Sınır ölümleri ile ulusal/uluslararası göç ve sınır kontrol politikalarında yapılan değişiklikler arasında sıkı bir ilişki vardır. Avrupa Birliği ülkelerine göçün, giderek daha tehlikeli ve ölümcül olmasının bölgede son 20 yılda uygulanan “sınır rejimi” ile doğrudan ilişkili olduğu araştırmalarla destekleniyor. Sınır ölümleri önceleri daha çok kısıtlayıcı göç ve sınır politikalarını eleştirmek isteyenler tarafından göçmenlerin haklarını savunmak için kullanılırdı. Ama artık politika yapıcılar tarafından ve sert sınır önlemlerini haklı çıkarmak için de kullanılıyor. Yoğunlaştırılmış sınır önlemleri daha az sayıda düzensiz sınır geçişine ve bunun da daha düşük ölüm oranlarına yol açacağı gerekçesiyle pek çok devlet ve politikacı tarafından açıkça savunuluyor.
Oysa sığınma sistemlerine erişimi sınırlama ve sığınmacıların haklarını kısıtlama girişimleri, iddia edilenin aksine, düzensiz göçü arttıran bir etki yapıyor ve göçmenleri daha tehlikeli yolları tercih etmeye yöneltiyor. Akademik çalışmalar, yoğun sınır kontrollerinin, sınırlarda tespit edilmekten, gözaltına alınmaktan ve sınır dışı edilmekten kaygılanan göçmenleri, yaşamlarını riske atacak daha tehlikeli güzergâhları kullanmaya zorladığını ve insan kaçakçılığını fiili olarak teşvik ettiğini gösteriyor. Ve sınır kontrolleri arttıkça sonuçta göç yollarındaki ölüm oranları da artmış oluyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verileri de bunu desteklemektedir. 2016 yılında Akdeniz'i geçmeye çalışan her 88 kişiden biri denizde hayatını kaybetmiş. 2015’te ise bu sayı her 269 kişide birmiş. Yani, ölüm oranı sadece bir yıl içinde üç katın üstüne çıkmış. Sınır kontrolleri geçişleri azaltsa da sınır ölüm oranını epey artırmış.
İspanya’ya ulaşmaya çalışırken botlarının batması sonucu ölen 21 göçmenin Akdeniz kıyılarına vuran cansız bedenleri, Eylül 2018 (File/AFB)
Geri itme/itilme nedir?
Sınır ölümlerinin diğer bir yüzü de ‘geri itme/itilme’lerdir. Katı sınır önlemleri nedeniyle tehlikeli güzergâhlara yönelmek kadar sınırlarda uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ‘geri itilmek’ veya sınır muhafızları tarafından uygulanan şiddet de sınırlardaki ölüm nedenlerindendir. Örneğin, bundan bir buçuk ay önce Edirne'nin İpsala ilçesi ile Yunanistan arasındaki sınır bölgesinde 19 göçmenin cansız bedeni bulunmuştu. Aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bu göçmenlerin, Meriç Irmağı’nı geçmek isterken Yunan sınır muhafızlarının geri itmesi sonucu sınır bölgesine hapsoldukları ve soğuktan donarak öldükleri anlaşıldı. Yunanistan tarafının ısrarla reddettiği geri itme iddialarını kurtarılan göçmenler doğruladı. Türkiye, Yunan sınır muhafızlarını şiddetle eleştirdi. Oysa ‘geri itme’ Türkiye de dâhil devletlerin göç kontrolü için geliştirdikleri yeni moda bir uygulamadır. Ve Türkiye’nin, batı sınırlarında eleştirdiği bu uygulamayı, kendi doğu sınırlarında yıllardan beridir tekrarladığının kanıtları vardır. Doğuda göğsünden geri ittiğini, batı sınırında sırtından ileri itmektedir. Ve her ülkenin bir doğusu, bir de batısı vardır.
Türkiye, Avrupa’yı hedefleyen yakın bölge göçmenleri için bir geçiş ülkesidir. Ve çoğu göçmen, İstanbul üzerinden Avrupa Birliği’ne geçebilmek için öncelikle İran sınırından Türkiye’ye geçmelidir. Yapılan görüşmelerde, göçmenler Türkiye sınırından defalarca İran'a geri itildiklerini ve Van'a başarıyla ulaşana kadar bir aydan fazla bir süre dağlarda saklandıklarını söylüyor. Sivil toplum kuruluşları ise her yıl binlerce kişinin Türkiye'den İran'a geri itildiğini tahmin ediyor. Bu bölgelerdeki dağlık araziler ve sert hava koşulları bir göç yolu olarak deniz kadar ölümcül olabilmektedir. Rehbersiz kolayca kaybolunan bu dağlarda göçmenler aylarca aç, susuz ve dondurucu soğuklarda yürüyerek yollarını arıyor. Her yıl çok sayıda göçmen soğuktan donarak, vahşi hayvan saldırılarıyla - cesetlerde hayvan saldırıları tespit edilmiştir - veya sınır güvenliklerinin uyguladığı şiddet nedeniyle Türkiye’nin doğu sınırında ölüyor. Ve her yıl bahar gelip de karlar eriyince, karların altından çiçekler, böcekler ve donmuş göçmen cesetleri çıkıyor. Geçişleri bir şekilde engellenen göçmenler, baharla birlikte ‘geri dönüyor.’
Öte yandan, ölü bedenlerin Avrupa kıyılarına vurarak veya karların altından çıkarak görünür olması, devletlerde ‘artık daha fazla gizleyemiyorsan kayıtsız da kalmamalısın’ baskısı yaratıyor. Fakat devletlerin çözümü gene de basit; gizleyemediğin sınır ölümlerini deniz veya hava koşullarına bağlayarak sorumluluğu doğaya yüklemek… Ölümleri, bir uygarlık sorunundansa coğrafi engellerden kaynaklanıyormuş gibi göstermek… Gerçi, doğanın ‘doğal sınırları’ndan da devletler sorumlu tutulacak değil ya!
Ölümler yoluyla göç yönetimi
Önce bölgesel eşitsizlik ve adaletsizlik vardı. Sonra göçler. Ve sonra sınır duvarları. Sonra da devletlerin düzensiz göç yönetimi olarak sınır ölümleri. Devletler sadece sınırlarından kimin girip kimin giremeyeceğine değil, kimin yaşayıp kimin öleceğine de karar veriyor. Bazı hayatların kolayca harcanabileceği düşüncesi bir nekropolitika/ölüm siyasetidir. Filozof Achille Mbembe’nin "kimin önemli kimin önemsiz, kimin hayatının daha kolay harcanabilir ve kiminkinin harcanamaz olduğunu belirleme kapasitesi" olarak tanımladığı nekropolitika, insan yaşamının hükûmetlerin gözündeki dereceli değerlerini aydınlatan bir çerçeve sunuyor ve ‘hakim güce ne kadar yakınsanız, hayatınızın o kadar değerli’ olduğunu söylüyor. Diğerlerinin yaşamları ise zaten yaşanmaya değmez. Ve yaşamları yaşamdan sayılmayanların ölümleri de ölümden sayılmaz.
Yaşamlarına değer verilmeyenlerin tıpkı sınır mezarlıklarındakiler gibi ölümlerinden sonra yası tutulmaz. Judith Butler ‘yas tutma öyle basit bir mesele değil fakat yaşamı kayda değer kılmanın bir yoludur’ diyordu. Öyleyse bir yaşamı yası tutulabilir kılan neydi?