden birinin odasına bir gece bir kadın giriyor. Goriller hemen koridorda beliriyorlar. Ve benim odamı dinlemek istiyorlar. Yanımdaki odada kim yatıyor, biliyor musunuz? Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun. Ona 'beyefendi size bir süit oda açalım, lütfen bu odayı boşaltın,' diyorlar. O odaya giriyorlar ve benim odayı dinliyorlar.”
Buradan da anlıyoruz ki, Amerikalılar Türkiye'nin zirvesini teşkil eden ekibe ABD'de çok memnun kalacakları bir haftalık bir konukseverlik yaşatmışlar, gittikleri yerlerde adam başına neredeyse birer Cadillac düşecek şekilde dolaştırmışlardı belki ama bu süre boyunca Türkiye'nin başbakanını, maliye bakanını, dışişleri bakanını, genelkurmay başkanını gittikleri her yerde istedikleri gibi gizlice dinleme imkanını da bulmuşlardı.
NATO'ya üye olabilmek için 1950-1953 yılları arasındaki Kore Savaşı'na 15 bin civarında asker göndermiş olan ve bu rakamda yüzde 22'lik zayiat oranına ulaşmış Menderes, 1959 yılındaki bu ABD ziyareti sırasında gittiği yerlerde yaptığı konuşmalarda, “Birleşik Devletler'in yeryüzündeki en güvenilir ve en sadık müttefiki olduğumuz” tezini bıkıp usanmadan tekrarladıysa da “en sadık müttefik” olarak hak ettiğine inandığı cömert parasal desteğe yönelik hiçbir söz alamamıştır. Başbakan, parasal yardımın gerçekleşmeyeceğine 6 Aralık 1959'da Türkiye'ye gelen ve burada şaşalı törenlerle karşılanan Eisenhower’ın ağzından bir kez daha duyunca artık kesin olarak inanır ve ABD’den tamamen ümidini keser.
‘Ölümcül dostluğun’ bedeli
Menderes ile Zelenski’nin Beyaz Saray’a yaptıkları ve arada 66 yıl bulunan ziyaretlerinde yüz yüze kaldıkları ortak gerçeği en iyi sanırım 1973-1977 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış Henry Kissinger ifade etmiştir:
“Amerika’nın düşmanı olmak tehlikelidir. Ama Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür.”
Ankara’nın bu gerçekle yüzleşirken aldığı fatura nispeten daha makuldü: Kore’de ABD için yaklaşık 1000 askerini kaybeden Türkiye, çok ihtiyaç duyduğu 500-600 milyon doları alamamıştı sadece. Ancak Zelenski’nin faturasının çok daha ağır olduğu açık: ABD’den bugüne kadar proksi savaşı için 350 milyar dolar (Zelenski’ye göre 100 milyar dolar) gibi çok yüksek bir tutar alan ama bu yolda yüzbinlerce gencini savaşa kurban eden Ukrayna lideri kendini bir anda 500 milyar dolar içerde bulduğu bir nadir toprak elementleri anlaşmasıyla yüzleşmek durumunda kaldı!
Kendisini şişiren medyanın önünde, Beyaz Saray’da, yani ABD Başkanın evinde biraz fazla “ileri giden” Zelenski’nin Başkan Yardımcısı J. D. Vance’e mırıldanarak “o.ospu” dediğini bile söylüyor konuştuğu dili iyi bilenler. Zaten oralarda bir yerlerde galiba film koptu ve Zelenski vekalet savaşının en acı gerçeği ve emperyalizmin en sert yüzüyle karşı karşıya kaldı.
ABD’nin “ölümcül dostluğunun” bedeli muhtemelen bununla sınırlı kalmayacak. Beyaz Saray’dan “saygısızlık yapma, biz olmasak bir hiçsin… (…) Elinde hiçbir koz yok, III. Dünya Savaşı kumarı oynuyorsun” denerek adeta kovulan Zelenski’nin tahtı ve de siyasi kariyeri tamamen sallantıda. İstediği kadar “Birleşik Devletler'in yeryüzündeki en güvenilir ve en sadık müttefiki olduğunu” anlatsın dursun şimdi, “sizi tatlısu okyanusu koruyor, sizin tuzunuz kuru” mealindeki sözleriyle kendisini denklemden ekarte etme düşüncesindeki Trump’ın ekmeğine yağ sürmüş oldu.
Bir zamanlar Zelenski’nin elinde barış için “Ukrayna’nın tarafsızlığını koruduğunu ilan etmesinin” yeterli olacağı bir ihtimal, bir şans vardı, ama o Joe Biden ve Boris Johnson gibilerin sırt sıvazlamalarıyla bu fırsatı elinin tersiyle itti ve Batı’nın parası ve silahı, kendi gençlerinin canıyla “son Ukraynalıya kadar” bir vekalet savaşı vermeyi tercih etti.
Oysa, 45 yıllık diplomasi kariyeri olan ve Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcılığı, Avrupa Entegrasyonu Devlet Sekreterliği, ayrıca Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın Dış Politika Danışmanlığı yapmış, halen Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi Orta Üyesi olarak görev yapan Oleksandar Çalyi, İstanbul’da 2022 yılı Mart ayında yürütülen barış görüşmelerine de katılmış bir kişi olarak, o tarihte Putin’in bir anlaşmaya ulaşılması için “her şeyi denediğini” bizzat itiraf etmişti. Yani “düşman” elinden geleni yaptı, biz fırsatı teptik,” dedi.
Çalyi’yi geçelim, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin partisi olan Ukrayna Halkın Hizmetkarı Partisinin de sözcüsü olan ve İstanbul’daki barış görüşmelerinde Kiev heyetinde baş müzakereci olarak yer almış Davyd Arakhamia, Ukrayna’nın tarafsız kalmayı kabul etmesi durumunda Rusya’nın o tarihte savaşı durdurmaya hazır olduğunu, ancak Batı'nın Ukrayna yönetimine savaşa devam etmesi telkininde bulunduğunu itiraf etmiş, şunları söylemişti:
“Rusya'nın amacı tarafsız kalmamız için üzerimizde baskı kurmaktı. Onlar için asıl mesele şuydu: Finlandiya’nın bir zamanlar tuttuğu yol gibi tarafsızlığı kabul edersek ve NATO’ya katılmayacağımıza dair taahhütte bulunursak savaşı bitirmeye hazırdılar. Asıl önemli mesele buydu onlar için.”
O tarihte Kiev yönetimine tarafsız kalmasını salık verenleri dinlemeyenlerin, İstanbul’da varılan mutabakatı çöpe atanların, Trump’ın Zelenski’ye yolladığı söylenen ve “ihtilaf halinde New York mahkemelerini yetkili” kılan 500 milyar dolarlık “Ukrayna madenleri” anlaşmasının taslağına bakıp, ülkenin geldiği/getirildiği şu trajik ekonomik sömürge adaylığı konumuna şaşırmaları enteresan doğrusu, demiştim önceki hafta. Aynı kadro geçen hafta da Zelenski’nin Beyaz Saray’da gördüğü muameleye şaşırıyordu. Oysa Beyaz Saray, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’ın bir röportajında ifade ettiği üzere, Ukrayna ekibine “Amerikalıların sabrının tükendiği” bilgisinin verildiğini ve olayı şu şekilde tanımladıklarını söylüyordu: “Birinden para ve yardım için adeta yalvarırken nasıl gelip ona hakaret edebilirsiniz?”
Sahi, hem de “ölümcül dostunuza!”