Nergis Abıyeva*
Nicolas Bourriaud küratörlüğünde gerçekleşen 16. İstanbul Bienali “Yedinci Kıta”nın üç mekânından biri sürpriz bir şekilde inşaatı devam eden İstanbul Resim ve Heykel Müzesi oldu. İKSV, Bienal mekânlarından birinin Haliç Tersanesi olacağını duyurmuş, Bienal’in başlamasına az bir süre kala “çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek riskleri ve zaman baskısını göz önünde bulundurduklarını” belirterek tersaneden vazgeçildiğini duyurmuştu. Böylece Bienal izleyicileri olarak kendimizi Galataport inşaatının ortasında bulduk.
Müzenin içindeki çalışmaları incelediğimiz gibi, içeriden dışarıya bakarak inşaat “çalışma”larını izlememek, görmezden gelmek, ya da serginin odaklandığı Antroposen Çağı’na dair düşünmemek mümkün değildi. MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndeki her odayla ve her çalışmayla ilişki kuramasam da, bu sergileme benim için yeni bilgiler edinilebilecek, yeni sanatçılar tanıyabilecek bir potansiyeli bünyesinde barındırıyordu. Nicolas Bourriaud, sanatçıları bir nevi antropolog olarak gördüğünü şöyle açıklamıştı:
“İstanbul Bienali, spesifik bir bilgi alanı olan antropolojiye odaklanıyor: Her yeni bölge antropolojik bir araştırmayı çağırıyor ve ben, sanatçıları bu araştırma işini yapanlar olarak görüyorum. Yani sanatçılar pratikte, antropolojinin yöntemlerini nesnelerle, yaşam formlarıyla, bitkilerle veya görüntülerle genişleterek antropolojiyi insandışı/insansızlaştırılmış bir alana çekiyorlar.”[1]
Elmas Deniz’in 16. İstanbul Bienali kapsamında MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndeki odası neredeyse bir solo sergi niteliğinde.
2000’li yılların başından itibaren ekolojiyle, kapitalizmle, tüketim kültürüyle ilgilenen Deniz’in bu işleriyle birlikte üretiminin araştırma yönünü arttırdığı kesin. Sanatçı, iki yıla yayılan araştırmasında kaybolmuş akarsularla ilgileniyor.
“Kayıp Sular” adlı iş, günümüzde üzerinden yolların geçtiği nehir ve dere yataklarının işaretlendiği topografik bir rölyef. Söz konusu yer, İstanbulluların Arter’in taşınmasıyla artık sık sık ziyaret ettiği Dolapdere, yani Irmak Caddesi.
Deniz, sergideki bir diğer işi olan “İsimsiz Bir Derenin Tarihi”ndeyse, büyüdüğü Bergama yakınlarındaki bir antik kentte bulunan ve ismi civarda yaşayanlar tarafından bilinmeyen bir dereye odaklanıyor.
Daha önce paranın kendisini kavramsallaştırarak işler üreten sanatçı bu kez parayı arkeolojik bir obje olarak ele alıyor ve dere civarından çıkan sikkelerin çizimlerini yapıyor.
Elmas Deniz, İsimsiz bir derenin tarihi [ Portre III], 2019, Tuval üzerine akrilik
Liseden itibaren güzel sanatlar okuyan ve disiplinli bir resim eğitimi alan sanatçı, üniversiteden mezun olunca bir süreliğine resim yapmayı bırakmış, daha sonra “Yazsız Yıl” (2017) sergisindeki karga portreleriyle resmi pratiğine tekrar dahil ettiğini müjdelemişti.
“İsimsiz Bir Derenin Tarihi”nde de sanatçının kendisinin yaptığı botanik desenleri ve hayvan portreleri karşımıza çıkıyor. Bence sergilemenin görsel olarak en etkileyici ve ilginç işiyse Pina kabukları.
Deniz, Ege Denizi’nde küresel ısınma dolayısıyla bir parazitin toplu halde yok ettiği Pina Nobilis adlı deniz kabuğunu çıkarttırarak kabukları sergiler.
Ben kabukları ilk bakışta seramik sandım ve de zaman içinde kabuk yüzeyinde oluşmuş desenleri, renkleri, dokuyu oldukça etkileyici buldum.
Kırık Pina kabuğu, doğayla sanat arasındaki bu tür görsel benzeşmelerle ve doğadaki ağaçların, bitkilerin, yani organik varlıkların kendi kendine ve zaman içinde oluşturduğu estetikle ilgilendiğim için beni çok etkiledi ve dünyanın çeşitli yerlerinde tesadüfen gördüğüm ağaçları ve bitkileri düşündürdü.
Elmas Deniz, son işlerini anlatırken “İnsanlar olarak küçük şeyleri görmezden gelmeye meyilliyiz” diyor. Sanatçının müzedeki odası, yanı başımızda olduğu halde görmediğimiz, duyumsamadığımız pek çok varoluşu barındırıyor ve başka ihtimallerin kapısını aralıyor.
[1] Nergis Abıyeva ve Uras Kızıl’ın Nicolas Bourriaud ile yaptığı röportaj, “Bu bir genişletilmiş demokrasi çağrısıdır”, Istanbul Art News, Eylül 2019.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 16. İstanbul Bienali bu sene Yedinci Kıta temasıyla düzenleniyor. Bienal kapsamında Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye işbirliğiyle hazırlanan bu seride AICA üyesi üç sanat eleştirmeni bienalden üç bienal sanatçısıyla bir araya geliyor. Sanatçıların ve eleştirmenlerin çalışma pratiklerine ışık tutan ve bienalin teması Yedinci Kıta üzerine sohbetlerine yer veren üç yazıya Bulut Reyhanoğlu yapımcılığında, Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından hazırlanan videolar eşlik ediyor. TIKLAYIN - İstanbul Bienali'nden: Geri dönüşü olmayan karşılaşmaların izinde |