Bir halkın ‘sandığa rağmen’ seçim tercihinin elinden alındığı yönünde bir duygu oluşması, herhalde demokrasilerde açılan en büyük yara olacaktır.
Türkiye 1949’dan beri 47 ülkenin üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir. Bu kuruma üye olması, demokrasiyle yönetildiği anlamına gelir. Avrupa Konseyi, üye ülkelerin demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle yönetilip yönetilmediğini, eksikleri olup olmadığını kontrol eden ve belli aralıklarla hazırlanan raporlarla bu ülkelerin eksiklerine dikkat çeken ve düzeltilmesini talep eden kurumdur.
Avrupa Konseyi, ülkelerin ‘iç işine karışmak’ için kurulmuş bir kurumdur. Avrupa bizim iç işlerimize neden karışıyor diyen hayıflananlar için söylüyorum. Üye iseniz bu kurumun belirlediği ilkelere uymak durumundasınız, aksi takdirde demokratik yönetimlerden sapmalar olur.
Sandık ise demokrasinin özüdür, özetidir. Yerine koyulabilecek herhangi başka oluşumlar, onu ikame edemez. Bu nedenle her seçimde Avrupa Konseyi yetkilileri, büyük bir ekiple gelip seçimlerin özgür yapılıp yapıldığını kontrol eder. Yapılmadıysa uyarır, bir sonrakinin daha demokratik olması için çalışır.
Bir ülkenin demokrasiyle yönetilmesi, egemenliğin ancak halkın elinde olmasına bağlıdır. Bu da sandığı demokrasilerde kutsal kılar, hukuksuz yapılmadığı takdirde sandık sonuçlarına herkes uymalı, kabullenmelidir.
Egemenlik tercihinin, yönetimi seçme hakkının, kısaca sandığın halkın önünden çekip alınması, o ülkenin demokrasi ile yönetilmesine büyük şüphe getirir.
Demokrasi vatandaşın kamusal kararların alınmasına katılma hakkına sahip olduğu siyasî sistemin adıdır. Doğrudan demokraside herkesi kapsayacak bir mutabakata ulaşma şansı yoktur, ya da çok azdır.
En küçük topluluklarda dahi giderilemeyecek görüş ayrılıkları mevcuttur, bu da zaten demokrasinin gereğidir. Bu olduğunda sistemin kilitlenmemesi için bir karar verme yolu aranır. Sistem demokrasiyse metot tarafların sayılarının karşılaştırılmasıdır.
Bu nedenle sandık demokrasinin özüdür, özetidir. Bu nedenle siyasî iktidarı sandıkta değil sokak eylemlerinde ve şiddetinde kazanmayı, yıkmayı aramak gayri meşrudur, yasal değildir.
Bunları neden yazdım?
Yedi Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyesinin, kendilerinin de izah etmekte zorlandığı bir nedenle İstanbul halkının 31 Mart’taki tercihini silip atması ve seçimlerin yenilenmesine karar vermesi, demokrasinin kutsalı olan halkın sandık özgürlüğüne ciddi zarar vermiştir. Bu zarar bizatihi demokrasinin kendisinedir.
Ama artık 23 Haziran’da yapılacak olan seçime odaklanmak gerekiyor.
Türkiye’de seçim dönemleri güvenlik algısı ile birlikte demokratik iradenin sandığa yansıma kaygısı hep yaşandı. Bu kez de yaşanacak. Güvenlik ve özgürlük demokrasinin önemli iki kavramıdır. Seçim güvenliğinin sağlanması ile birlikte özgür, demokratik ve güvenli ortamın oluşturulması, millet iradesinin sandığa yansıması sonucunu doğuracaktır.
Yine bu seçimlerde de Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi yetkilileri ülkemize gelecek ve gözlemci olarak görev yapacaklardır.
Umarım bu kez demokrasi sınavından tam not alarak çıkarız ve milletin egemenlik haklarına, seçme özgürlüğüne bir kez daha zarar vermeyiz.