Öykü anlatmanın, tarihe kayıt düşmenin, tarihi yeniden düşlemenin bir çok yolu var. Yazarak, anlatarak, not alarak, şarkıyla, şiirle, masalla… Ama hikaye anlatmanın, hikayenin karşı tarafta bir etki yaratmasını sağlamanın en tesirli, büyülü yollarından biri performans galiba. Seyredenle canlı beden, eşyalar ve sözcükler yoluyla buluşan şeyler, belki de neredeyse beş duyumuza da hitap ettiği için, daha kalıcı izler bırakıyor…
Bu haftasonu izlediğim/deneyimlediğim iki iş görünürde birbirlerinden bağlantısızlar, biri bir performans ve yerleştirme, diğeri tek kişilik bir oyun. Fakat ikisi de farklı zamanlarda, farklı biçimlerde de olsa Pera’nın hayaletlerinin izini sürdüğü, şehrin bu tüm tarihi rengarenk, dünya güzeli ama makus talihli kontesinin yaşanmışlıklarının kaydını tuttuğu için kafamda bir araya gelip aynı yazıya düştüler.
“Zehirlenmiş Prenses” Leman Sevda Darıcıoğlu’nun Alanistanbul’da gerçekleştirdiği uzun süreli bir performans ve yerleştirme. Tarlabaşı bir prenses ise bu prenses nerelerden geçti, nerelerde yaşadı, neden zehirlendi diye soruyor Darıcıoğlu, ve sorusunun cevabına dair ipuçları bulmak üzere tekerlekli pazar çantası ve kapüşonlu keşiş peleriniyle haftaiçi her gün dört saat Tarlabaşı’nda gezintiye çıkıyor. Bu gezintilerinde topladığı eşyaları, öyküleri, görüntüleri Alanistanbul’un sergi mekanında yerleştiriyor ve her güne dair bir günlük tutup onları da duvara yapıştırıyor. Bozuk şemsiyeler, uçları yırtılmış iskambil kartları, yarısı kırık bir lavabo, bir çocuk terliği teki, tozlu yapma çiçekler, tek kulplu alüminyum bir tencere, bir buldozerin fotoğrafları, Hortum Süleyman’ın yaptıklarının bilgisayar tarafından okunan bir ses kaydı ve daha bir çok şey arasında dolaşırken her bir eşyaya dair kendi öykünüzü kurguluyor, kentsel dönüşümün yokettiklerini/edeceklerini düşünüyor, Darıcıoğlu’nun galeriye getirmeye kıyamayıp Tarlabaşı’nda bir törenle gömdüğü kuş bacağına acıyorsunuz. Duvara yapıştırılmış günlükleri okumak bu gezintilerin rastlantısal kahramanlarıyla tanışıp günümüz Tarlabaşı’nın insanlarından küçük öykülere tanık olmanıza da imkan veriyor:
Zehirlenmiş Prenses Tarlabaşı’nın çerine, çöpüne, insanına, geçmişine ve bugününe eleştirse de neticede naif bir sevgiyle yaklaşıyor, onu kucaklıyor, yaralarını sarıp sarmalıyor, kulağına zehirlenmiş olsa da değerli olduğunu ve daima sevileceğini fısıldıyor. İflah olmaz Beyoğlu tutkunlarının belki gözlerini yaşartacak ama nihayette çok mutlu edecek bir iş.
Zuhal Güreli yumuşak yumuşak anlatıyor Eftalya’nın öyküsünü, sahnede bir sandalye, bir sehpa ve tavandan asılı birkaç mektup dışında bizi bu talihsiz öyküye konsantre olmaktan uzaklaştıracak hiçbir şey yok, bir saat süren bir monolog normalde sıkıcı olabilir ama Hazar Sayar’ın akıllı rejisi ve Zuhal Güreli’nin yumuşak, lezzetli oyunculuğuyla Eftalya’nın öyküsünün içine düşüyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.
Tarlabaşı, Galata, Beyoğlu, Pera… Geçmişin hayaletleri, yoğun yaşanmışlıkların izleri bu bölgeyi asla bırakmıyor, ne kadar “zehirlenseler” de tarihten gelen çeşitlilik, çok seslilik, çok renklilik sayesinde dönüşe değişe, varolmaya, nefes almaya, türlü çeşit öykü anlatmaya ve ilham kaynağı olmaya devam ediyorlar, edecekler de…
“Zehirlenmiş Prenses” 15 Şubat’a kadar alanistanbul’da görülebilir. www.performistanbul.org
“Çika” her Cumartesi saat 17.00’de 2. Kat’ta. www.ikincikat.org