Zeynep Yıldırım

17 Eylül 2023

'Ölü beyaz adamın kıyafetleri' artık çöpe gidiyor

Bu kadar çok ve ucuz kıyafetin kaynağını anlamaya çalışan Ganalılar, başlarda bunların ancak ölen insanlardan geriye kalanlar olduğu sonucuna varmışlardı. Çünkü ancak ölüler bu kadar çok eşyadan vazgeçebilirdi. Geriye bu kadar kıyafet bırakan bir ölü ise, doğal olarak akla ‘beyaz’ insanı getirirdi.

"Bir zamanlar bir elbisem vardı…"

Eski fotoğraflardaki eski elbiselerden, bazıları böyle bahsederdi. 'Eski' ile 'zaman' arasında, tanıdık bir ilişki vardı. 'Eskimek' ve 'yaşlanmak' beraber gerçekleşirdi.

Ama artık tıpkı o eski elbiseler gibi, bu ilişki de geçmişte kalmış görünüyor. Zira İngiltere'de yaşayan her üç genç kadından biri, kıyafetlerini artık zamanla ölçmüyor. Ve en fazla bir veya iki kez giydikleri bir kıyafeti, artık eski olarak nitelendiriyor.

Tabii, küresel istatistiklere göre bu ne İngiltere'ye ne de genç kadınlara özgü bir durum. Daha ziyade, küresel bir trend. Adı 'Hızlı Moda'. Veya küresel adıyla, 'Fast Fashion'.

"Durmak yok! Yeni model!" şeklinde özetlenebilecek bir paradigma. Tekstilde durmaksızın yeni model üretimi ve dolayısıyla yeni model tüketimi anlamına geliyor. Hızlı moda küreselde kişi başına üretilen tekstil miktarını, bu yeni model düşkünlüğüyle, sadece son 20 yılda iki katına çıkarmış. Bu paradigmada iş gören büyük tekstil üreticileri, durmadan yeni modeller çıkararak iş yapıyor.

 Bunun için birbirleriyle ve rakiplerininkiyle benzeşip benzeşip farklılaşan sonsuz çeşitlilikte kıyafetler üretiyor. Ama kendi kendileriyle ve rakipleriyle yarışırken çıkardıkları en yeni modeller bile, tıpkı sosyal medyadaki son 'like' gibi kısa sürede artık eski sayılıyor. Ama hızlı moda devleri durmuyor. Ve vitrinleri sadece bir haftada eskiyecek yeni modellerle doldurmaya aralıksız devam ediyor. Geçmişte ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış şeklindeki geleneksel dört sezon için yenilenen vitrinler, hızlı modanın eskitme hızıyla şimdi artık her hafta yenileniyor.

Oysa mağazalardaki durmadan yenilenen yeni kıyafetlerin yüzde 30'u hiç satılmıyor. Dahası, kimi ülkelerde satın alınan kıyafetlerin yüzde 50'si bir kez bile giyilmiyor. Eskiler vitrinden kalkıyor. Ve yerine, durmaksızın yenileri geliyor. Peki ama, bütün bu satılmayan ve eskimeden eskiyen kıyafetler raflardan kalkıp nereye gidiyor?

Hızlı moda, yılda 92 milyon ton 'eskimeden eskiyen' kıyafet üretiyor

Sıradağları ile ünlü Şili'de, Pasifik Okyanusu ile And dağları arasında uzanan ve volkanlar, lagünler ve gayzerler gibi zengin doğal oluşumlarıyla bilinen Atacama Çölü'nde son 20 yılda And Dağları'ndan başka yeni bir dağ yükseliyor.

Yılda 92 milyon ton eskimeden eskiyen kıyafet üreten hızlı moda endüstrisinin neden olduğu ve yaşam alanlarını işgal edip kirleterek biyolojik çeşitliliğe zarar veren, yerel halk için hastalık kaynağına dönüşen ve yakıldığında hava kirliliğine neden olan ve hızla büyüyen bu giysi dağı, uydu görüntüleme uygulaması SkyFi'den alınan uzay görüntülerinde bile açıkça görülebiliyor. Ve 192 bin nüfuslu komşu Iquique şehriyle kıyaslandığında, büyüklüğü dosdoğru göze çarpıyor.

Şili'nin kuzeyindeki Atacama Çölü'ne atılmış giysilerin uydudan görünüşü. (Fotoğraf: SkyFi)

İkinci el giyim ticareti, Şili'de köklü bir sektör. Dünyanın birçok bölgesinden her yıl binlerce ton kıyafet Şili'de bir liman kenti olan Iquique'e gidiyor. Bölgeyi cazip kılan, gümrük vergisinin uygulanmadığı ülkedeki birkaç serbest bölgeden birisinin, yerel ekonomiyi canlandırmak amacıyla, burada bulunması.

Fakat bu ayrıcalık, zamanla çevresel bir felakete ve bunun bir sonucu olarak, yerel toplum için ciddi problemlere dönüşmüş. Fransız haber ajansı AFP'ye göre Şili'ye her yıl Avrupa, ABD ve Asya'dan toplamda 59 bin ton 'ikinci el' giysi geliyor. Şilili ikinci el tüccarları tarafından alınmayan, geriye kalan en azından 39 bin ton giysi ise dünyadaki birtakım ülkelere göre dünyanın uzak bir köşesi olan, And Dağları ve Pasifiğe komşu Atacama Çölü'nde çürümeye bırakılıyor. Üstelik, çürümeye bırakılanların yüzde 85'i hiç giyilmemiş.

Atacama Çölü'nde kendine kıyafet seçen bir kadın (Fotoğraf: Martin Bernetti/AFP)

"Ölü beyaz adamın kıyafetleri"

Hızlı modanın neden olduğu ikinci el küresel kıyafet mezarlıklarından biri de Batı Afrika ülkesi olan Gana'da bulunuyor. Avrupa ve Amerika'dan gönderilen istenmeyen kıyafetler, buradaki devasa ikinci el giyim endüstrisinin temel girdisi. Zaten başkent Akra'daki Kantamanto Pazarı, dünyanın en büyük ikinci el pazarı. Ve Batı'dan gelen ikinci el kıyafetlerin de merkezi.

Siyahi bir ülke olan Gana'nın yerel dilinde bu ikinci el giysilere "obroni wawu" deniyor. Akanların dilindeki bu ifade ise, bire bir çeviriyle "ölü beyaz adamın kıyafetleri" anlamına geliyor.

Batıdan gelen ikinci el kıyafetle Ganalılar ilk kez 1960'larda tanışmış. O yıllardan sonra gitgide daha fazla ikinci el kıyafet, Batı ülkelerinden Gana'ya doğru akmış. Bu kadar çok ve ucuz kıyafetin kaynağını anlamaya çalışan Ganalılar, başlarda bunların ancak ölen insanlardan geriye kalanlar olduğu sonucuna varmışlardı.

Çünkü ancak ölüler, bu kadar çok eşyadan vazgeçebilirdi. Geriye bu kadar kıyafet bırakan bir ölü ise, doğal olarak akla 'beyaz' insanı getirirdi.

 
Kantamanto Pazarı (Fotoğraf: Andrew Greaves)

Gana'daki ikinci el kıyafetler artık yırtık pırtık

Fakat Ganalıların başlangıçta kimin neden vazgeçtiğini anlamakta zorlandığı, dayanıklı ve iyi durumdaki bu ikinci el kıyafetlerin kalitesi zamanla değişmiş. Eskiden düşük hacimlerle gelen ve neredeyse tamamı giyilebilecek düzeyde olan bu kıyafetler, hızlı modanın hız kazandığı son 20 yılda yüksek hacim ve düşük kalite şeklinde dönüşüm geçirmiş.

Çok fazla sayıda kıyafet gelmesine karşın, artık bu kıyafetlerin neredeyse yarısı atık olarak ayrılıyor. Hızlı moda ürünü dayanıksız ürünler, taşınmaya bile gelmiyor. Çoğu yırtık pırtık veya parçalanmış. Lekeli ve paçavra gibi.

Afrika'ya gönderilen bu kıyafetlerin çoğu, zaten Avrupa'da kullanıma uygun görülmüyor. Fakat nasılsa 'oradaki insanlara' her şey lazımmış gibi, yine de Afrika'ya gönderiliyor. Avrupa, Kuzey Amerika, Güney Kore ve Avustralya'dan Gana'ya her hafta 15 milyon ikinci el giysi gönderiliyor.

Buna karşın yüzde 40'ı zaten geldiği haliyle kullanılamaz durumda olduğu için dosdoğru çöpe gidiyor. Hızlı moda endüstrisi için 'geri dönüşüm', vitrinlerden alınan 'artık' ürünlerin bir yerden başka bir yere taşınmasıyla böylelikle tamamlanmış oluyor. Zira tekstil artıkları 'buranın' çöplüğü yerine, 'oranın' çöplüğüne gidiyor.

Hızlı Moda veya 'Fast Fashion'

 2000'li yılların başında öne çıkan hızlı moda, sentetik kumaşlar gibi düşük kaliteli malzemelerin kullanılmasıyla en yeni modellerin ucuza, yüksek hacimlerde ve hızla üretildiği bir iş modelidir. Dayanıklılık ve kalıcılık yerine hızlı moda, model ve kalitede değişkenlik ve uçuculuğu öne çıkarır.

Kıyafetler tıpkı bir hologram vizüeli gibi mümkünse 'nesnesiz' olmalıdır. 'Hız' bu iş modelinin anahtar sözcüğüdür. Adeta ahlaki bir değer yargısıdır. Hızlı moda birçok açıdan hızlıdır. Moda hızla değişir. Ve yeni modeller hızla tasarlanır. Ama yeni modellerin eskimemesi için üretim ve teslimat da hızlı olmalıdır.

Hız, değişkenlik ve ucuzluk üzerine kurulu olmasının, tekstil işçilerinin çalışma koşulları üzerindeki etkilerini ve neden olduğu 'esnek' sömürü ilişkilerini ikinci bir yazıda ele alacağımız hızlı moda endüstrisi, sadece üretim değil fakat tüketim biçimini de tarif eder. Zira, hızlı modanın tüketicileri de hızlıdır. Satın alma davranışlarında, kararlar hızla verilir. Bir kıyafeti satın almak için öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek yoktur. "Al gitsin!" Zaten, ucuzdur. Özünde, tüketicilerin daima daha fazla kıyafet satın almalarına dayanan hızlı moda, böylelikle tüketicilerin durmadan değişen zevklerine mümkün olduğunca çabuk ve ucuz bir yanıt verir. Üretim ve tüketim, tıpkı lunapark ışıklarıyla büyülenen kaprisli bir çocuk gibi durmadan beğeni değiştirir.

"Yakası olsun, düğmesi olmasın…"

"Düğmesi olsun, fermuarı olmasın…"

Hızlı moda, herkesin zevkine yetişir!

Fakat satın alma kararı ne kadar hızlıysa, kıyafetin gardroba girişi ile çöpe gidişi arasındaki zaman da o kadar kısadır. Ve hızlı moda durmaksızın, eskimeden eskiyen artık/atık ürün biriktirir.

"Artık" değerden "atık" değere

Geçmiş yıllarda markalar yeni modellerini aylar, hatta yıllar öncesinden planlardı. Değişimin hızı yavaş, sunulan ürün sayısı azdı. Ve sadece, geleneksel dört sezon vardı. Fakat hızlı modayla bu 52 mikro sezona dönüştü.

Markalar her mikro sezon için, koleksiyon çıkarmaya başladı. Hızlı moda devlerinden H&M ve Zara, örneğin, yılın sadece birkaç ayında piyasaya her biri ayrı ayrı 11 bin yeni model sürüyor. Haftalık yeni ürünlerle tüketicilere verilen örtük mesaj açık; 'eski' olan zamanın gerisinde kalır! Veya güncel trendlere ayak uydurmak ve güncel kalabilmek için her hafta yeni kıyafet satın almalı. Hızlı moda endüstrisinin her iki tarafı - aşırı üretim ile aşırı tüketim- böylece birbirini yavaşlatmamalı!

Hızlı moda tekerinin dönebilmesi ve tüketici tarafındaki talebin sürdürülebilmesi için temel şart ise ucuzluk. Göreli alım gücü bir yana, geçmişe kıyasla hızlı moda ürünleri gerçekten 'ucuz'.

Markalar, sürekli değişen binlerce yeni modeli son derece ucuz fiyatlarla sunuyor ve neredeyse sonsuz seçeneği olan tüketiciler de bu şekilde cezbediliyor. En yeni modellere ucuz fiyatlarla kolayca ulaşabilen tüketiciler, her zamankinden daha fazla kıyafeti, çok daha az ödeyerek satın alabiliyor.

Ürünlerin geçmişe göre ucuzluğuna ve çoğunun satılmayıp, Atacama Çölü veya Gana'daki gibi bir kıyafet mezarlığında son bulmalarına karşın, gene de markalar devasa kârlar yapıyor. Çünkü esasında ucuza satılan veya hatta hiç satılmayan o ürünleri, tekstil işçilerinin kendileri ödüyor. Zira, satılsın veya satılmasın bir üretimin kârı daha üretim sürecinde ve ucuz emek gücü tarafından çoktan ödenmiş oluyor.

Hızlı moda üretim modelinde, hız ve rekabet gücü esas olarak ucuzluktan geliyor. Bunun için de her şey bir yana özellikle işgücü maliyetinin - daha da - düşmesi gerekiyor. Bu ise taşeron üreticileri, birçok ülkede en ucuz işgücü olan kaçak göçmen işçilere yönlendiriyor. Kârlarını esasında, kârın birincil kaynağı artı/artık değere borçlu olan üreticiler, işte bu koşulları 19. yüzyıl işçi sınıfınınkini hatırlatan aşırı ucuz emek gücü sayesinde kaynakları 'bonkörce' sarf edebiliyor. Ve ürünlerinin önemli bir kısmının satılmayıp çöpe atılmasını göze alarak, 'artık değerin' bir kısmını 'atık değer' olarak gözden çıkarabiliyor.

Çevresel sorunlar ve atık sömürgeciliği

Dünyada her yıl yaklaşık 80 milyar yeni kıyafet satılıyor. Ve ortalama bir kişi 15 yıl öncesine göre yüzde 60 daha fazla kıyafet satın alıyor. Ancak bunların çoğu, sadece birkaç kez giyiliyor. İkinci el kıyafetlerin önemli bir kısmı yardım mağazalarına (charity shops) veya giysi bankalarına bağışlansa da İngiliz gazetesi The Guardian bunların yalnızca yüzde 30'unun toplandığı ülkede yeniden satılabildiğini/kullanılabildiğini tahmin ediyor. Geri kalan tamamı ise, aracı ve tüccarlardan oluşan karmaşık bir ağ aracılığıyla Güney Amerika ve Sahra-altı Afrika ülkelerine, özellikle de Atacama Çölü ve Gana'ya gidiyor.

Gana sahillerinde, kıyafet yığınlarının arasında bir balıkçı (Muntaka Chasant/Shutterstock)

Özellikle Gana ve Afrika'daki diğer pazarlar, "ölü beyaz adamın" ülkesinden gelen bu ikinci el kıyafet akınıyla artık baş edemiyor. Çoğu kullanılamayacak durumda olduğu için, bu kıyafetler zaten yerelde yeniden satılamıyor. Ve o kadar çok tekstil ürünü geliyor ki ülkenin altyapısı ve atık yönetim sistemleri bununla başa çıkamıyor. 

Gana'da çöp sahası veya çöp yakma tesisi yok. Gelen atık kıyafetler, mecburen başkent Akra'nın çeperlerinde birikiyor. Üst üste yığılmış, giysi dağları katman katman yükseliyor. 

Kıyı şeridi boyunca, içlerinde H&M, Marks&Spencer, Zara, Nike, Gap ve Adidas gibi onlarca ünlü markanın ürünleri de bulunan gömlek, bluz, pantolon, tişört, ayakkabı, çorap, elbise, kemer ve başka bütün atıkların birbirine karıştığı 30 metre yüksekliğinde bir falez oluşmuş. Üstünde kuşlar ve inekler…

Tavuklar bahçelerde ikinci el kıyafet eşeliyor. Bölge balıkçıları balıktan çok, denizden artık kıyafet çektiklerini söylüyor. Zira okyanusun tabanına kadar, her yer ikinci el kıyafet. Akıntılar ittikçe sahile vuruyor. Sahilde bölge halkı ikinci el kıyafetlerin arasından denize girmeye çalışıyor.
 

Gana'daki ikinci el giysi falezleri (Fotoğraf:Muntaka Chasant/Shutterstock)

Bu giysi dağlarından, yakarak kurtulmaya yönelik girişimler de denenmiş. Fakat zararlı dumanlar ve hava kirliliği, bu seçeneği de boşa çıkarmış. Hızlı moda, hızlı ve ucuz olabilmek için petrokimyasal bazlı polyester, naylon ve elastan gibi sentetik malzemelere bağımlı. Çoğu kıyafette kullanılan ve çevreye zararlı lifler ve kimyasal boyalar içeren bu malzemeler ise doğada biyolojik olarak parçalanamıyor. Ve kimyasal özellikleri nedeniyle, bu malzemelerden yapılan tekstil atıklarının ancak yüzde 1'i geri dönüştürülebiliyor. Hızlı moda ürünleri hem düşük kaliteli, hem geri dönüştürülemiyor. Sonuçta dünyanın 'uzak' bir köşesinde, giysi dağları hızlı moda hızıyla yükselmeye devam ediyor.

İkinci el duyarlılığının dünyanın her yerinde gelişmesine ve insanların kullanılmış kıyafet fikrine gitgide daha sıcak bakmasına karşın ikinci el giyim pazarı, bu ikinci el kıyafet akışına ayak uydurmakta zorlanıyor. Çünkü bunların çoğu, yeniden satışa ve geri dönüşüme uygun olmayan düşük kaliteli kıyafetlerden oluşuyor. Sürdürülebilir bir giyim programı için şirketlerin karşılaştıkları temel 'sorun', yeniden veya geri dönüşüm için harcanan zaman ve bunun maliyeti. Oysa hızlı moda hızlı olmalıdır! Ve bununla uğraşmak yerine, bütün bu 'atık' ürünleri hayır kurumları (charity shops) aracılığı ile veya doğrudan ihtiyaç sahibi 'uzak' ülkelere 'bağışlamak' çok daha kolaydır.

 Kantamanto Pazarı'na gelen haftalık 15  milyon giysiden bazıları (Fotoğraf: Muntaka Chasant/Shutterstock)

Gelişmiş ülkelerin, çevresel zararları olan üretim süreçlerini yoksul veya daha az gelişmiş ülkelere kaydırdıkları bir sır değil. Yeni moda bir çevresel sömürgecilik örneği de, aşırı tüketimle baş başa giden hızlı moda artığı ikinci ellerin ve genel olarak her türlü çöpün başka ülkelere yollanması. Bu yeni moda sömürgecilik, atık sömürgeciliği diye biliniyor. Ve yerel bir halkın, kendi topraklarında ve başkasının pisliğiyle tahakküm altına alınmasını ifade ediyor. Yani birileri 'suyunu' emerken, diğeri 'posasını' alıyor.

Eski bir alışkanlık… İkinci el kıyafetlere Ganalılar günümüzde halen "obroni wawu" diyor.

Belki ölü değil ama "ölü beyaz adamın kıyafetleri" gerçekten de 'beyaz adamdan'...

Ve tekstil işçilerinin 'atık' emeği de içinde, şehirleri, sahilleri ve denizleri okyanus diplerine kadar dolduran bu cömertlik, dünyanın 'yaşayan ölülerine' karşılıksız bir armağan…

Zeynep Yıldırım kimdir?

Siyaset Bilimi Doktoru Zeynep Yıldırım, siyaset bilimi alanındaki doktorasını Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin menşe ülkelerine geri dönüşü üzerine yaptığı tez çalışmasıyla 2019 yılında İstanbul Üniversitesi'nden aldı.

2018 yılından beri Londra'da yaşayan ve bağımsız araştırmacı olarak çalışan Dr. Yıldırım, Londra Göç Müzesi'nde gönüllü danışmanlık yapıyor.

Duvar ve Birikim gazetelerinde yazıları bulunuyor. 2021 yılında başladığı T24'teki yazılarına devam ediyor ve yazılarında çoğunlukla göç etmenin ve göçmen olmanın insanlar üzerindeki etkisini sanat, edebiyat ve siyasetin iç içe geçtiği bir yaklaşımla değerlendiriyor.

Çalışma alanları arasında gönüllü ve zorunlu göçler, göçmen ve mülteci deneyimleri, mülteci politikaları, siyaset teorisi, kimlik ve kültürel çeşitlilik, popüler kültür ve siyaset ilişkisi ile politik sanat bulunuyor.