Bir süredir çello çalmayı öğreniyorum. Hep en sevdiğim enstrümanlardandı fakat müzik geçmişim ve bilgim iyi olmasına rağmen en zor enstrümanlardan biri diye bir türlü cesaret edemiyordum. Belli bir yaştan sonra böyle korku duvarları aşılıyor, “içimde kalmasın” duygusu ağır basıyor. 10 aydır süren, beni çok mutlu eden çello yolcuğuma yakından tanık olan bir arkadaşım geçenlerde beni bir konsere davet etti. Enstrümana yeni merak sardığım için en meşhurlar dışındaki çellistleri yeni yeni tanıyorum. Çek çellist Jiri Barta’yı bu konserle tanıdım ve değişik stiline, tutkusuna, yorumu ve dinamiklerindeki çeşitliliğe hayran kaldım. Piyanist Terzie Fialova ve Festival Ensemble ile Beethoven, Haydn ve Arvo Part çaldılar. Müthiş bir konserdi. Birden bu konserin Bach müziği içermemesine rağmen Bach İstanbul’da kapsamında yapıldığının ve şehirde güzel olan her şey yitip giderken bu konserler dizisinin/festivalin tam 27 yıldır ara vermeden devam ettiğinin ayırdına varıp mutlu oldum. Bu yazının tohumu o konserde atıldı.
Uzunca bir süredir kendimizi ateşin üzerindeki su dolu kazanda haşlandığının farkında olan ama oradan bir türlü çıkamayan kurbağalar gibi hissettiğimiz bir ortamda yaşıyoruz, en son açık radyonun kapatılmasına tanık olduk; her güzel ve iyi şey yerini kötü ve çirkine bırakıyor gibi geliyor ve bu ruh halinde bazı harika şeylerin usul usul devam ettiğini fark etmeyebiliyoruz, fark etmekse çok iyi hissettiriyor.
François Fernandez
90’ların sonu 2000’lerin başında İstanbul’un çok renkli kültür-sanat dönemine tanık olmuş, o coşkulu günleri yaşamış şanslılar şehrin her yerinde karşılarına çıkan “Bach İstanbul’da afişlerini hemen hatırlayacaktır. Çok iyi bir reklam kampanyasıydı. Festival 1998 yılında Aya İrini’de “Bach Günleri” olarak başlamıştı, “Bach, Caz ve Lale Devri” diye devam etti, ama asıl şeklini 2000 yılında aldı. Festivalin yapımcısı tam bir müzik gurusu ya da gurmesi ama yaptığı aşırı niş işi ısrarla devam ettirme inadıyla kesinlikle bir Don Kişot diyebileceğimiz Hakan Erdoğan, o yıl Bach’ın ölümünün 250. yıldönümü dolayısıyla Bach’ın bütün eserlerini içeren CD’leri alır, bütün sene o CD’leri dinleyerek içlerinden sevdiği müzisyenleri konser vermeleri için İstanbul’a davet eder. Le Petite Band, Wieland ve Sigiswald Kujiken, Andreas Steier, Pierre Hantai, Reinhard Goebel, İstanbul’a beş kez gelen ve en son ölümünden üç ay önce St. Antuan kilisesinde konser veren, Bach deyince herkesin bir numarası Gustav Leonhardt; klasik müzik meraklıları Bach müziğinin öncüleri bu ustaları hep Erdoğan’ın merakı ve titiz çalışmaları sonucunda tanıdı, dinledi.
Pierre Hantai
Bach İstanbul’da çeşitli şekillere bürünerek, zamanın ruhuna uygun bir şekilde bazen konsept değiştirerek, büyüyüp küçülerek, geniş kitleler tarafından unutulsa da belli bir müdavim seyirci tarafından takip edilerek şehrin müzik dünyasında var olmayı, o dünyaya çok değerli müzisyenler katmayı hep sürdürdü ve artık 27. yılında… Bu ay Jiri Barta dışında Ivan Skanavi Deniz Müzesi’nde Bach 1., 2. ve 3. çello süitleri çaldı. Örneğin, François Fernandez yine Bach’ın solo keman için eserlerinden çalacak, piyanist Konstantin Emelyanov ve Festival Ensemble yine Rameau ve Bach çalacak ve Pierre Hantai klavsende Bach’ın Goldberg Varyasyonlarını icra edecek. Şu an şehirde daha heyecan verici bir klasik müzik etkinliği yok.
Konstantin Emelyanov
Tabii bu kadar yıldır kesintisiz süren bu işin görkemli ve heyecanlı bir başlangıcı var. Hakan Erdoğan bir müzik meraklısı olarak 80’lerin ortalarında şef Gürer Aykal’la görüşür ve Ankara Festivali projesini sunar. 1992 yılında Ankara Hipodromu’nda klasik açık hava konserlerini başlatırlar. ‘92’de Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası ve korosunun verdiği Beethoven 9. Senfoni konserine birkaç yüz kişi beklenirken 20 bin kişi gelir, ertesi yıl Carmina Burana’ya 40 bin kişi… Genç kitlenin çoğunlukta olduğu, rock konseri havasında geçen, şimdi rüya gibi gelen klasik müzik konserleri…
Ivan Skanavi
Erdoğan değişik yerlerde konserler yapmaktan ve her bir organizasyonu bir konsept olarak kurgulamaktan hoşlanıyor. Yine 90’larda İdil Biret’le Yedikule Zindanları’nda yaptığı ve Çaykovski’nin 1812 uvertürünün gerçek top atışları eşliğinde çalındığı konserden İstanbul Devlet Senfoni orkestrasıyla Taş Ocağı’nda yapılan konsere, hazırlık aşamalarına tilkilerin eşlik ettiği Atatürk Orman Çiftliği Tekel Bira Fabrikası ve Hayvanat Bahçesi’ndeki “Cumhuriyet Karnavalı” konserinden en çok ses getirenlerden, izdihamdan prefabrik bilet gişelerinin yıkıldığı Fazıl Say-Mercan Dede konserine, Amasya Gökhöyük’te Viyana Senfoni’yle güneş tutulması esnasında gerçekleştirilen, Gustav Holtz’un “Gezegenler Süiti”nin çalındığı konserden, müzisyenlerin evlerinde düzenlenenlere ve Sabancı Müzesi’ndeki unutulmaz kahvaltıda caz konserlerine…
Yaratıcı konseptli, farklı, çok değerli müzisyenleri seyirciyle buluşturan nice harika konser… Türkiye’de klavsen bulunamadığında klavsenci Chris Mean’nin kendi klavsenini getirmesi, akordunu da kendisinin yapması gibi şahane anektodlar…
Bach İstanbul’da artık bir marka adı olarak devam ediyor ve süregelen konserlerde sadece Bach çalınmıyor. Erdoğan, bazı müzisyenlerini sosyal medyada takip ederek keşfedip getiriyor. Sponsorsuz, desteksiz tek bir adımın atılmadığı günümüzde bu konserlerin ana sponsoru bilet alan sadık seyirci kitlesi. Örneğin sponsor yokluğu yüzünden ara verilen kahvaltıda caz konserleri sponsor bulunursa yine devam edecek.
Ben yeni, genç, belki çok tanınmayan ya da çok tanınan ama izleme fırsatı az bulunan klasik müzisyenleri tanıyıp onlara ulaşabilmek, şehirde nefes alabilmek için Bach İstanbul’da konserlerini takip ediyorum. Artık her yerde afişleri yok belki ama, Bach İstanbul’da konserleri 27 yıldır aramızda kalmayı başaran nadir güzel şeylerden… Kıymetini bilelim.
Bach İstanbul’da etkinlik biletleri biletix ve biletinial’da.
Bu ay:
18 Ekim François Fernanez- Barok Keman-Beşiktaş Deniz Müzesi
21 Ekim: Konstantin Emelyanov Piyano &Festival Ensemble- Rameau ve Bach-AKM
23 Ekim: Pierre Hantai-Klavsen-Bach Goldberg Varyasyonları-AKM
Zeynep Aksoy kimdir?Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı. ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı. 20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı. T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor. Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi… |