Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, eskiden belediyeye ait birtakım gelirlerin birilerinin cebine girdiğini söyledi. AKP'den 8,5 milyar lira borçla devraldığı Ankara Büyükşehir'in her ay 50 milyon sadece faiz ödediğine işret eden Yavaş, belediyelerin hükûmetle uyumlu-uyumsuz olmasının fark etmediğini söyledi. Şimdiye kadar demokrasiye sığmayan bir takım uygulamalar olduğunu söyleyen Yavaş, "Har vurup harman savurursanız, hükümetle uyum içinde olup iflas eden bir sürü belediye var" dedi.
Karar'dan Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'un sorularını yanıtlayan Yavaş, "Son bir yılda 675 milyon lira tasarruf yapmışız. ‘İş yapmazsan tabii tasarruf edersin’ diyorlar. İş de yapıyoruz tasarruf da ediyoruz" diyerek icraatlarını anlattı.
Elif Çakır: Mansur Bey, bu makam odası fazla büyük değil mi, çalışırken dikkatiniz dağılmıyor mu?
Evet, ben de rahatsızım, küçülteceğim. Biliyorsunuz, Türkiye'de böyle bir merak var. En büyüğü olsun merakı. Bu da öyle bir merakın sonucu. Ben rahat edemiyorum açıkçası burada. Onun için bir plan çizdiler, küçülteceğiz.
Elif Çakır: En güncel meseleden başlayalım isterseniz. Kar yağınca Ankara’da arabalar gerçekten yollarda vals yaptı mı? Kar yağışına belediyenin hazırlıksız yakalandığı eleştirilerine ne diyorsunuz?
Yok aslında. Uzun zamandır çalışıyoruz afete karşı. Ankara'daki riskli bölgelerin haritasını çıkardık. Bakın plakalarına kadar hangi bölgeye kim gidecek görevlendirme yazılarımız, bunlar normalde karlanma buzlanma ve ani yağış sele karşı sürekli nöbette bekleyen personel. (Belgeleri gösteriyor) Kimin nerede olacağı noktasına kadar belli. Sorun şuradan çıktı. Kar gece yağsaydı bu kadar sorun olmayacaktı. İnsanlar trafiğe çıktıktan sonra kar aniden ve her tarafa aynı anda yağdığı için yetişilemedi. Dün Meclis’te anlattım, 8.500 toplam cadde sayısı ve kilometresine baktığınız zaman, yetişilemez. Bizim kusurumuz şurada olmuş, doğrusunu kabul etmek gerekirse. Yaşamkent ve Beysukent burada yok. Yani orada tedbir alınmamış görünüyor. Ama bir aydır sürekli olarak akşam vakti Ankaralılar evlerine giderken önemli yerlerde bekleyen araçları görmüşlerdir. 24 saat nöbetteler.
"Ben insanların vergisiyle hizmet yapmaya çalışan bir memurum"
Yıldıray Oğur: Siz seçileli 10 aya yaklaştı. Bu 10 ayda Ankara’da ne değişti sizce?
Ben sadece Ankara'da değil Türkiye'de bir zihniyeti değiştirmeye çalışıyorum. Belediye başkanı seçiliyor, toplumun değer yargılarıyla oynuyor. İnsanları ötekileştiriyor, o makamdan yararlanarak. Halbuki o makamda oturmak bir hiç. Bu makam bunları yapabilecekleri bir makam değil. Bu makam hizmet makamı. Ve tarafsız bir şekilde sadece ve sadece işin yapılması gereken bir makam. Çünkü adı yerel yönetim olduğuna göre sizden yerel ihtiyaçların karşılanmasını isteniyor. Sadece asfalt veya su akıp akmaması da değil. Yoksa bunu DSİ ve Karayolları yapabilirdi. Bunun yanında insanlar, doğumdan ölüme kadar bütün ihtiyaçlarını belediyeden bekliyor. Hatırlarsanız ödediğiniz vergi, yol su olarak size geri dönecek diye bir şey vardı eskiden. Türkiye'de bu tersine yürüyor. Şimdi ben baştan beri şunu söylüyorum. Birincisi; ben insanların vergisiyle hizmet yapmaya çalışan bir memurum. Ötesi değilim. Hani bu hizmetkarlık falan filan da değil. Yani lafla hizmetkarınız filan değil. Gerçekten benim maaşımı halk veriyor. Ben onlardan toplanan vergiyi harcıyorum. O zaman birinci mesele, bu parayı nasıl harcayacaksın? O paranın sahibi vatandaş olduğuna göre nasıl harcayacağını vatandaşa sorman lazım. Gerçek yerel yönetim budur. Nasıl harcayacağımı da göstermem lazım şeffaf bir şekilde. Sonra da bu harcamaların hesabını vermem lazım. Dolayısıyla biz 10 ayda önce bu mantığı geliştirdik. Belediye başkanlarını gözünüzde büyütmeyin. Çağdaş ülkelerin bir çoğunda mesela İngiltere’de Londra hariç hiçbir belediye başkanı işe gitmez. Maaş almaz. Belediye Meclis üyeleri yönetir. ABD’de belediye meclisi seçilir. Bir bütçe vardır, yapılacak işleri planlar. Belediye başkanını maaşlı CEO gibi atarlar. Beceremezse çıkarırlar. Bütçenin hazırlanmasına onay verirler. Şimdi bunu özellikle hep anlatmamın sebebi bizde belediye başkanları seçildikten sonra tabiri caizse Azrail kesiliyorlar. Hepsi değil ama birçoğu öyle. Parayı istediği gibi harcıyor. Kimseye hesap vermiyor. Vatandaşı da dinlemiyor. Burada bir yanlışlık var.
Yıldıray Oğur: Peki siz şeffaflık için neler yaptınız bu 10 ayda?
Bir mobil uygulamamız var. E-demokrasiye geçiyoruz. İlk defa yüz günde hesap veriyoruz broşürü hazırladık. Aslında yaptığımız hizmetlerin bir broşürü değildi bu. İkinci yüz gün, üçüncü yüz gün hazırlanıyor şu anda. Paraları nereye harcıyoruz onları gösteriyoruz. Ne kadar tasarruf ediyoruz, onları gösteriyoruz. Aslında şunu da yapabilmemiz lazım. Faturaları bile yayınlamamız lazım. Hangi hizmeti veya hangi malı kaça aldık? Vatandaş görsün, desin ki bunu niye pahalı aldınız, eğer pahalı aldıysak. Veya neden kalitesizini aldınız, bunun hesabını bizden sorması lazım. İşte o zaman gerçek yerel yönetimi gerçekleştirmiş oluruz. Toplum mesela kaliteli, rahat, ucuz ulaşım istiyor. Bunu nasıl yapacağınızın maliyetini vatandaşa çıkarmanız lazım. Mesela metro meselesi. Ankara’da metronun bir hattı bir milyon dolara çıkıyor. Bir hat. Bir milyon dolara çıkan metronun şuandaki kullanım adedine baktığınız zaman hiç rantabl çıkmıyor. Neden çıkmıyor? Çünkü Ankara'da alt üst geçitler nedeniyle insanlar araba kullanma rahatlığına alıştı. Şehrin içi otoban gibi oldu. Toplu ulaşıma binmek istemiyor kimse. Yani neredeyse kanuni zorunluluk çıkarmanız gerekecek binilmesi için.
Yıldıray Oğur: İstanbul’dakinin tam tersi sorunlar bunlar.
Evet. En iyi metromuz Batıkent- Sincan metrosu. Saat başı vagonlarda olması gereken yolcu orada bile yok. Keçiören günde 40 bini Çayyolu 30 bin kişi taşıyor. Bunlar normalde saatte taşıması gereken rakamlar. Dolayısıyla bunu harcarken bile vatandaşa sormamız gerekiyor. Bunu yapalım mı yapmayalım mı diye. Suyla ilgili problemin bitmiş olması lazımdı, bitmiyor. Neden bitmiyor? 2010'da arıtma tesisi yapılması gerekirken, hacminin büyütülmesi gerekirken büyütülmemiş. Şu anda zehir akıtıyoruz zaman zaman. Dolayısıyla önceliği neye göre alıyorsun, toplumun acil ihtiyacına göre. Polatlı geçen önemli bir arızada iki gün susuz kaldı. Bir ay da kalabilirdi, yani risk var orada. O zaman diyorsunuz ki ben her işi bırakayım öncelikle onu yapayım. Buradan varmak istediğim sonuç şu, önceliğimiz çılgın projeler değil. Belediye başkanının asli görevleri vardır. Asli görevleri nedir, musluktan içilecek su akıtacaksın. Toplu ulaşımı sağlayacaksın. Bolca yeşil alanlar yapacaksın. Peki siz bunlar durup dururken Cumhurbaşkanlığı seçimi şöyle olmalı, falan bilmem ne olmalı gibi kenti ilgilendirmeyen şeylere dalarsanız o zaman motivasyonunuzu kaybedersiniz. Bir tartışmanın içine giriyorsunuz. Dolayısıyla en büyük başardığım şey galiba bu. İnsanlar yapılan işlerin kendilerine sorulmasından, hesap verilmesinden hoşnut. Bazı arkadaşlar farkında değil, hala dökülen asfaltla ölçüyorlar başarıyı. Onu da yapıyoruz zaten. Onda sorun yok ki. Ama büyük siyasete değil, şehre odaklanmak gerek. Biz bunu ispat etmeye çalışıyoruz.
"Heykele harcanan paraya bir baksanız, 342 milyon lira"
Elif Çakır: Peki Ankara'nın bir estetik sorunu var mı? Son zamanlarda geldiğim Ankara çok kitsch bir şehir oldu. Havalimanından gelirken sizi rengarenk ışıklandırılmış siteler karşılıyor, lunaparka gelmiş gibi hissediyorsunuz. Tuhaf kapılardan geçiyorsunuz, her yerde biçimsiz gökdelenler yükseliyor, kavşaklar, battı çıktılar yüzünden şehirde yürümek zor, kol saatinden bile heykeller vardı. Ankara’yı güzelleştirmek için bir estetik projeniz var mı?
Var. Size bir şey söyleyeyim. Hep derlerdi, CHP'li belediyeler genellikle heykel yapar diye. Tabii ki heykel yapılır, niye yapılmasın. Estetikse yapılır. İyi de kardeşim sen kendi yaptığın heykelleri görmüyor musun? Heykele harcanan paraya bir baksanız. 342 milyon lira. Robokop heykeli yapıyorsun, ses çıkarmıyorsun. Kedi heykeli dikiyorsun her yere, ses çıkarmıyorsun. Dinozor heykeli dikiyorsun. Ee senin derdin neyleydi o zaman? Sanat eseri olan heykellerle miydi senin derdin?
"Heykeller, kapılar, dinozorlar derken 439 milyon TL sadece bu tarz ölü yatırımlara, işlere para gitmiş"
Yıldıray Oğur: Öyle espriler de yapıldı. Ankara’da Rönesans döneminden daha çok heykel dikildi diye.
Dinozorlara harcanan paraları geçen Belediye Meclisi’nde söyledim. Heykeller, kapılar, dinozorlar derken 439 milyon TL sadece bu tarz ölü yatırımlara, işlere para gitmiş. Şehrin estetiğini korumanız lazım. Tarihi dokuyu da koruyamadık. Peki bu neden oldu? O zihniyet yüzünden. Sadece betonlaşmayı, bir yerlere yüksek binalar dikmeyi, birilerine rant vermeyi belediyecilik zannettikleri için. Belediyecilik bu değil. Dikilen binaların hepsinin bizim yolumuzu kestiğini, güneşimizi kestiğini, ışığımızı kestiğini sağlıklarını kaybettikten sonra anlıyor insanlar. Şu anda Ankara'daki bu yoğun araç trafiğinde o devasa Mayback arabalar aynı anda 600 kişinin içtiği sigaranın verdiği zarar kadar zarar veriyor. Biz her gün trafikteyiz ve yoğun trafikte zehir soluyoruz. Moskova’da belediyeler toplantısına gittiğimde sağlıklı kentler tartışıldı. İnsanları kentte nasıl sağlıklı yaşatırız. Tamamı elektrikli trene geçiyor. Ücretsiz taşımaya geçiyor. Fosil yakıtlı araçların hiçbirisini kente sokmamaya çalışıyor. Biz hala araçları nasıl rahatlatırız peşindeyiz maalesef. Burada da zihniyetin değişmesi lazım. Onun için inşallah teşviklerimiz olacak. Toplu ulaşımın kullanılması için bir takım teşvikler yapacağız. Büyük bir sorun. Ne tarihi dokumuz ön planda ki bizim Ulus Hacıbayram’dan Hamamönü kadar projelerimiz var. Bir yandan da artık çok katlılara eskiden verilmiş izinleri biz vermek istemiyoruz.
"40 bin lira ağaç alınmış, estetik de değil"
Yıldıray Oğur: Göreve geldikten sonra sizden önceki dönemde yapılan bazı işleri, harcamaları, israf ve usulsüzlük örnekleri olarak açıkladınız. Bu 10 ayda bunlar içinde sizi en çok şaşırtan, bu kadar da olmaz dedirten hangisiydi?
Çok var. Belediyede elinizi nereye atsanız, özellikle ihalelerde, alımlarda bir hata usulsüzlük veya fesat çıkıyor karşınıza. Yani hepsi ihaleye fesat karıştırmak değilse de usulsüzlük var. Paranın nasıl harcandığı belli değil. Bir disiplin yok belediyede. Bunları görüyoruz. Şimdiye kadar incelememiz gereken kaç tane ihale geldiyse hepsinde bir takım arzalar çıktı. Aslında bunun böyle olamaması lazım. Belediyenin çok disiplinli yönetilmesi lazım. Şimdi onu yeniden kurmaya çalışıyoruz. Yeniden bir teşkilatlanma yeniden bir reorganizasyon yapıyoruz bir yandan. Belediyenin şu anda envanterinde 1 milyar 300 milyon lira mal görünüyor örneğin. Başka bir belediye şirketi gidip aynı malı satın alıyor, haberi yok. Ağaçlar işte biliyorsunuz, en son söyledim. 40 bin liraya aşkın bir fiyatla bir tane ağaç alınmış. O ağacın fotoğrafını da yayınladık. Estetik de değil. Ne yapacaksınız o ağaçları?
Yıldıray Oğur: Ne yapıyorsunuz?
Sağa sola dikiyoruz artık.
Yıldıray Oğur: Peki meşhur dinozorlar nerede şimdi, onları nasıl istihdam etmeyi düşünüyorsunuz?
Birçoğu Ankapark’ta. Şimdilik beklemedeyiz.
Elif Çakır: Kasım ayındaki açıklamanızda 380 milyon lira tasarruf yaptığınızı açıkladınız. Buna 'Çalışmadığı için tasarruf yapıyor' denildi. Ne diyorsunuz?
Mansur Yavaş: Şimdi o tasarruf rakamı daha da yükseldi. (Mansur bey son rakamları öğrenmek için telefon açıyor) Bir yıllık Mustafa Tuna döneminin son 3 ayında yapılan tasarruf da dahil 675 milyon civarı tasarruf yapmışız son bir yılda. Diyorlar ki iş yapmazsan tabii tasarruf edersin. İş de yapıyoruz, tasarruf da ediyoruz, bu mümkün değil mi? Nasıl oluyor bu? Açık ihale yapmaya başladık. Parayı nasıl harcadığımızı gösteriyoruz. İnternette yayınlanan ihaleyi ilk biz başlattık. Bir boru ihalemizi tam 300 bin kişi izledi. İzleyenlerden birisi diyor ki “Allahım kafayı mı yedim nedir, oturmuş evde interneti açtım, boru ihalesi seyrediyorum”. Altında çok hoş yorumlar vardı. Gerçekten açık ihale olduğu zaman kırımlarımız çok yüksek gidiyor. 400 milyon asfalt ihalesi yapıyorsunuz, 236 milyona gidiyor. Eskiden 400 milyona ihaleye 3 tane firma çağırıyorlardı, yüzde 10-15 kırımla gidiyordu. Hepsini çıkardık. Aynı miktar asfaltı sen 400-350’ye döküyordun ben 236'ya. Dolayısıyla burada bir tasarruf çıkıyor ister istemez. Bir fotokopi ihalesi 70 bin lira iken, 7 bin liraya gitti. Adamın derdi şu; “ben burada ilk defa ihaleye girebildim. İnadına aldım” diyor.
"Otoparkları yakınlara peşkeş çekmişler"
Elif Çakır: 31 Mart yerel seçimlerinde AK Parti, belediyeler merkezi hükümetle aynı partiden olursa daha iyi hizmet verilir tezinin altını çok çizdi. Somut olarak bunun sıkıntılarını yaşadınız mı?
Demokrasiye sığmayan bir takım uygulamalar oldu şimdiye kadar. Ama merkezi hükümetle uyumlu belediyeleri de gördük. Önceki dönem Ankara Büyükşehir Belediyesi hükümetle uyumluydu. 8,5 milyar lira borç ile devraldık. Ayda 50 milyon sadece faiz ödüyoruz. Ankapark’a harcanan paraların faizi. Yani uyumlu-uyumsuz olmak fark etmiyor. Hükümet, muhalefet belediyesinden çok, belediye başkanının bakış açısı burada önemli. Har vurup harman savurursanız, hükümetle uyum içinde olup iflas eden bir sürü belediye var. Borç batağında maaş ödeyemeyen. Tabii Ankara ve İstanbul’un kaybetmek etkiledi hükümeti. Önce şirketlerdeki yönetimleri vermek istemediler. Daha sonra atamalarda birtakım engellemeler çıktı. İstediğimiz personele muvafakat vermediler. Daha sonra bir kararname çıktı, eskiden yılda 11 milyon lira metro için hükümete ödenirken, şimdi ayda 20-25 milyon lira ödüyoruz. Hepsini sizden alacağız deyince borç 8,5 milyardan 11,5 milyara çıktı. Onu da bizim sırtımıza bıraktılar. Ama bunları biz bekliyorduk. Borçtan korkarak girmedik bu işe. Hepsini bildiğimiz için biz bir yandan tasarruf edip ikinci olarak gelirleri artırmak suretiyle bu işi başaracağımıza hep inandık. İlk Mustafa Tuna döneminde ortaya çıktı. Hafriyat gelirleri şimdi belediyeye geliyor. Billboard gelirlerini, reklam gelirlerini arttırmak, hem de hepsini belediye bünyesine katmak için uğraşıyoruz. Otoparklar geçen yayınladık. Peşkeş çekilmiş, herkes yakınlarına vermiş, dağıtmışlar. Almaya çalışıyoruz geriye. Bir kısmını hala alamadık. Bunun gibi belediyeye gelmesi gereken gelirleri belediye getirmeye çalışıyoruz. Eskiden bunlar birilerinin cebine gidiyordu, açıkça söylüyorum. Şimdi bunların hepsinin belediye gelmesi için uğraşıyoruz. Belediyeye geldiği zaman biz bu işin altından rahat bir şekilde kalkabiliriz.
Elif Çakır: Zarar eden belediye iştiraklerini kapatacağınızı söylemiştiniz, oradaki son durum nedir?
Belediye iştiraklerinin gerçekten ben kapatmayı düşünüyordum. Çünkü bazı işleri belediyenin kendisinin yapması gerekiyor. Ama şu anda kapatmayı düşünmüyoruz yani ileride kapatır mıyız bilmiyorum ama faaliyetlerini sınırlandırdık. Mesela şirketin biri sadece sigortaya bakıyor. Biri iş güvenliğine bakıyor. Dışarıdan hizmet aldığımız şeyler bunlar. Bunları artık içeriden belediye şirketlerinden hizmet vermeye başlıyoruz. Birde ortak havuz gibi çalıştırmaya başlayacağız şirketlerin hepsini. Biraz önce söylediğim gibi birisinde para var, birisinde para yok. Faizle para alıyor orada para boşta bekliyor. Bu arada şeyi söyleyeyim 400 milyon lira civarında geçmiş dönemden kalan sigorta borcu var. Onunla ilgili de bir takım hacizler vardı. Onları en azından yeniden yapılandırmak için uğraşıyoruz.
Cumhurbaşkanı ile diyalog "Hoş geldiniz", "Güle güle"
Yıldıray Oğur: Siz Ankara'dasınız bütün devlet burada. Sık sık Cumhurbaşkanını da karşılıyorsunuz havalimanında. Nasıl bir ilişki oluyor aranızda? Hiç görüşme imkanınız oldu mu?
Hoş geldiniz, güle güle. Onun ötesinde pek bir şey olmuyor. Bir sefer su kredisi için kendisine rapor sundum. Acil yapılması gerekiyor diye. İlgileneceklerini söylediler ama sonradan duyduğum kadarıyla, net bilgi değil bu, krediyi gerçekten acil ihtiyaçları için değil de müteahhit borcunu ödemekte kullanacak demişler güya. Öyle bir söz var. Halbuki acil ihtiyaçlar olduğu, kredinin niçin çekildiği belli. İlk defa ASKİ bütçesi 500 milyon liraya yakın eksik borçla kapatıldı. Önümüzdeki yılın bütçesi. Halbuki eskiden ne oluyordu. Suyu şimdiki aldığınız fiyatın iki misline alıyordu Ankaralılar. Bununla uçak alıyorlardı, helikopter alıyorlardı, dinozor alıyorlardı, asfaltlara harcıyorlardı. Şimdi siz çocuğunuzun doktor parasını, ilaç parasını eğitim parasını üst baş almakta kullanır mısınız? Kalkıp da o parayla turistik geziye götürür müsünüz insanları. Su insan hakkıdır. Yüzde 10 maliyetle verilmesi gerekir. Ama yıllarca çok pahalıya verdiler. Aktarılan para 1 milyar 200 milyon dolar. Şunu söylüyor herkes, ne fark eder, o da belediyenin o da belediyenin. Tamam o zaman şöyle yapalım. Suyu 15 TL'ye çıkaralım Belediyenin ne borcu kalır, aldığınız parayla da her şeyi yapabilirsiniz. Ama bunun aldığınız nefesten vergi almaktan hiçbir farkı yok. İnsani değil. Onun için biz bu şartlara rağmen hizmet edeceğiz.
Elif Çakır: Kamu kaynaklarından kredi alamıyorsunuz anladığım kadarıyla. Dışarıdan krediye başvurdunuz mu? Hangi yatırımlar için kredi düşünüyorsunuz?
Su tesislerinin ve yatırımlarının yapılması için kredi talebimiz Meclis Bütçe Komisyonu’nda onaylanmasına karşın Genel Kurul’da reddedildi. Polatlı’nın, Gölbaşı’nın su sorununa acil müdahale etmemiz gerekiyordu. Yine de yapacağız. Biz krediyi bu durum halk sağlığını ilgilendirdiği için, “acil yatırım” olduğu için, yıllarca çılgın projelere, dev kaynaklar aktarılıp bu konu ötelendiği için istemiştik. Daha sonra belediye otobüsleri konusu gündeme geldi. İlk başta onu da onaylamayacaklardı ancak sosyal medyada ve vatandaşlar nezdinde büyük bir talep ve baskı oluşunca onaylamak durumunda kalındı. Şu anda yetkiyi Meclis’ten aldık. Yeni otobüslerimiz için kredi görüşmelerimiz sürüyor. Bakın birisi su yani halk sağlığı, diğeri otobüs yani can güvenliği konusu. Otobüslerimizin yaş ortalaması 11,2. Yıllarca otobüs de alınmamış Ankara’ya.
"İnşaatın mühürlenmesini en çok MHP istedi"
Elif Çakır: Sinan Aygün ile bir tartışma yaşandı. İddialar havalarda uçuştu. Onun açıklamaları TRT dahil televizyonlardan canlı yayınlanırken, sizin açıklamalarınız yayınlanmadı. Bu iddialar için ne diyorsunuz?
Biz ona alışığız. Seçim öncesi hatırlarsanız bizim aleyhimizde beyanat olduğu zaman 5-10 TV canlı yayınladı. Ama biz basın toplantısı yaptık, bir ikisi hariç haber bile yapılmadı. Bunlara alıştık. Ama bugün sosyal medya diye bir şey var. Sinan Aygün'ün kendisine açık açık, üstelik Beyaz Tv muhabiri soru soruyor. “Bakın diyor size çok net soruyorum bu parayı sizden alıp ceplerine mi indireceklerdi, onun için mi istediler sizden” diye soruyor, Sinan Aygün “Yok öyle bir şey okul için istediler” diye cevap veriyor. Şimdi orada bu olayın kapatılması lazımdı. Gördüğümüz gibi Ak Parti bu olayın arkasında durmadı. MHP de durmadı çünkü onun inşaatının mühürlenmesini en fazla isteyen MHP'dir. Ve o kadar çok hukuksuzluk var ki o inşaatta. Bu neye benziyor biliyor musunuz, devletin bir takım imkanlarıyla birini zengin etmesine benziyor. Hiçbir fark yok. İkisi de kanunsuz. Plan notlarıyla normal bir vatandaş olarak sizin 12 bin metrekare bir arsaya 1,5 emsal yani 18 bin metre kare inşaat yapma hakkınız varken buraya siz 121 bin metre kare inşaat hakkı veriyorsunuz. Bunun hak nerede, hukuk nerede. Trafiği kapatıyor, İnsanların ışığını, güneşini kesiyor. Bir de Cumhurbaşkanı çok kata karşı. Yanındaki bina 12 kat olacakken bununki 37 kat. Niye öyle?. Şuranın altı sayılmaz diyor, oranın altında bir tane kocaman AVM var. Biz onun da farkında değildik, bu işler oluncaya kadar. Ne zaman ki gelip kaybettiği davayı temyiz etmemizi istedi. Bizim bunu temyiz etmememiz suç oldu. Halbuki Belediye Meclisi kararıyla zaten bu emsal geri alınmış . Biz temyiz edersek kendi kendimizle çelişiyoruz. Belediye Meclisi su 10 lira olsun derse, ben 9 liraya da satamam, 11 liraya da. Belediye Meclisi emri veren yerdir. Şimdi Belediye Meclisi 1,5 emsali geriye indirmiş, sen buraya 18 bin metrekare inşaat yapabilirsin demiş. Ben de şimdi temyiz edeceğim, hayır 121 bin metrekare inşaat yapsın diyeceğim. Yok öyle şey. Ama alışmışlar. Çok açık söylüyorum, işlerini bir şekilde görmeye alışmışlar. Normal vatandaşa sağlanmayan hakların birçoğu bu şahsa sağlanmış. Bunun arkasında neler olduğunu önümüzdeki günlerde açıklayacağız. Kamuoyu da açıkça görecek. Kimseye düşmanlığımız yok. Herkes hak ettiğini yapsın ama burada doymak bilmeyen birisinin haksız hukuksuz suçlaması var. Savcılığa verdiği dilekçede bile “Benden rüşvet istediler” diye yazmıyor. “Benden para istediler” diyor.
"30 dosyayı savcılığa gönderdik"
Yıldıray Oğur: Bu ortaya çıkardığınız israf ve usulsüzlüklerle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunduğunuzu açıkladınız. Ne kadar dosya var, bir sonuç bekliyor musunuz?
Bir devri sabık oluşturma niyetimiz yok. Ama yapılan bir haksızlık, bir usulsüzlük, bir hata varsa elbette bunu ilgili yerlere ileteceğim ve sonuna kadar takipçisi olacağım. Bunları siyaseten kullanmak gibi niyetim yok. Nerede bir usulsüzlük belirliyorsak bunu hemen savcılığa bildiriyoruz. Şu ana kadar 30’a yakın dosya ilettik. Örneğin, geçmişte yapılan ihaleler hakkında ihbarlar ve FETÖ bağlantısı üzerine en az 50 dosya olduğunu açıklamıştım. Şunu belirteyim, biz sermaye düşmanı gibi hareket etmiyoruz, etmeyeceğiz. Bu kent için üreten, artı değer katan, emek veren her yatırımcının başımızın üzerinde yeri var. Ama bir terör örgütü ile bağlantısı varsa ya da büyük usulsüzlükler varsa, elbette bunları savcılığa iletiyoruz. Örnek vermek gerekirse en son Çevre ve Koruma Daire Başkanlığımızın yaptığı bir ihalede 570 milyon TL’den fazla bir tutarda usulsüzlük olduğu gerekçesiyle Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. İhalede yapmaları gereken işi tamamlamamışlar ve yaptıkları yerleri de fazla fazla göstermişler. Bu usulsüzlüğe karışan şirketler hakkında da ek inceleme başlattık. Şöyle söyleyeyim Yıldıray bey, beni ilgilendiren bu tüyü bitmemiş yetimin hakkı dediğimiz bir yolsuzluk varsa bunu alıp götürüp yargıya teslim etmek. Ondan sonrası beni ilgilendirmiyor. Benim vicdanım rahat ediyor. En azından haksız hukuksuz yapıldığına inandığım bir şeyin alın hesabını sorun diyorum. Artık ondan sonra takip edeceğiz tabii ki ama savcılık ne karar verir, yargılamadan ne karar çıkar bilemeyiz, biz sonuna kadar takip edeceğiz. Ama nasıl olsa yargılamadan bir şey çıkmaz diye peşini bırakırsak bizim kendimize olan inancımız sarsılır.
Elif Çakır: Seçim kampanyanız sırasında bir isim çıktı ve sizinle ilgili sahte senet ve bir dizi iddiada bulundu. Bu meselede hukuki olarak son durum nedir?
Siyasi amaçlar için bu adama “saygın iş adamı” dediler. Günlerce kara propaganda yaptılar. İftiralar, hakaretler savurdular. Peki ne oldu? Birincisi Ankara halkı bunun farkına vardı ve bize daha fazla sahip çıktı. İkincisi ise bizim ailelerimizi, eşimizi, dostumuzu üzdükleriyle kaldılar. O müfterinin, sahte senedi kendi düzenlediği için resmi belgede sahtecilikten 4 yıl, bana şantaj yaptığı gerekçesiyle 1 yıl 3 ay, özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçundan 1 yıl 3 ay olmak üzere toplam 6 yıl 6 ay hapis cezası kesinleşti. Daha önceden sahte ÖSYM belgesi düzenlemekten 1 yıl 8 ay kesinleşmiş cezası da vardı. Çocuk müstehcen görüntüleri bulundurmaktan ise 3 yıl ceza almıştı. Böyle bir karakteri, bize karşı projelerini anlatmak yerine, Ankara için neler yapacaklarını anlatmak yerine sahaya sürdüler. Ankara işte bu kirli siyaseti sandığa gömdü.
Elif Çakır: 2014 seçimlerine dair aklınızda bir kuşku kaldı mı? Seçimi kazandığınız anlarla ilgili meşhur bir fotoğrafınız vardı.
Tabii ki var ve ben bu süreci Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürdüm. Bu durum Ankaralı hemşerilerim tarafından da unutulmadı. Bu yüzden “hak yerini bulacak” diye yola çıktık. 5 yıl gecikmeli göreve başladığımızı düşünüyorum.
SADECE BELEDİYEYE 100 BİN İŞ BAŞVURUSU VAR
Yıldıray Oğur: Siz Ankara’dasınız ama genel olarak büyük siyasetten uzak duruyorsunuz. Bu bilinçli bir tercih mi?
Rahat ediyorum. Niye rahat ettiğimi de söyleyeyim. Herhangi bir siyasi tartışmaya girdiğiniz zaman yolda sizin gibi düşünmeyen insanların birçoğu sizi tartışmanın tarafı görüyor. Öbür türlü tartışmanın tarafı görmüyor. Bakın yani ne kadar önemlidir bilemem ama benim için çok önemli. Külliye’ye gittik 10 Kasım’da. Oradan çıkarken çocuklar fotoğraf çekilmek için durdular, tam yarım saat. İnanın mübalağa etmiyorum. Üç tane de kadın bekliyordu, başörtülü. “Başkanım bir şey söyleyeceğiz” dediler, “buyurun” dedim, “biz size oy vermedik ama hizmetlerinizden çok memnunuz size teşekkür etmek için bekledik” dediler. Bu normalde pek karşılaşılan bir olay değil. Siyaseten siz onun kendi değer yargılarıyla uğraşmadığınız zaman rahat ediyorsunuz. Belediye başkanı böyle olacak. Herkesi kucaklayacak. Herkesten para alıyorsun, herkese eşit davranacaksın.
Yıldıray Oğur: Yine de büyük siyasetin döndüğü şehri yönetiyorsunuz. Türkiye’ye baktığınızda en büyük mesele olarak ne görünüyor size?
Şu anda ekonomi en başta. 100 bin tane iş başvurusu var sadece belediyeye. Nereye gitseniz, sokakta kim görse koşarak geliyor, iş diye. Bir an evvel Ankara'nın ekonomisini ayağa kaldırmak benim birinci hedefim. Bununla ilgili kırsal kalkınma projemiz var. Sosyal yardım alanlarında daha medeni, insani yardım yapmak için hazırlığımız son raddeye geldi. Kart dağıtacağız. Kimin yardımını aldığını anlayamayacak.
"Gökçek'i takip etmiyorum"
Elif Çakır: MHP'liydiniz, sonra CHP'den belediye başkanı oldunuz. Millet İttifakı adayıydınız. Kendinizi siyaseten nasıl tarif ediyorsunuz.
Ben ay yıldızı buraya takmış, herkesi eşit gören bir vatandaşım. Geçmişimizi de inkar etmiyoruz. Millet İttifakı’nın belediye başkanıyım. Kimliğimizi de açık açık söyledik. Ankara için işbirliği yaptık. İyi ki de yapmışız.
Elif Çakır: Sosyal medyada Melih Gökçek’i takip ediyor musunuz?
Takip etmiyorum. Bazen arkadaşlar şunu yazmış, bunu yazmış diyorlar ama benim ilgi alanıma girmiyor.
Yıldıray Oğur: Beş yıl sonra Ankara’da sizden geriye hangi izin kalmasını istersiniz?
Değil beş yıl sonra, yıllar sonra bile “Bir adam vardı, geldi, öyle bir hizmet etti ki, Allah razı olsun. Onun gibi çalışanı gelmemişti. Hem şeffaf, hem katılımcı hem de halktan hem de çok başka çalıştı” denilerek anılmak istiyorum. Bir insanın en büyük serveti de budur. Yoksa, görevi bıraktıktan sonra sokakta yürüyemeyeceksem hakikaten hiçbir şeyin anlamı yok.