François Fernandez ve Konstantin Emelyanov
Bir zamanlar 144 kürekçinin çektiği, padişahın görülmeden rahatça Boğaz’ı gezebilmesi için üstü kapalı bir “köşk”ü bulunan kırmızı saltanat kadırgasının önündeki beyaz seyrek saçları at kuyruklu, bir hayalet kadar beyaz ve sakin görünen adam gülümseyerek kemanını omuzuyla boynunun arasına yerleştirdi ve usulca çalmaya başladı. Uzun kadırganın arkasındaki camdan vapur silüetleri görünüyor, bazen birinin düdüğü Bach’ın solo keman sonatına karışıyor. Adam günümüzde Barok müzik deyince ilk akla gelen isimlerden ünlü kemancı François Fernandez, mekân Deniz Müzesi, etkinlik Bach İstanbul’da konserleri… François bu konserde Bach’ın solo keman için bestelediği altı parçadan (3 sonat ve 3 partita) la minör ve sol minör sonatla re minör partita’yı mükemmeliyetle icra etti. Konserin finali Re Minör Partita’nın son bölümü Ciaconna solo keman için yazılmış en zor eserlerden biridir ve “kemancıların Himalayası” diye bilinir. François parçaya başlamadan önce notasının kapağını gösterdi bize; Bach’ın el yazısıyla “Sei Solo*” yazıyordu notanın üzerinde…” İtalyanca bilenleriniz anlamıştır, evet burada ‘altı solo’ yazıyor ve gerçekten de bu nota keman için altı solo eser içeriyor ama bu cümle aynı zamanda başka bir anlama da geliyor” dedi, “yalnızsın” demek…
Nota kapağı, Bach'ın el yazısı
Klasik müziğin gelmiş geçmiş en önemli bestecilerinden Johann Sebastian Bach’ın ilk eşi Maria Barbara babasının kuzeninin kızıydı. Muhtemelen birbirlerini çocukluktan beri tanıyorlardı ve mutlu bir evlilikleri vardı. Doğan yedi çocuklarından üçü bir yaşlarına ulaşamadan ölmüştü ama bu 18. yüzyılda çok sık rastlanan bir durumdu. Yıl 1720’ydi, Bach’ın Anhalt-Köthen prensi Leopold’un müzik direktörü olarak iyi bir işi vardı ve prens Kalvinist (Reformist) olduğu, dolayısıyla ibadetinde gösterişli müziklere yer vermediği için kilise müziği yerine daha seküler eserler besteliyordu: Orkestra ve çello süitleri de bu dönemdendir. 1720 yazında Bach eşini evde sapasağlam ve sağlıklı bir şekilde bırakarak patronu prens Leopold’la birlikte Carlsbad’a gitti. İki ay sonra döndüğünde, çok sevdiği eşinin aniden öldüğünü ve çoktan gömüldüğünü öğrendi. Her yolculuğun bir nevi ebedi ayrılık sayılabileceği çünkü hiçbir iletişimin olmadığı bir dönemden bahsediyoruz, değil son bir veda, cenazesine bile katılamamıştı çok sevdiği hayat arkadaşının… Bach altı solo keman parçasını işte bu yas tuttuğu dönemde yazdı. Re minör partitanın son bölümü Ciaconna’nın, kendisi de çok önemli bir besteci olan Brahms’ın Clara Schumann’a yazdığı mektupta “Adam küçücük bir enstrüman için tek bir porte üzerinde en derin düşünceler ve en güçlü duygularla dolu koca bir dünya yaratmış. Bu eseri değil yazabileceğimi, tasarlayabileceğimi bile hayal etseydim eğer, aşırı heyecandan aklımı yitirirdim” diye bahsettiği bu hüzünlü olduğu kadar zor ve çarpıcı parçanın eşinin hatırasına yazdığı bir “tombeau”, “mezar için yazılmış müzik” yani bir nevi ağıt olduğuna inanılır.
Müziğinde de birçok gizem ve ikili anlam barındıran büyük usta, altı parçayı solo keman için yazmıştır. “Sei solo/Altı solo ya da Yalnızsın.” Eserin gerçek adının içine gizlenmiş çok derin bir ikinci anlam… Yapayalnız yas tutan bir adamın tek eşlikçisi yapayalnız bir küçük keman için yazdığı hüzün dolu müzik; yalnızlıktan doğan koskoca bir evren…
François Fernandez
Bu hikâye bana önce bestecilerin, sonra da bu hafta izlediğim, hepsi Bach icra eden, hepsi kendi enstrümanında çok başarılı üç müzisyen dolayısıyla solist klasik müzisyen olmanın derin ve bitmez yalnızlığını düşündürdü. Yaratıcı yalnızdır, yazar, besteci, ressam eserlerini yaratırken yalnızdır elbet ama icracıların dünya çapında solist mertebesine ulaşmalarının bedeli çok daha küçük yaştan başlayan ve hiç bitmeyen sonsuz bir yalnızlıktır. Herhangi bir enstrümanla bir ara az da olsa cebelleşmiş herkes bilir ki ustalaşmakta yetenek belki yüzde 30’dur, işin yüzde 70’i bıkmadan usanmadan her gün her gün on enstrümanla baş başa saatlerce çalışmak ve tekrar yapmaktır. Bu insanlar küçücük yaşlarda enstrümanlarına karar veriyorlar, ya da aileleri onlar adına karar veriyor ama onlar da bunu istekle kabul edip daha oyun yaşındayken her gün disiplinle, sebatla o enstrümana vakıf olmak için saatlerce çalışıyorlar. Bu yıllarca sürüyor; evde, hocaların stüdyolarında, konservatuarların şanslılarsa ses yalıtımlı ama büyük ihtimalle diğer bütün enstrümanları çalışanların da seslerini duydukları çalışma odalarında, soğukta, sıcakta, gece, gündüz geçirilen yapayalnız saatler, kendileri kadar yetenekli, hırslı ve çalışkan, dünyanın her yanından müzisyenin arasından sıyrılmak için daha da çok çalışmak, yarışmalar, ünlendikten sonra konser için gidilen şehirlerdeki otel odalarında, ve sonuçta sahnede sürekli bir yalnızlık, kendilerini adadıkları enstrümanla biraz da mecburen geliştirilen derin dostluk/birliktelik dışındaki o sürekli ve mutlak yalnızlık…64 yaşında kariyerinin büyük bölümünü belki artık geride bırakmış kemancı François Fernandez de, yine onunla neredeyse yaşıt, 10 yaşından beri klavsene adanmış bir hayat yaşayan 60 yaşındaki Pierre Hentai de, 30 yaşında, kariyerinin henüz başlarında, hem müthiş tekniği hem de duygu ve yorumunun derinliğiyle şaşkına çeviren Rus piyanist Konstantin Emelyanov da, hayatlarının büyük çoğunluğunu enstrümanlarıyla yalnız başlarına geçiriyorlar ve geçirecekler. Emelyanov örneğinde olduğu gibi, eğer programlarının bir kısmı orkestralı bir eseri içeriyorsa o orkestrayla ancak bir prova yapabilecekler. Üstelik bu adanmışlığın ödülü elbette batı müziğinden devşirilmiş 3-5 akorla birbirine benzer 150 tane şarkı yazıp dünyanın servetini yapan günümüz popçuları gibi müthiş paralar, büyük hayran kitlesi ve şöhret değil çoğunlukla klasik müziğe onlar gibi kendini adamış bir avuç seyirci ve belki iyi ama çok daha az emek harcayan başka türlerdeki meslektaşlarının ellerine geçenle karşılaştırıldığında çok düşük kalacak kaşeler.
Konstantin Emelyanov
Belki de sırf bu yüzden bu kadar nadir ve bir o kadar da değerliler. Onlar da klasik müzik dinleyicisi olmak da sağlam emek ve bilgi gerektirdiği için onları dinlemeyi seçen seyirci de.
François Bach’ın eşine ağıdı Ciaccona’nın son notalarına geldiğinde gece büsbütün çökmüş, arkasındaki saltanat kadırgası gölgelerin derinliğinde neredeyse iyice kaybolmuştu. Parça bittiğinde, alkışlar arasında, yüzünde son derece mütevazi, hafif bir gülümsemeyle selam vermeden tam önce, mavi gözlerine dolmuş yaşları gördüm. O göz yaşlarında, yıllar süren sabır ve emeğin sonucu bir avuç alkıştan duygulanmak, hüzün, mutluluk ve emeğin karşılığını almanın verdiği tatmin ama en çok da yıllar sürmüş yalnızlığı gördüm ve birden bu eşsiz ve sonsuz yalnızlığın, klasik solist yalnızlığının aynı zamanda paha biçilmez olduğunu da anladım.
Pierre Hantai’nin Bach’ın Goldberg Varyasyonlarını icra ettiği klavsen
Bach İstanbul’da konserleri Ekim ayı için sona erdi. Büyük ustanın hüzünlü yalnızlığını kendi yalnızlıklarıyla harmanlayarak bizimle paylaşan tüm solistlere sonsuz teşekkürler. Değeriniz biliniyor.
*İtalyanca hem “altı (adet) solo” hem de “yalnızsın” anlamına gelir.
Zeynep Aksoy kimdir?Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı. ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı. 20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı. T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor. Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi… |