Suriye’deki Amerikan birliklerinin Deyrizor kırsalındaki IŞİD güçlerinden ele geçirdikleri altınları Washington’a naklettiklerine dair yeni bir iddia ortaya atılırken, ülkenin kuzeybatısındaki İdlib’de “ısınan havanın” Ankara için yeni bir sığınmacı akınıyla sonuçlanabilecek şiddetli çatışmalara doğru evrilmekte olduğuna dair sinyaller giderek yoğunlaşıyor.
Geçtiğimiz hafta bu köşede “Suriye’nin 40 ton altınını kim çaldı?” başlığıyla verdiğimiz gelişmelerin ardından Erbil merkezli Bas News Haber Ajansı da, kendi kaynaklarına dayanarak, Suriye’deki Amerikan birliklerinin Deyrizor kırsalındaki IŞİD güçlerinden ele geçirdiği 50 ton altını Kobani’deki (Ayn el-Arap) üslerinden ABD’ye naklettiklerini ileri sürdü. Kürtçe yayın yapan Bas News’un görüştüğü kaynak, 50 ton altının küçük bir bölümünün Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) asli bileşeni olan YPG güçleriyle paylaşıldığını iddia etti. Bizim dolaylı bir şekilde İran Haber Ajansı (FNA) kanalıyla haberdar olduğumuz iddiayı temel alan ajans haberinde, söz konusu külçe altınların Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’nın 26 Şubat 2019 tarihli haberinde bahsi geçen ve yine işgal güçlerince el konulduğu iddia edilen altınlarla aynı altınlar olup olmadığına yönelik açıklayıcı bir ibareye rastlanmadı.
Hatırlanacağı gibi, daha önce de SANA ajansı, Cezire bölgesindeki yerel kaynaklara dayanarak verdiği haberinde, ülkedeki Amerikan işgal güçleri ile IŞİD örgüt yetkilileri arasında bir anlaşma yapıldığını ve bu anlaşmayla bazı örgüt militanlarının Deyrizor kırsalındaki bölgelerden liderleriyle birlikte güvenli alanlara tahliye edilme karşılığında devlet kaynaklarından çaldıkları onlarca ton altını işgal güçlerine teslim ettiklerini ileri sürmüştü. 26 Şubat tarihli SANA haberinde bilgilerine başvurulan görgü tanıkları, aralarında altın külçelerin de olduğu IŞİD “ganimetlerinin,” karanlıktan istifade etmek için 24 Şubat Pazar gecesi Suriye’nin Haseke kentinin güney kırsalındaki Daşişa beldesinden ABD ordusuna ait helikopterlerce başka bir noktaya nakledildiğini savunmuşlardı.
IŞİD’in (Daeş) bölgede tonlarca külçe altın sakladığı şeklindeki bilgiler, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi yetkililerinin Amerika’nın Sesi (VOA) isimli yayın kuruluşuna daha önce yaptığı açıklamalarla da doğrulanmış, bu altınların belirli bir bölümünün Musul Merkez Bankası’ndan çalındığı da ileri sürülmüştü.
Söz konusu gelişmeler doğruysa, geçtiğimiz hafta 9. yılına giren Suriye Savaşı’nın şu aşamasını belki de şu sözlerle özetlemek mümkün olacak:
“Altınlar Amerika’ya, sığınmacılar Türkiye’ye!”
Yeni bir sığınmacı akını mı?
Bu arada, Suriye ve Irak’a ait altınların el değiştirmesiyle ilgili haberlerden bağımsız başka gelişmelerde de, çatışma bölgelerinden aileleriyle birlikte ayrılan ve yakın bir tarihte ayrılacak cihatçıların Ankara için yeni bir sığınmacı akınıyla sonuçlanabileceğine dair sinyallerin artmakta olduğu görüldü.
Bu tip sinyallerden ilki, Suriye Arap Ordusu’nun önde gelen askeri yetkililerinden Tuğgeneral Muhammed İssa tarafından Şubat ayı içinde dile getirildi. İssa, Deyrizor kırsalında SDG tarafından esir alınan IŞİD militanlarını Washington’un Türkiye ve Irak üzerinden başka bazı bölgelere nakletme planları yaptıklarını ileri sürdü. Sputnik’in konuya ilişkin olarak verdiği haberde, Tuğgeneral Muhammed İssa, Fırat’ın doğusundaki 4 kilometre karelik bir alanda bekletilen 600 civarındaki IŞİD’li militanın yakında bu bölgelerden ilerdeki operasyonlarda kullanmak üzere -tıpkı Rakka operasyonunun ardından yapıldığı gibi- tahliye edilerek söz konusu iki ülke üzerinden başka yerlere transfer edileceklerini iddia etti.
Bir başka sinyali ise yine, geçen hafta, bu köşede belirtmiş ve Birleşmiş Milletler (BM) kaynaklarına dayanarak, Suriye'nin doğusunda IŞİD'in direniş gösterdiği son yerleşim bölgesinden kaçan 62 binden fazla insanın Haseke’nin doğusundaki el-Hol mülteci kampına akın ettiğini yazmıştık.
Bir diğer deyişle, 2014 yılında Irak'ta Musul, Suriye'de Rakka başta olmak üzere Ortadoğu’da geniş bir coğrafyayı ele geçirerek “halifelik” ilan eden IŞİD’e bağlı militanlar direniş gösterdikleri son yer olan Baguz’u eşleri ve çocuklarıyla birlikte perişan bir halde terk ediyorlar. Kendilerine mikrofon uzatılan IŞİD militanlarının ve ailelerinin bazıları gitme arzusu duydukları ülkenin Türkiye olduğunu dile getiriyor.
Ankara’nın yapamadığını SU-25’ler yapacak
Üçüncü ve en güçlü sinyal ise geçtiğimiz hafta içinde Suriye’deki Hmeymim Hava üssünden geldi. Sinyal, Suriye’nin kuzeyindeki İdlib bölgesinde son günlerde hızla “ısınan havanın” yoğunlaşacak çatışmalarla birlikte Ankara için yeni bir sığınmacı dalgası anlamına gelebileceğini dolaylı da olsa göstermesi açısından önemliydi. Zira, Imagesat International’ın Suriye’deki Hmeymim Hava üssüne yönelik 8 Mart ve 12 Mart tarihlerinde elde ettiği uydu görüntüleri Rusya’nın bu üste kara birliklerine yakın hava desteği verebilecek ve avcı/önleyici rollerde kullanılabilecek Sukhoi 25 (SU-25) uçaklarını yeniden konuşlandırmış olduğunu ortaya koydu. Bu yakın tarihli uydu görüntülerine bakılırsa, NATO çevrelerinde frogfoot /kurbağa ayaklı olarak anılan SU-25 uçaklarından bu üste 3 adet bulunuyor.
Suriye Arap Ordusu, Rusya Federasyonu Hava Kuvveleri’nin de desteğiyle, İdlib’in büyük bölümüne hâkim durumdaki Heyet Tahrirü’ş Şam’ı (HTŞ) püskürtmek üzere yoğun saldırılara başlamış durumda. Operasyonların bir amacı, SU-25 uçaklarının da desteğiyle Halep ile Hama’yı ve tabii oradan da Şam’ı birleştiren M5 otoyolu ile Lazkiye – Halep arasındaki M4 karayolunu yeniden Suriye hükümetinin denetimine almak.
Hatırlanacağı gibi, Rusya bu uçaklardan Suriye’de daha önce gerçekleştirdiği askeri operasyonlarda yoğun biçimde yararlanmış, bunlardan altısı 4. Güney Askeri Bölge Hava Kuvvetleri ve Hava Savunma Ordusu'nun askerleri ile birlikte 2018 yılının Temmuz ayında binlerce sorti uçuş görevi görev yaptıkları bölgelerinden Rusya’nın Krasnodar kentindeki hava üssüne geri dönmüştü.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki savaşta da 1980’li yıllarda yoğun biçimde yararlandığı ve 60 bin sortilik uçuş yaptırdığı zırhlı saldırı uçağı SU-25’ler güdümlü/güdümsüz füze ve kısa menzilli taktik füzelerin yanı sıra havadan havaya güdümlü füze ile beton delici bombalar da atabiliyor.
SU-25’lerin Suriye sahasına dönmeleri, HTŞ için kötü haber. Uçakların dönüşü, Rusya’nın Suriye’nin kuzeybatısındaki HTŞ işgalini artık kuvvet kullanarak sonlandırıp Suriye hükümetinin denetimine vermeye kararlı olduğunu gösterme açısından da büyük önem taşıyor. Bu da, Ankara’nın başını ağrıtabilecek yeni bir sığınmacı dalgasının daha tetiklenmesi anlamına geliyor.
Peki bu gelişmelere ve Rusya’nın İdlib’e yönelik saldırıları yoğunlaştırmasına Ankara nasıl tepki veriyor? Kimi uluslararası gözlemcilere bakılırsa, bu durum Rusya ile Ankara’yı karşı karşıya getirebilecek bir potansiyel taşıyor. Ankara kaynaklı kimi resmi tepkiler de sanki bunu doğrular gibi.
Ancak, bu cılız denilebilecek işaretler epeyce yanıltıcı olabilir. Zira, 23 Ocak’ta Moskova’da yüz yüze görüşen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zirvede, İdlib yol haritasının bir sonraki evresi için planlananları konuşmamaları ihtimali yok gibi. Her ne kadar görüşme sonrası yapılan açıklamalar zirveden çok belirgin, net bir karar ve uzlaşma çıktığını göstermese de, iki liderin mutabakat sağlamayacakları bir görüşme gerçekleştirmedikleri pek görülmedi. Sadece üzerinde uzlaşılan mutabakat maddelerinin bazı durumlarda açıkça ilan edilmediği görüldü.
Hama- Halep ve Halep-Gaziantep yolları açılacak
Nitekim, Şarku’l Avsat gazetesinin Türk kaynaklarına dayanarak aktardığına göre, Halep’in kuzeyinde 10 Mart günü bir araya gelen Rus ve Türk askeri yetkililer, savaş nedeniyle kapanan ve ticari önemi yüksek Gaziantep-Halep güzergâhının yeniden açılması yönünde hazırlıkları görüştü. Güzergahın yeniden açılmasına yönelik görüşmelerin Halep’in kuzeyindeki Tel Rıfat şehri yakınlarında gerçekleştiği öğrenildi.
Aslına bakılırsa, Gaziantep-Halep güzergahının ticarete açılması, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in 17 Eylül 2018’de imzaladıkları İdlib mutabakatında da yer alıyordu. Mutabakat, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’de 15-20 kilometre derinliğinde silahtan arındırılmış bir bölge oluşturulmasını ve radikal grupların bu bölgeden çıkarılmasını Ankara’nın sorumluluğuna bırakıyordu. Söz konusu uzlaşma metni, Türk askerleriyle Rus birliklerin İdlib’de ortak devriye yapması yönünde bir madde içerdiği gibi, Gaziantep-Halep güzergahının ticarete açılmasını da öngörüyordu.
Ankara, mutabakatla 2018 yılı Ekim ayı ortasına kadar radikal grupların bölgeden çıkarılmasını, Aralık sonuna kadar da Halep –Hama karayolunun cihatçılardan alınarak Suriye hükümeti denetimine bırakılmasını taahhüt ediyordu. Ancak işler planlandığı gibi yürümemiş ve Ankara söz konusu grupların bölgeden ayrılmasını sağlayamamıştı. Bu konudaki çabalar sonuç vermediği gibi, bölgenin büyük kısmı da Rusya ve Ankara tarafından resmi düzeyde “terörist” olarak anılan HTŞ güçlerinin eline geçmişti.
Karayollarının açılmasına yönelik ikili mutabakat mı var?
Son gelişmeler bize bölgede sonuç alıcı askeri inisiyatifin iki liderin mutabakatıyla birlikte artık Moskova’ya geçtiğini, Ocak ayı sonlarında yapılan Putin-Erdoğan görüşmesinde bu hususun büyük olasılıkla karar altına alındığını ve bunların yanısıra, Halep –Hama yolunun cihatçıların elinden alınmasına yönelik Ankara onayına karşılık Gaziantep – Halep karayolunun açılmasına da Rusların onay vermiş olabileceğini düşündürüyor.
Durum eğer böyleyse, Türkiye’ye yönelik olası bir sığınmacı akınının önüne geçmeyi engelleyecek önlemler de iki lider arasında ele alınmış olabilir. Bu da, ancak Ankara ile Rusya arasında, yani Erdoğan ile Putin arasında, Sarakib şehrinin batısında M4 otoyolunu, doğusunda ise M5 otoyolunu temel alan ve bu yollar ile güneyini Suriye hükümet birliklerinin denetimine bırakacak, karayollarının kuzeyini ise bir süre daha cihatçılar ile TSK unsurlarına bırakacak bir uzlaşmaya varılmış olmasıyla mümkün.
Peki durum böyle mi? Elbette şu an bilmemize olanak yok. Bunu galiba yalnızca zaman gösterecek!