Ahmet Talimciler

03 Mart 2022

Naklen yayın ihalesinin düşündürdükleri

Büyük bir balon haline dönüştürülen naklen yayın bedelleri sayesinde ülkenin süper ligindeki bütün kulüpleri, naklen yayın gelirleri üzerinden para nasıl olsa geliyor diyerek, saçmaya başladılar

Adeta yılan hikâyesine dönen naklen yayın ihalesi yine sonuçlanmadı ve Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) fiyatı arttırma umuduyla, süreci biraz daha erteledi. Aslında naklen yayın meselesinin sadece naklen yayınlarla ilişkili olmadığı gerçeğini ve buradan hareketle ülke futboluna dair de çok fazla şey söylenebileceği üzerinde durmanın tam sırasıdır. İşin ekonomik boyutuyla nereden gelip nereye doğru gitmekte olduğunu daha iyi anlamak isteyenler için T24'te bu konuda yazılarıyla ufuk açan sevgili dostum Tuğrul Akşar'ın yazılarına bakmak yeterli olacaktır. İşin ekonomik kısmının da siyasetten bağımsız olmadığı gerçeği ile olan bitene yaklaştığımız anda ise karşımıza yıllar önce Avrupa'nın en değerli altıncı ligi olarak lanse edilen Türkiye Süper Ligi'nin aslında öyle olmadığı gerçeği çıkmaktadır. 

Bir başka ifadeyle Avrupa sıralamasında altıncı olmayan ülke futbolunun o dönemde verilen veyahut verdirilen astronomik rakamlarla birlikte yaratmış olduğu yanılsama ortamı, öylesine bütün kulüpleri ve federasyonu içine aldı ki, hiç kimse var olan bu durumun ileri aşamada yaratabileceği sonuçları umursamadı bile! Büyük bir balon haline dönüştürülen naklen yayın bedelleri sayesinde ülkenin süper ligindeki bütün kulüpleri, naklen yayın gelirleri üzerinden para nasıl olsa geliyor diyerek, saçmaya başladılar. Fakat bütün hikayelerde olduğu gibi burada da benzer bir son bizi bekliyordu ve bu çarkın dönmesini sağlayacak dekoder satışlarının hiç de öyle beklendiği gibi olmadığı, yayıncı kuruluş tarafından kısa sürede anlaşıldı. İşte bu noktadan sonra işler yavaş yavaş tersine dönmeye ve önce kur rakamları sabitlenmeye daha sonra ise Türk lirasına döndürülmek suretiyle bambaşka bir pozisyona doğru geçişle sonuçlanıverdi.

500 milyon dolardan 120 milyon dolara inen bir marka değeri meselesini ciddi ciddi konuşmak durumundayız. Tabii ortada gerçek anlamda bir marka varsa! Öncelikle söz konusu markanın neden yaratılamadığı gerçeğini biraz irdelediğiniz anda karşınıza toplumsal anlamda en çok konuştuğumuz konulardan bir tanesi olan adalet ve hakkaniyet meselesi çıkıveriyor. Ağzını her açanın şikâyet ettiği ve var olan durumu kötülediği bir ortamda söz konusu markaya ne kadar yatırım yaparsınız? Türkiye'de futbol aradan geçen yıllara karşın yönetsel anlamda bir arpa boyu yol bile kat edemedi! Son yirmi beş yıl içerisinde kulüp yöneticilerinin gerek rakipleri hakkında gerekse de federasyon ile hakemler hakkındaki eleştirileri, artarak devam etti. Hiç kimse olan bitenlerde kendisinin sorumluluğunu kabul etmiyor buna karşın sürekli olarak suçlayıcı bir dil ile olanların sorumluluğunu bir başkasına atmayı maharet sanıyor. 

Futbol medyasının kalmadığı yerde futbola ve futbolun oluşturduğu değerlere ilişkin sorgulamayı üretebilecek unsurlar da yok olup gittiler. Bu ise futbol alanında yapılan yanlışların sorgusuz sualsiz kabullenilmesinin önünü ardına kadar açtı. Tüm dünyanın kâbusu olan pandemi süreci eğer doğru şekilde organize edilseydi ülke futbolu/sporu açısından bambaşka bir geleceğin kapısının aralanmasına vesile olabilirdi. Biz ise tam tersi bir noktadan hareketle yine popülist uygulamalarla ligden düşmeyi kaldırarak hem maç trafiğini arttırdık hem de zaten azalan naklen yayın gelirlerini daha da fazla takıma bölünmesine yol açtık. 

Bütün sistemi tek bir gelir odağı üzerinden çözme gibi bir algı yaratıldığı ve bu durum kulüplerin de işine geldiği için hiçbir kulüp gelecek olan dalganın altından nasıl kalkabileceği hususunda hazırlıklı değildi. Şimdi yaşadıklarımız aslında adım adım kendisini hissettiriyordu buna karşın kulüpler tüm bu yalancı cennet hallerinin aynen süreceği düşüncesindeydiler. Önce bankalar birliği ile anlaşmalar imzalandı ardından ekonomik anlamda yaşanan dönüşüm süreci kulüpleri her geçen gün biraz daha fazla fakirleştirdi. Şimdi çıkış yolu olarak yine aynı yanlışın tekrarlanması söz konusu ve varsa yoksa naklen yayın bedelinin arttırılması fikri dolaşıma sokuluyor. Oysa yayıncı kuruluşta bu role soyunan diğer kuruluşlarda bir zamanlar verilen o bedelin verilemeyeceğini gayet iyi biliyorlar. İşin ilginç kısmı aslında bu durumu kulüpler ve federasyon da biliyor fakat bunu beyan etmek işlerine gelmiyor! 

TFF yetkilileri dört büyükler olarak adlandırılan naklen yayın gelirlerinden şampiyonluk payı alan kulüplerin bir yıllık bu haklarından vazgeçmeleri halinde diğer kulüplerin alacağı bedellerin büyük bir kayba uğramayacağı gibi bir yolu çözüm niyetine sunmayı bile göze alıyorlar. Federasyonun devasa bütçesinden yapabileceği indirim ile kulüplerin başta alt yapıları olmak üzere kat edilebilecek mesafe konusunda ise yine sessizliğe bürünmeyi seçiyorlar. Yayıncı kuruluş kaçak yayın konusundan şikâyet ediyor buna karşın kendisinin pandemi sürecinin başında abonelerinden dört ay boyunca yayınlamadığı lig maçlarının parasını çatır çatır aldığı gerçeğini ise her nedense kabul etmek istemiyor. 

Naklen yayın ihalesi üzerinden aslında ülke futbolunun geleceğine dönük birtakım adımların atılması gerekliliği bugün çok daha fazla hissedilmektedir. İlk olarak keçi boynuzu tadında ve tartışmaları hiç ama hiç bitmeyen bir ligin seyredilme olasılığının düşük olacağını kabullenmeli ve bu duruma çözüm üretmek için harekete geçmeliyiz. Bunun için ise hakkaniyetli, adaletli ve herkesin eşit olduğu bir ligin yaratılması gerçek anlamda markanın yaratılmasının olmazsa olmaz koşuludur. İkinci olarak kulüp başkanları, yöneticiler ve ekranlardaki yorumcuların kendileri dışında herkesi zan altında bırakan açıklamaları yarar değil zarar getirmektedir ve bu durumun sporda şiddet yasası içerisinde bir karşılığı olduğu gerçeğini yürütücü kurullar hatırlamak zorundadır. Yani taraftarlara uyguladığınız yasayı lütfen yöneticilere, başkanlara ve yorumculara da eşit bir biçimde uygulayın! Standartlar evrenseldir ve bir marka yaratmak istiyorsanız bazılarının daha eşit olduğu bir yerde bunu yaratamazsınız! 

Bu ülkenin kulüplerinin futbolunun geleceğinin alt yapılarda olduğu bilincini idrak etmelerinin zamanı geldi de geçiyor bile! Kötü yönetim modelleri ile denizin bittiği bir noktaya geldik buradan çıkışın yollarının başında alt yapıdan oyuncu yetiştirmek ve bu sayede özellikle Anadolu kulüpleri açısından kentleri ile bütünleşmeyi başarmanın gerçekleşmesi gerekiyor. Bunun önemi ülkenin süper liginin 26.haftasında topu topu maça giden taraftar sayısının sadece 60 bin 932 kişi olmasıdır. Bu rakamın da yaklaşık yarısı 18.228 kişi Göztepe-Galatasaray mücadelesinde, 10.583 kişi ise Beşiktaş-Altay müsabakasında yer alan taraftarlardır. Durumun ne kadar içler acısı olduğunu rakamlar ortaya koyuyor. Yani bu ülkenin takımlarının önemli bir kısmı kendi içinden çıktıkları kentin desteğini alabilmekten uzak bir görünüm sergiliyorlar. İşte bu yüzden takımların başka hamleler yapmaları gerekiyor ki naklen yayınların tek gelir kaynağı olmaktan çıkarılabilmesinin önü açılabilsin. 

Bunun için ise kulüplerin çocukların maçlara ücretsiz olarak getirilmesinden tutun da yaşlı ve engellilerin maçlara davet edilmesi kadar bir dizi farklı uygulamayı hayata sokması gerekiyor. Kendi taraftarlarınızı yaratmalı ve onlarla bir bütünlük oluşturmanın yollarını sağlamalısınız. Futbolun eğlence ve keyif boyutu her geçen gün daha fazla kendisini hissettirirken stadyuma taraftar çekebilmek için çaba harcamak durumundasınız. Bunun yolu da tıpkı ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir takım sosyal sorumluluk projelerini hayata geçirmekten geçecektir. Futbol ve endüstriyel spor alanında metaverse ve benzeri pek çok yeni uygulama konuşulurken ülkenin naklen yayın ücretlerinin bir adım ötesine geçememesi ve bütün yapının buna endeksli bir konuma indirgenmesi çok ama çok acı bir gerçektir. Takımlarımızın yönetsel zihniyetini değiştirmeleri halinde onlara bu konuda çok daha katkıda bulunabilecek binlerce taraftarları olduğu gerçeğini hatırlatmak isterim. İçinde bulunduğumuz dünyada para önemli bir olgudur ancak fikirlerin önemi ve etkisi her geçen gün biraz daha fazla hissedilmektedir.


Yazıyla ilintili olmayan bir notu da okuyucular için buraya bırakmayı doğru buluyorum. Aslında başlı başına bir yazı konusu ama zaman kaybetmemek adına Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etme girişimleri sonrasında başlayan uygulamaların sportif boyutu hakkında yeniden düşünmek durumundayız. Sporun dostluk, barış, kardeşlik imgeleri üzerinden inşa edilmesine karşın Rus takımlarının ve sporcularının bu anlamda tamamen hak kaybına uğratılmalarını doğru bulmadığımı belirtmeliyim. Rus oligarkların sermayeleri ile kulüp satın almalarını ve sponsorluk yapmalarını özendirenlerin şimdi adeta bedel ödüyormuş gibi yapmaları tam anlamıyla iki yüzlülüktür ve sporun ideolojik anlamda kullanılmasıdır.