Politika

Kurtulmuş, yeni çözüm sürecini değerlendirdi: Meclis üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek

10 Mart 2025 15:45

T24 Haber Merkezi  

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakma ve örgütü lağvetme çağrısıyla devam eden sürece ilişkin olarak, "Gerektiği zaman biz de devreye gireceğiz. Meclis üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek" değerlendirmesini yaptı. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "terör eylemlerine son vererek lağvedilmesi" çağrısı yaptığı PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, aylardır beklenen çağrıyı yaparak, PKK'nın kendini feshetmesi ve tüm grupların silahları bırakması gerektiğini açıkladı. Öcalan'ın çağrısında "Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanı'nın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihî sorumluluğunu üstleniyorum" ifadeleri yer aldı. Öcalan, "Devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın" dedi. 

Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısına ek olarak gönderdiği "Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz, pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" notu da okundu. 

Öcalan'ın, PKK'nın kendini feshetmesi ve tüm grupların silahları bırakması yönündeki açıklamasından sonra, PKK Yürütme Komitesi, Öcalan’ın çağrısına katıldıklarını ve gereklerini yerine getireceklerini belirtti. Komite, Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılmasını da istedi.

PKK Yürütme Komitesi, 1 Mart'tan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan ettiklerini belirterek, saldırı olmadıkça hiçbir silahlı gücün eylem yapmayacağını vurguladı.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, çeşitli medya kuruluşlarının genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldiği iftar programında gündeme yönelik açıklamalarda bulundu.

Kurtulmuş'un iftar programında yaptığı genel değerlendirme ve sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

"Dünyamız zor ve kırılgan bir dönemden geçiyor. Tabi biz de Türkiye olarak, dünyanın en problemli coğrafyasında yaşıyoruz. Ama çok şükür bu önemli geçiş döneminde, eski dönemlerle kıyaslanmayacak kadar hazırlıklıyız ve Türkiye daha donanımlı bir şekilde bu sürece dahil olmuştur. Ümit ederim ki, yeni dönemin ortaya çıkardığı bu gelişmeler, bizlere Türkiye için önemli fırsatları getirsin ve bunlardan yararlanabilmek mümkün olsun.

Dünyanın yeni bir düzene doğru evrilmekte olduğu çok açıktır. Sadece son gelişmelerle birlikte değil, uzunca bir süredir artık tek kutuplu dünya sisteminin cari olmayacağı, dünyada yeni birtakım güç merkezlerinin, yeni birtakım güç denklemlerinin ortaya çıkacağı aşikardı.

Doğal olarak çok daha fazla gerilim, çok daha fazla çatışma, çok daha fazla problemin olduğu olaylarla karşılaşmamıza, dünyanın her bölgesinde hemen hemen büyük sorunların ortaya çıkmasına vesile oldu.

Bundan sonraki dönem, -Amerika’nın hızla Afganistan’dan çekildiği tarihi dikkate almanın doğru olduğu kanaatindeyim-, tek kutuplu bir dünya olmayacak, çok kutuplu bir dünyaya doğru evriliyoruz. Çok kutupluluk aslında kutuplaşma, polarizasyon, ayrışma anlamında değil, yeni birtakım merkezlerin, bölgelerin ortaya çıkması anlamındadır, çok kutupluluk dediğimiz şey aslında çok merkezliliktir.

Öyle görünüyor ki Türkiye bu merkezlerden biri olacaktır. Bizim gibi 4-5 ülke daha önümüzdeki dönemin avantajlarından istifade edebilecek potansiyele sahip gibi duruyor.

Bu süreç nasıl evrilecek, özellikle yeni Amerikan yönetimiyle birlikte dünyada nasıl bir küresel denge ortaya çıkacak, bazı öngörülerimiz var ama bugünden kesin yargılara varmak çok kolay değil.

Temel ayrışmanın; “dünyadaki sorunlar güçle mi çözülecek, yoksa müzakereyle, karşılıklı uzlaşmayla, karşılıklı rızayla mı çözülecek” sorusuna verilen cevaplara göre olacağı açıktır. Bu ayrışma önümüzdeki dönemin akışını belirleyecek en önemli hususlardan birisi olacaktır.

Bir başka ikilem ise demokrasi ile otokrasi arasındaki çatışma olacaktır. Yani dünyadaki problemlere, sıkıntılara yönelik demokratik çözümler mi üreteceğiz, yoksa otokratik yönetimlere teslim mi olacağız?

Bir diğer sorun, ilkeli olmakla, çıkarcı olmak arasındaki seçimlerimiz olacaktır. Türkiye olarak şimdiye kadar karşılaştığımız sorunların tamamında, başta Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in 1.5 yılı aşkın bir süredir Filistin’de sürdürdüğü soykırım olmak üzere bölgemizdeki ve dünyadaki sorunlara, en zor şartlarda dahi, diplomasi yoluyla, müzakere yoluyla çözüm üretmeye gayret ettik. Sorunların karşılıklı rızayla çözülmesini prensip olarak kabul ediyoruz ve hep böyle davrandık. Rusya-Ukrayna meselesindeki tavrımız da budur. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü başından itibaren savunduk. Rusya-Ukrayna arasında kalıcı, adil, her iki tarafın da rıza göstereceği bir barışı savunduk.

Aynı şekilde İsrail’in saldırganlığı karşısında hep uluslararası hukuka, uluslararası hukukun Filistin halkına vermiş olduğu haklara referans vererek, çözümün uluslararası hukuk çerçevesinde olması gerektiğini savunduk. Bu pozisyonumuz Türkiye’yi birçok konuda haklı noktaya getirmiştir.

Bundan sonraki süreçte de bu tavrımızdan, yani ilkeli, müzakereye dayalı dış politika yaklaşımımızdan vazgeçmeden bölgesel ve küresel sorunların çözümüne katkı sunmaya inşallah gayret edeceğiz.

Çok önemli bir gelişme de Suriye’de gerçekleşen yeni durumdur, çatışmasızlık halidir. Suriye’de tavrımızı, ilkelerimizi ortaya koyduk. Suriye’nin toprak bütünlüğü, Suriye’de hiçbir terör örgütünün, silahlı örgütün kalmaması, bunların bir tek ulusal silahlı kuvvetler çatısı altında ortaya konulması ve herkesi kapsayan bir sistemin, yeni bir yönetimin kurulması. Bu temel taleplerimizdi, zaten Suriye’nin yeni yönetimine de sürekli bu tavsiyelerde bulunuyoruz, bu beklentilerimizi ortaya koyuyoruz.

Bu süreçte Suriye politikasında devre dışı kaldığını hisseden bazı aktörler bazı provokasyonlara girişebilirler, bunlara karşı da dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Ümit ediyorum, Suriye söylediğimiz üç temel prensip çerçevesinde çok kısa süre içerisinde derlenip toparlanır ve yoluna devam eder.

Avrupalı muhataplarımıza da bu süreç içerisinde hep şunu söylüyoruz. Suriye’nin kurumsal yapısının güçlendirilmesi, bu çerçevede devletin bütün kurumlarının yeniden gözden geçirilmesi ve özellikle ambargoların bir an evvel kaldırılarak Suriye’nin yeniden inşası en önemli önceliklerden birisidir. Artık ambargonun devam etmemesi gerekir. Yakılmış, yıkılmış şehirler var, altyapının yeniden oluşturulması var. Suriye’nin kurumsal yapısının güçlenmesi için katkıda bulunulması lazım.

Suriyeli kardeşlerimize yapacağımız en büyük katkı, onlara demokratik rehberlik yapmaktır. Türkiye bedeli ödenmiş çok güçlü, olgun bir demokrasiye sahiptir, bu tecrübemizi Suriyeli dostlarımızın da istifadesine sunmak Türkiye’nin vazifesidir.

Yine hepimizi yakinen ilgilendiren bir diğer konu ise terörsüz bir Türkiye oluşturma gündemidir. 40 yıldır başımıza bela olan, 40 bini aşkın insanımızın hayattan koparılmasına neden olan terör belasının Türkiye’nin gündeminden kaldırılması, hatta Orta Doğu’nun gündeminden kaldırılması ve Türkiye’de birliğin, beraberliğin, iç kalenin tahkim edilmesiyle birlikte geniş coğrafyamızda da birlik ve beraberliğin sağlanması zorunludur, akıl bunu gerektirir.

Bunun için de her zaman söylediğimiz şey, bir eli silahta, bir eli sandıkta olmaz. Terörle irtibatlı bir siyasete, dünyanın hiçbir yerinde müsaade edilmez. Terörsüz Türkiye istikametindeki adımlar atıldı, İmralı’dan çağrı da geldi. PKK’yla irtibatlı, iltisaklı diğer örgütlerin de tamamen silah bırakmasıyla birlikte Türkiye bu belayı tarihin çöplüğüne atmış olacak.

Şunu iftiharla söylemek isterim ki, Türk medyası bu süreçte, terörsüz Türkiye hedefi konusunda, ortak makul bir çizgide durmuştur. Umarım ki, siyaset de ortak makul bir çizgide durur ve bunun bir an evvel sonlandırılması için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirir. Bu, polemik mevzusu yapılacak bir konu değildir. 40 yıldır verdiğimiz şehitler hepimizin ortak şehidi, acılarımız hepimizin ortak acıları ise bu sorunun çözümüyle birlikte kazanım da milletimizin ortak kazanımı olacaktır. Ümit ediyorum, iç ve dış birtakım tahrik unsurlarının devreye girmesine mani olunacaktır ve bu sürecin provoke edilmesine, bu sürecin zehirlenmesine müsaade edilmeden bir an evvel bütünüyle sonuçlar elde edilecektir.

Türkiye’nin hayrına olacak bir süreç içindeyiz. Allah’a çok şükür başaramadıkları şey, 40 yıldır terör örgütlerini kullanmalarına rağmen, halkın arasına Türk-Kürt diye bir ayrım sokamadılar, halkın arasına Alevi-Sünni diye bir ayrım sokamadılar, başka yerlerde yaptıklarını Türkiye’de başaramadılar, bundan sonra da Allah’ın izniyle başaramayacaklardır. Fiilen bu meselenin bitmesiyle birlikte demokratik zeminin de zaten tahkim edileceği, kuvvetleneceği herkesin malumudur, demokratik siyaset yolunun da zaten hepimize, her politik görüşe açık olduğu aşikardır.

Daha riskli bir döneme giriyoruz, ama daha büyük imkanlarımızın ve avantajlarımızın da olduğu bir döneme giriyoruz, aynı zamanda...

Türkiye dünyanın büyük devletlerinden, tecrübeli devletlerinden birisidir ve bu tarihi süreçlerde hem iç cephesini tahkim edecek hem de önüne çıkan bu fırsatları rasyonel bir şekilde değerlendirerek yoluna devam edecektir."

-Muhalefetin bir tepkisi var, bu terör örgütüne silah bıraktırılmasıyla alakalı süreçte, siz de az önce değindiniz terörsüz Türkiye sürecine. Medyayı az önce izah ettiniz, medya neredeyse homojen bu konuda, siyasetten de bu yönde bir homojenlik bekliyoruz dediniz. Muhalefet partileri de televizyon ekranlarında özellikle söyledikleri şeyler genelde bir yol haritasının kendilerine izah edilmediği, bir program, bir plan dahilinde ilerlenip ilerlenmediğini bilmediklerini söylüyorlar. Bununla alakalı TBMM Başkanı olarak siz de inisiyatif alıp Meclis’i gerekirse kapalı bir oturuma, gizli bir oturuma davet edecek misiniz?

Bu sürece kadar, işin başından itibaren aslında mesele açık, şeffaf bir şekilde yürütülmüştür. İmralı’ya giden heyet önce başta aynı heyet, sonra genişleyerek gitti. Bu görüşmeleri yaptıktan sonra önce Meclis Başkanı olarak beni ziyaret ederek başladılar, ne yapacaklarını, ne konuşacaklarını, nasıl bir yol haritası izleyeceklerini anlattılar, biz de onlara bu konuyla ilgili genel çerçevemizi anlattık. Ondan sonra partileri ziyaret ettiler, şimdi bu hafta içerisinde tekrar partileri ziyaret edecekler. Dolayısıyla İmralı’da ne konuşuldu, neler oldu, bu süreci anlatacaklar.

Tabi ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüm yeridir. Dolayısıyla mesele, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki siyasi partilerin ortak tavrıyla çözümlenecektir. Gerektiğinde gerektiği zaman biz de devreye girerek bu konuyla ilgili meselenin şeffaf, açık, samimi bir şekilde yürütülmesini sağlayacağız. Sonuçta Meclis de üzerine düşen sorunluluğu yerine getirecek.

-Terörsüz Türkiye tartışmaları sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Fakat bir taraftan da malum Türkiye’nin bir anayasa ihtiyacı yıllardır dile getiriliyor. Bu terörsüz Türkiye görüşmelerinin sonlandırılmasıyla beraber gerçekten sivil bir anayasaya ulaşabileceğimizi düşünüyor musunuz Meclis Başkanı olarak?

Düşünüyorum ve inanıyorum. Bunun da bir fantezi olmadığını, Türkiye demokrasisi için bir zorunluluk olduğu kanaatindeyim. Bu tartışmalar aslında, ilk tur da gayet olumlu bir şekilde sonuçlandı, 14 partinin hepsiyle görüştüm, grubu bulunan partilere ben ziyarete gittim, grubu olmayan partileri davet ettim. Grubu olmayan bir parti hariç bütün partiler bu görüşmelere geldiler, eleştirilerini yaptılar, hatta kamuoyunda yaptıkları eleştirileri Meclis Başkanı olarak bana da söylediler. Ama hepsi ortak olarak şunu söyledi. “Biz bu çalışmalara katkı sunmak isteriz.” O günkü siyasi şartlar içerisinde olumlu bir atmosfer oluşmuştu, sonra araya başka şeyler girdi.

Açıkçası geçtiğimiz 2024 yılı Ekim ayından itibaren bir yıllık programı da yapmıştım. 12 ay boyunca neler yapılacak bunların programını çıkarmıştım. Bunu sadece Meclis’in, partilerin değil, işte üniversitelerin, hukuk camiasının, bütün sivil toplum kuruluşlarının da devreye sokulacağı bir tartışma ortamını takvimlendirmiştik ve Ekim 2025’te de Meclis’te yasalaşmak üzere süreci belli bir noktaya taşıyacaktık. Biraz tehir oldu, ama sonuçta Türkiye’nin bu ihtiyacı devam ediyor.

Bir de şunu söyleyeyim. Bu, benim şahsi görüşüm olduğu için ben anayasanın değiştirilmesini istediğim için olan bir durum değil. Sürece başlamadan evvel partilerin hepsinin seçim beyannamelerini ve parti programlarını inceledim. İstisnasız hepsinde ya yeni anayasa tabiri var ya da anayasada köklü değişiklik teklifi var. Dolayısıyla Türkiye’nin bir anayasa değiştirme ihtiyacı var ki partiler bunu millete teklif ettiler.

Anayasanın önce niteliğiyle ilgili tartışmalar, sonra içeriğiyle ilgili tartışmalar yapılacaktır, en nihayetinde de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ortak bir yöntem geliştirilecektir. Hatta partilere şunu da teklif ettik. Yöntemi ben belirlemeyeyim, sizler yöntem teklif edin, bu teklif ettiğiniz yöntemler içerisinde en uygun olan yöntemi bularak Meclis’te müzakereyi öyle başlatalım. Bu görüşmelere zamanlamasını tespit ederek tekrar başlarız ve ümit ederim ki Türkiye bir anayasa yapma sürecine girer.

Burada ısrarla vurgulamak istediğim şey şudur. Özellikle İmralı süreciyle yeni anayasa çalışmalarının birbiriyle bağlantısı yoktur. Daha İmralı sürecinin ilk adımı dahi atılmamışken, ondan bir sene, hatta 1.5 sene evvel anayasa meselesini Meclis’in 28. Dönemi’nin açıldığı ilk günden itibaren gündeme getirmeye başladık, dolayısıyla ikisi birbirinden ayrı konulardır, ikisini karıştırmamak lazım.

-Bu arada 2007’den beridir sürekli yeni anayasa gündeme geliyor. Şaşırtıcı olan, aslında herkes yeni anayasa ihtiyacına dem vuruyor ama hiçbir şekilde de bu yeni anayasa bir türlü olmuyor. Aslında yeni bir şey de değil, yani benim hatırladığım, belki daha öncesi de var. Herkesin istediği bir şeyi yıllardır bir türlü yapamamak… Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Partilerin programlarında, seçim beyannamelerinde bunlar olduğuna göre, partilerin niyetlerinin samimi olduğunu düşünürüm. Ama Türkiye’de, bunu da sorduğunuz için söyleyeyim, hep bir odak var olmuştur. Bunlar anayasanın yapılması meselesinin, millete bırakılmayacak bir mesele olduğunu, eğer bir anayasa değişikliği yapmak gerekirse bunu da kendilerinin teklifleri ve tazyikleriyle yapılmasının mümkün olduğunu düşünürler. İşte bu tür demokrasi dışı odaklara, daha açık söyleyeyim, darbenin gölgesinde ya da darbecilerin teklifleriyle anayasanın yapılmasını isterler. Dolayısıyla onlara da fırsat vermeden sivil siyaset bu anayasayı yapsın. Çünkü bir-iki partinin anayasası olmaz. Ortaya konulacak olan metin, bir toplumsal sözleşmedir ve benim gönlümden arzu ettiğim, onu yapmaya çalışıyorum başından itibaren, 400’ü aşkın bir oyla parlamentoda bunun ortak bir metin olarak benimsenmesi, kalıcı bir şekilde sorunu çözecektir.

-Esed rejiminin bitirilmesinden sonra büyük bir oyun bozuldu, burada Türkiye’nin büyük bir gayreti vardı. Şimdi PKK’nın silah bırakmasıyla ikinci büyük oyun bozuldu diyebilir miyiz? Buradan olumsuz etkilenen ülkeler var mıdır efendim?

Açıkçası bu meseleye “milli menfaatler” çerçevesinden bakmak lazım. Bu bölgenin daha fazla bölünmesinde, menfaatleri olan ülkeler var. Onun için bu bölgede mezhep meselesini, etnik meseleleri, daha fazla bölünmeyi kurcalayabilirler. Zaten bu terör örgütlerinden bahsederken DEAŞ’ından YPG’sine, PKK’sına kadar demiyor muyuz? Bunları kendi vekilleri olarak tayin edip sahaya sürenler kimlerdi? Onlar bu bölgeyi bölmek, parçalamak tezlerinden vazgeçmeyeceklerdir. Ama dünya yeni bir döneme evriliyor, bu genel gidişatla birlikte bunu görmek lazım.

Hatta biz bunu söylediğimizde bu kadarı da ağır oluyor diyordu bazıları. Ukrayna’yı vekil devlet olarak kullanıyor bazıları diyorduk, şimdi Amerika’dan açıklama geliyor, biz artık Ukrayna’yı vekil devlet olarak kullanmayacağız. Şimdi YPG/PYD vesaire falan, belki birileri için bunların da işi bitti, bir kenara koyacaklar. Burada mühim olan, bizim devlet olarak kararlı durmamızdır. Biz bölgemizde terör örgütü istemiyoruz. Israrla Sayın Cumhurbaşkanımızın da söylediği, artık bunu da bir alışkanlık haline getirmemiz lazım, inşallah bu iç kalenin tahkimiyle birlikte, biz kendi içimizdeki bu tam ezeli, ebedi kardeşliğimizi yeniden tahkim ettiğimiz zaman bu bölgenin kardeşliğine sirayet edecektir; buradan terör örgütlerinin çıkması, PKK’nın bitmesi inanın ki başka yerlerde de YPG’nin, DEAŞ’ın, vesairenin bitmesi demektir. Dolayısıyla bu çerçevede biz tedbirimizi alıyoruz.

Suriye’deki rejim değişikliğinin ardından Avrupalı siyasetçilerle yaptığımız görüşmelerde, Suriye’de ne olduğunu, nasıl olduğunu, bundan sonra nasıl hareket edeceklerini, kendi gündemlerinin ne olacağını inanın ki bizden öğrenmeye çalışıyorlar. Yani herkes Türkiye’nin bu konuda hazırlıklı olduğunu görüyor. Tabi onlara da ısrarla şunu söylüyoruz. Gelin, eğer samimiyseniz yaptırımların kaldırılmasını sağlayın ve buranın kurumsal yapısının kuvvetlendirilmesi için siz de elinizden gelen gayreti ortaya koyun. Yani çok açık, Türkiye, Suriye konusunda hazırlıklı. Tabi her şey bizim istediğimiz gibi gidecek anlamına gelmiyor, en kötü senaryo bile olsa Türkiye ona da hazırlıklıdır.

-Dünyanın çeşitli bölgelerinde gerilimler artıyor. Bir de ticaret savaşları daha fazla artamaya başladı, bir üçüncü dünya savaşı riski görüyor musunuz? Çok dillendiriliyor son dönemde.

Aslında uzunca bir süredir üçüncü dünya savaşı çoktan başladı, yani bu bildiğimiz eski klasik savaşlar anlamında bunu görmemek lazım. Ben bunu Başbakan Yardımcısıyken, Hükümet Sözcüsüyken yaptığım bir basın toplantısında söylemiştim. Son 15 yılımızda bütün dünyada çok büyük vekalet savaşları çıktı. Ondan sonra ticaret savaşları. Vekalet savaşlarının ve ticaret savaşlarının bir sonu var. Güç kullanımının son raddeye ulaştığı bu ortamda herkes aklını başına alır ve ortadaki sorunları müzakereyle çözmeye başlar. Bunun test alanlarından birisi Rusya-Ukrayna meselesiydi, bir diğeri ise Filistin meselesidir.

Bu sorunların çözümünde uluslararası hukuku esas alan, devletlerin egemen eşitliğini esas alan bir yaklaşımla ortaya çıkılır ve müzakere edilirse sonuç alınır ve bu risk ortadan kalkar ya da en azından tehir edilir.

Gücü kullanırım ve karşımdaki herkese diz çöktürürüm diyen olursa kendi başını da belaya sokar, dünyanın da başını belaya sokar.

-Yeni süreçte, yeni dönemde Türkiye’nin dünyadaki konumunu nerede görüyorsunuz? Çünkü NATO üyesiyiz, ama Trump’ın gelişiyle birlikte NATO’da çatlak sesler çıkarılma ihtimali daha da arttı. İlk Başkanlık döneminde de bunu vurguluyordu, şimdi daha sık vurgulamaya başladı. Örneğin Putin’i yanına çekti, Avrupa’yı biraz dışarıda tutuyor ve NATO’yla ilgili de şikayetleri var Trump’ın ve bu şikayetler de artıyor. Siz Türkiye’nin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi önce şunu söyleyeyim. Trump’la ilgili bugün bunları konuşuyoruz. Allah ömür verirse bir sene sonra bir araya geldiğimizde bugün konuştuğumuz konuların birçoğu belki hiç konuşulmayacaktır. Yani kanaatimce Sayın Trump el yükseltiyor. Grönland meselesi, Kanada meselesi, Meksika Körfezi meselesi, işte Rusya’ya, Ukrayna’ya karşı yaptıkları şeyler… Bunların hepsi el yükseltme, kendi sınırlarını test etmeye çalışıyor. Ama ben yeni bir dünyanın kurulması derken artık tek bir devletin hegemonyasına bağlı bir dünya sisteminin çok geride kaldığını ifade etmeye çalışıyorum. Eğer askeri güçle bir başarı elde edilmiş olsaydı, 20 sene Afganistan’ı işgal eden Amerika’nın çoktan Afganistan’daki bütün hedeflerine ulaşması gerekirdi ya da Irak’ı işgal eden Amerika’nın Irak’taki, Orta Doğu’daki bütün hedeflerine ulaşması gerekirdi. Afganistan’dan apar topar çekildiler, hatta bütün silahlarını da orada bırakarak çekildiler ve geride de çok ağır bir anti-Amerikan rüzgârı bırakarak çıktılar.

Dolayısıyla her şey kendi planladıkları, düşündükleri gibi olmuyor. Tekraren söylüyorum, bunu önümüzdeki günlerde çok daha net göreceğiz, ne iki kutuplu dünya, ne ondan sonra kurulan tek kutuplu düzen, bunların ikisi de artık geride kaldı, bundan sonra çok kutupluluk-çok merkezlilik olacak. Dünyada yeni güç merkezleri ortaya çıkacak. Diyelim ki Amerika Çin’le ilgili bir denklem kurmaya çalışıyorsa çok fazla sayıda devletin işin içerisinde olduğu, ortak ara kesitler bulmak mecburiyetinde… Ben yaptım oldu devri bitti artık.

Burada temel ölçüt, uluslararası hukuktur, dikkat ederseniz hem Siyonist çevrelerin hem de Siyonistlere destek olan çevrelerin yapmaya çalıştığı şey uluslararası hukuku tamamen geçersiz kılmaktır. Bir devlet başkanının durduk yerde Uluslararası Adalet Divanı’nın ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin üyelerini tehdit etmesi hangi siyasi rasyonaliteyle uyuşur? Siyonist katliamcı çetenin aldığı cezalar ve sürmekte olan mahkeme lehimize bir tablo ortaya çıkarıyor.

“Yeni bir dünya kuruluyor, Türkiye burada yerini alacaktır”, ama bence kendisine gösterilen yerde oturmayacak, kendisi istediği yerde oturacaktır, bu imkân önümüze çıkmıştır. Birliğimizi, beraberliğimizi devam ettireceğiz, imkanlarımızı artıracağız. Türkiye’nin çok daha şanslı bir döneme girdiği kanaatindeyim.

-Avrupalıların bizimle iş birliği yapma konusunda müthiş bir çekingenlik değil, kaçması var. Parayı verelim, oradan ortak olalım, buradan ortak olalım, orada birlikte çalışalım, ama siyasi bir paye vermeyelim, siyasi bir iş birliğine gitmeyelim. Buraya gelenlere baktığımızda da onu gördük Alman Cumhurbaşkanı, Başbakanı geldi, sonra savunma bakanı geldi, Vonder Leyen geldi, herkes küçük küçük şeylerden bahsediyor. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan en son büyükelçilere, bana kalırsa belki bugüne kadar olduğundan daha fazla net bir konuşma yaptı ve siyasi süreç talep etti. Şimdi bu yönde bir adım var mı? Biz bunları konuşuyoruz, evet ihtiyaçlar da var doğru, bizim önümüz açılıyor doğru, fakat adamlar hala sırtlarını bize dönüp duruyorlar gibi hissediyorum. Oralarda siyasi alanda bir açılım var mı? Birtakım zirveler, davetler vesaire falan onu görüyor musunuz?

Bir liderlik boşluğu içerisinde Avrupa. Tabii Amerika’yla, Avrupa’nın ilişkilerinin nasıl devam edeceği de çok belirleyici bir faktör olacak. Biz burada ilkeli durmak durumundayız. Rasyonel olarak hangi adımlar atılması gerekiyorsa o adımları atıyoruz ve bu, nihayetinde sonuç almamızı sağlayacaktır. Türkiye’ye böyle bir yaklaşımın olduğu, bir kısmı öğrenmek amacıyla, bir kısmı ilişkileri kuvvetlendirmek amacıyla, bir kısmı Türkiye’yle belki ortak şeyler yapmak amacıyla böyle bir arayış içerisinde olduğunu görüyorum.

Avrupa’da aşırı sağın yükselişi Avrupa’nın ana akım siyasetini de zehirleyecek bir gelişmedir. Almanya’da belki bir sonraki seçimde aşırı sağ birinci parti olacak, Hollanda’da bir sonraki seçimde belki aşırı sağ birinci parti olacak ve bu sadece bizimle Avrupa’nın ilişkisini etkileyen bir şey değil, Avrupa’nın kendi iç ilişkilerini de olumsuz etkileyen bir gelişme olacak. Bu gelişmeler nedeniyle otokrasi mi, demokrasi mi diyoruz. Avrupa demokrasiyle öne çıkan bir bölge, bir kıta ama Avrupa’da otokratik eğilimler çok kuvvetli, popüler hale geliyor. Avrupa’nın Türkiye’yle irtibatının olması, Türkiye’ye açılımının olması Avrupa’yı da zenginleştirecek. Avrupa’nın da iç zehirlenmesini de önleyecek önemli işlerden birisidir bu...

-'Ben yaptım oldu devri bitti artık' dediniz de Gazze’de şu anda adamlar bir şey yapıyor, yaptıkları hedefe de ulaşıyorlar sanki yavaş yavaş. Bu bizim acımız, kanayan yaramız, bu konuda ne söyleyeceksiniz?

Ben İsrail için bütün limitlerin dolduğu kanaatindeyim. Nereden anlıyoruz? Uluslararası Adalet Divanı İsrail’e dokunuyor… Sonuç olur olmaz o ayrı bir şey. Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrail’e dokunuyor… Dokunulmaz zannedilen İsrail imajı yerle bir oluyor. Bunun sebebi ne? Bunun ortaya çıkmasının temel nedeni hükümetleri gösterileri yasaklamasına rağmen, Gazze meselesinin başından itibaren başta Batı ülkelerinde yüz binlerce insan sokaklara çıktı ve büyük bir insanlık cephesi oluşturdu. Eğer o insanlık cephesi oluşmasaydı böyle bir sonuç almak mümkün değildi. Ben onun için insanların zihninde, insanların gönlünde İsrail’e verilen bütün payelerin arttık bittiğini, limitlerin dolduğunu, uluslararası alandaki bütün hukuki kuralların da İsrail tarafından yerle bir edildiğini, bunun tahammül edilemez bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Bunu söylerken devletler, hükümetler nezdinde söylemiyorum, halklar nezdinde söylüyorum. Ama bir müddet sonra halklarla, hükümetler arasındaki bu farkın da halkların lehine sonuçlanacağına inanıyorum, yani siyasi gidişat ona doğru. Eninde, sonunda artık iki devletli bir çözüm olacak. Şimdi neredeyse büyük bir kitle uluslararası camiada iki devletli çözüm meselesine olumlu bakıyor. Zaten onun içindir de İsrail bir an evvel işi bitirmek istiyor.

Tabi burada maalesef insanın yüreğini burkan da bizim İslam dünyasının çaresizliği, İslam dünyasının tutarsızlığı… Gelinen sonuç, İsrail’in gücünün yansıması değil, İslam dünyasının güçsüzlüğünün, iradesizliğinin yansımasıdır. Burada da hükümet ve devlet olarak çok şükür ortak ses çıkaran ender ülkelerden birisi Türkiye’dir.

Zor bir süreç başlıyor, on yıllar sürecek olan politik bir süreç… Sonuçta Filistin davası çok uzun yıllar sürecek siyasi bir mücadele gerektiriyor. İlk kez Filistin mücadelesi uluslararasılaşmıştır hem devletler-hükümet nezdinde hem de halklar nezdinde.

-Güvenlik politikaları yükseldiği her yerde demokrasi gerekir. Avrupa Birliği’nde de aynı şey geçerli. Avrupa şimdi sahada bize diyorlar ya, beyaz Avrupa kökenli Hıristiyan adamı iktidar ve Türkiye hedef olacak çok belli bu da geliyor yani Almanya’daki koalisyon anlaşmalarında bile bu gözüküyor. Dostluk gruplarımızla mı mücadele edeceğiz, silahlı kuvvetlerimizle mi mücadele edeceğiz, ekonomiyle mücadele etmek zor süreçte bu adamlarla, nasıl bir yol haritası olacak Avrupa aşırı sağında Türkiye’nin?

Tabi ki aşırı sağın Avrupa’da yükselmesi, Türkiye açısından da fevkalade zor bir tablo ortaya çıkaracak, zaten çıkarıyor. Avrupa’ya Türklerin en hızlı entegre olmasına rağmen orada Türkleri de istemeyen faşistlerin olduğunu biliyoruz. Artık aşırı sağ falan da demeyelim.. Burada başta devletlerarasındaki ilişkilerle bu süreci mümkün olduğu kadar yumuşatmaya gayret edeceğiz. Hakikaten “Bizi tam üye olarak alın” meselesi, sadece bizim açımızdan önemli bir kart değil, aslında Avrupa için de rahatlatıcı bir fonksiyon. Bunu aklı başında olanların değerlendireceklerini ümit ediyorum. Ama hepimizin de ittifak halinde herhalde kabul edeceğimiz bir şey, Merkel’den sonra Avrupa lidersiz kaldı. İsrail’in saldırganlığına seyirci kalmakla birlikte de ilkesiz kaldı. Problem orada, yani hem liderleri yok hem ilkeleri. Avrupa’nın kurucu değerleri ne? Demokrasi, insan hakları, devletlerin egemenlik eşitliği… Maalesef bunların hepsi ayaklar altına alındı ve büyük oranda da Avrupalı devletler bu değirmene su taşıdı. Zor bir süreç gelecek, ama biz hiçbir platformu boş bırakmadan devam edeceğiz inşallah.

-Amerika’yla Avrupa arasındaki çatlağın derinleşmesi ve genişlemesi konusunda fikirlerinizi sormak isterim. Bu uçurum bu şekilde devam edecek mi, yoksa bir yerde durdurup tekrar yaklaşma çabaları ortaya çıkacak mı?

Bu sefer çok köklü fikir ayrılıkları var, Anglosakson ittifakının da büyük oranda burada zedelendiğini görüyoruz. Bu da yeni başlamadı, aslında İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkması öyle sadece İngiliz halkının artık bu yükü taşımayalım diye kenara koyduğu bir şey değil. Yani temel noktalarda birtakım fikir ayrılıklarının ortaya çıktığı, Ukrayna meselesi…

Almanya aslında Amerika’yla olan ittifakları konusunda ters bir noktada, ama bunu sürdürebilecek bir gücü yok, potansiyeli yok. Açıkçası Avrupa Birliği Ukrayna’nın Kırım’ı ilhak ettiği anda oyun kurucu olma vasfını kaybetti. Eğer o zaman Avrupa Birliği müdahale edebilecek gücü olsaydı veya Merkel’in dışında birileri çıkıp çok kuvvetli bir şeyler söyleyebilmiş olsaydı sonuç değişir değişmez ayrı bir şey ama Avrupa’nın en azından Kırım’ın ilhakına sessiz kalmadığı ortaya konulurdu ve başka bir siyaset gelişirdi. Onu yapamadılar, aşırı sağ yükseliyor. İşte İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkmasını önleyemediler. Dolayısıyla Avrupa, tabiri caizse o koskoca Avrupa Birliği, sağı-solu budanmış bir vaziyette oldu. Kaldı ki, Cumhuriyetçilerin Amerika’da iş birliği iktidara gelmesiyle birlikte de Avrupa için, özellikle Trump’ın gelmesiyle birlikte yeni bir sayfa oldu.

Gerilim olacağı açık, nerede duracağını açıkçası onların da bildiğini zannetmiyorum, ama dengeli bir şekilde götürecekler. Şu teze de katılmam. Amerika’yla, Avrupa bütün bağları koparacaklar, irtibatsız olacaklar noktasında olduğunu zannetmiyorum. Büyük gerilimler olacak aralarında, ama bunları koparmayacaklar.

-Amerikan üniversitelerinde tekrar Filistin lehine hareketler başladı. Columbia Üniversitesi özellikle ve 400 milyon dolarlık fonunu askıya aldı Trump. Üniversitelerdeki bu şeyin devamını bekler misiniz?

Bu devam edecek, yani bunda bir ateş yandı orada üniversiteler de devam edecek, üniversite hocaları arasında devam edecek, yani nihayetinde bu baskı karşı şeyini de doğuracak yani orada da yanlış yapıyorlar. Amerika bu kadar çok İsrail’in peşine takılmaması lazımdı. Yani Amerika’nın entelektüel çevrelerini de kaybediyorlar bu devam eder.

-Şimdi bize 2010 yıllarında bir anayasa değişikliği rüzgarı estirildi ülkede, herkes bunun gönüllüsü oldu, işte 28 madde üzerinde mutabakat sağlandı, 5 madde ya da yanılmıyorsam 3 madde Anayasa Mahkemesinden geri döndü, 25 maddeyle ilgili bir referandum yapıldı ve halkın gayri ekseriyeti buna evet dedi, fakat bu evet dediğimiz anayasa değişikliğini bizim geleceğimizi karartan, ülkemizi çok ciddi anlamlarda ipotek altına alan birtakım uygulamaların zemin taşlarını döşediğimizin farkına vardık sonra. Bu yeni anayasa değişikliğinden sonra, biz ne yaptık adam gibi toplumsal mutabakatı sağlayamadık, sivil toplumu kuşatacak bir şey yapamadık, yine sıkıntılara duçar olduk der miyiz?

Bu birtakım temel varsayımlara bağlı. Yani bir kere her şeyden evvel partilerin anayasa çalışmaları var, teklifleri var. Yani işte AK Parti’nin de Milliyetçi Hareket Partisinin de bildiğim kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisinin de anayasa teklifleri var. Ama herkes şunu görmek durumunda. Yani partilerin anayasası olmaz, milletin anayasası olur. Partiler, Meclis’te bu milletin anayasasını tartışırlar. Burada tartışmanın topluma yayılması gerekir. Onun için üniversitelerin, STK’ların, yargı camiasının, hukuk camiasının yapacağı tartışmaları önemsiyorum. Bu nihayetinde bir siyasi iklim meselesidir. Siyasi iklim oluşursa insanlar farklı fikirlerde olmakla birlikte aynı masanın etrafına gelirse, bu siyasi iklimin ben olumlu tartışmaları gündeme getireceğini ve nihayetinde de bir matematik işi, 400’ün üstünde bir oyla da Meclis’ten geçeceğini düşünüyorum. Yani ben bugüne kadar hiç anayasanın içeriğiyle ilgili konuşmadım pozisyonum dolayısıyla, benim de hayatım boyunca anayasayla ilgili birikimim, çalışmalarımız var, partide yaptığımız çalışmalar var. Ama burada yani bir kere çoğulcu, kapsayıcı, demokrat, sivil, toplumun bütün kesimlerinin kendisini işin içerisinde gördüğü, güçler ayrımı prensibini tam manasıyla benimsemiş ve bu anlamda da hukukun üstünlüğü prensibini gerçekten yerleştirmiş kapsamlı bir anayasaya ihtiyacı var Türkiye’nin.

Anayasa deyince kanaatimce 3-4 temel alandaki teklifler önem kazanıyor. Bunlardan birincisi hak ve özgürlükler. Hak ve özgürlüklerin genişletilerek yeniden yorumlandığı bir anayasanın olmasının doğru olduğu kanaatindeyim. İkincisi, yargı arasındaki hem yargı hiyerarşisi hem de yargının nasıl çalışacağıyla ilgili tekliflerin yapılması, olgunlaştırılması. Cumhurbaşkanının yetki, görev ve sorumlulukları cumhurbaşkanlığı sistemi dolayısıyla ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetki, görev ve sorumlulukları. Bu dört ana başlığın esas olduğu bir metnin ortaya çıkması mümkündür. Zor olduğunu biliyorum ama inşallah sonucu alırız.

Cemil Bey zamanında yapılan 64 maddelik bir anlaşma var, yani partiler bir araya gelmiş anlaşabilmişler. Yani daha evvel yapılan çok sayıda anayasa değişikliği var. Şimdi bazı arkadaşlar şöyle eleştiride bulunuyor. Daha ne anayasa diyorsunuz bu kadar çok anayasa değişikliği olmuş, yamalı bohçaya dönmüş anayasa, bir daha niye anayasa değişikliğine ihtiyaç var? Tam da bundan dolayı ihtiyaç var. Yani anayasanın birçok maddesini değiştirmişiz, ama ruhu orada duruyor.

PKK ateşkes ilan etti; Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılmasını istedi

Öcalan'dan tarihi çağrı: Tüm gruplar silahları bırakmalı, PKK kendini feshetmeli!

İşte Öcalan'ın "silah bırakma" ve "PKK'nın feshedilmesi" çağrısı yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlıklı açıklamanın tam metni

Sırrı Süreyya Önder: Bu ülkenin bütün evlatlarını; asker, polis ayırt etmeksizin saygıyla anıyoruz

Medya, Abdullah Öcalan'ın çağrısını nasıl gördü?

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakma ve örgütü lağvetme çağrısı, dünya basınında nasıl yankılandı?

Bakırhan: Öcalan'ın çağrısından sonra Bahçeli aradı, "Bu ülkeyi birlikte demokratikleştireceğiz, ne gerekiyorsa yapmaya hazırım" dedi

Pervin Buldan: Bahçeli, çağrının ertesi günü bizi arayıp teşekkür etti; "Elimden geleni yapacağım" dedi

Önder: Bahçeli bana "Daha barış halayı çekeceğiz" demişti; Öcalan Bahçeli'nin açıklamasına bir parça şaşırmış, "Meclis'e gelmeme gerek yok, buradan konuşurum" dedi

HASAN CEMAL YAZDI - Silahlara veda zamanı... Hoş geldin barış!

MEHMET Y. YILMAZ YAZDI - PKK silah bırakacak, Saray da “baskı rejimini!”

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU YAZDI - Öcalan’dan beklenen çağrı geldi, şimdi ne olacak?


 

DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları:
Öcalan, Kandil'in çağrısına uyacağı konusunda çok net