Zeynel Lüle

09 Mart 2017

Alman gözüyle Türkiye

Maalesef Türkiye’ye karşı bu haksız yaklaşım, sadece Türk siyasetçilere yönelik ‘ifade özgürlüğü’ kısıtlamalarıyla değil, aynı zamanda göçmenler konusunda da yapılmakta…

Almanya, Hollanda ve Avusturya’nın Türkiye’den siyasetçilere yönelik ‘engelleme’ girişimini hiçbir ‘demokratik’ gerekçeyle açıklamak mümkün değil. Bu girişimleri, ‘Önce kendi ülkesinde demokrasi uygulasın’ gibi cümlelerle açıklama gayretine girenleri ise anlamak mümkün değil.  

Demokrasi anlayışı tektir. Bir yerde demokratik uygulama eksikliği varsa, diğer yerde de olabilir diye bir yaklaşım olamaz. Üstelik bu eksiklik, demokrasi ve özgürlükler konusunda ‘akıl veren’ konumda ki ülkelerde ise…

Maalesef Türkiye’ye karşı bu haksız yaklaşım, sadece Türk siyasetçilere yönelik ‘ifade özgürlüğü’ kısıtlamalarıyla değil, aynı zamanda göçmenler konusunda da yapılmakta… Avrupa’da giderek, ‘Kendine Demokrat’ bir yaklaşım hakîm oluyor ve tabii ki bunun tarihten gelen sebepleri var. Bugün de bu tutum, ‘Erdoğan karşıtlığı’ duygularıyla en üst seviyeye ulaşmıştır. 

Türkiye’deki demokratlar yalnız bırakıldı

Türkiye’de her şeyin, günlük, güneşlik olduğunu söylemiyorum. Büyük sorunlar mevcut. Eksikliklerin giderilmesi için çok çaba gerekiyor. Ancak, başta Almanya olmak üzere, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrı, ülkede ‘Demokrasi Mücadelesi’ vermekte olan kesimi baltalıyor. Avrupa, Türkiye siyaseti üzerindeki etkisini tamamen kaybetmiş durumda. Hiçbir caydırıcı etkisi kalmadı. Daha da kötüsü, hamaset ile siyaset yapmakta olan kesime çalışıyor. Bol çapta malzeme üretiyor, ekmeklerine yağ sürüyor.

Sağ iktidarların malzemesi

Türkiye-Almanya ilişkileri, Sosyal Demokrat Parti (SPD) iktidarında en iyi seviyelere yükseldi. Hatta bu durum, Türkiye-AB ilişkilerine olumlu olarak yansıdı. Sağ iktidarlar, Türkiye’yi hep ‘dışlayan’ bir tutum içine girdiler.

Angela Merkel’in 2005’te Almanya Federal Cumhuriyeti Başbakanı olmasından bu yana Türkiye-Almanya ilişkilerinde ciddi krizler yaşandı. 1982-1998 arasında başbakanlık görevini yürüten ve aynı kesim siyasetçisi Helmuth Kohl’ün de Türkiye’ye bakışı sorunluydu. Ama, Sosyal Demokrat kökenli Gerhard Schröder’in Başbakanlığında ise Türkiye’nin AB adaylığı desteklenmiş ve evvelce hiç yaşanılmayan oranda bir Türkiye-Almanya yakınlaşması ortaya çıkmıştı. Merkel, Schröder’in mirasını yavaş yavaş ortadan kaldırdığı gibi, Kohl döneminin de gerisine düşen bir tutum içine girdi.

Erdoğan antipatisi

Almanya’da Türk kökenli vatandaşların düzenlediği toplantıların  sudan gerekçelerle Alman makamları tarafından yasaklanması, ya da salon verilmemesi, Merkel döneminde yaşanan krizlerin son halkasını oluşturdu. İnkâr etmeyelim. Almanya’da, belki de birçok Avrupa ülkesinde ‘Erdoğan Antipatisi’ mevcut. Ancak bu tutumu sadece bununla açıklayamayız. Bu durumun başka sebepleri de var.  

*Siyasi ve Sosyolojik Sebep: Avrupa genelinde giderek yaygınlaşmakta olan yabancı düşmanlığı, bugün daha çok İslam karşıtlığına dönüştü. Bu durum, ‘Göçmen Karşıtlığı’ duygularıyla örtüşüyor. Bu duygu Almanya’da güçlü bir toplumsal tabana dayanmaya başlayınca, sağdaki ve merkezdeki siyasi partiler seçimlerde başarılı olabilmek için bu toplum kesimlerinin oylarına yöneldi. Bu karşı duruş, İslam veya Türkiye karşıtı ifadeleri daha önce kullanmayan siyasi partilerin mensuplarına da yansıdı.  Bu söylemlerin ayarı kaçtı.

Her seçim döneminde, bir öncekinden bir seviye yukarı yabancı karşıtı söylem siyasi iklime hâkim olmaya başladı. Türkiye’yi hedef almak, Alman sağ siyasetçisinin vazgeçilmezi haline dönüştü. Sol ve Yeşil siyasetçiler ise AK Parti ve Erdoğan özelinde, ‘Türkiye karşıtı’ siyaset yaparak, ‘İnsan Hakları ve Demokrasi’ paravanının arkasına sığınır oldular. Bu tutum, Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin hiç yararına olmadı. Onları yalnız bıraktı.  

*Tarihi Sebep: Almanya’nın Kuzeyi genelde Özgürlükçü-Liberal, güneyi ise Muhafazakâr Hıristiyan bir toplum.19’uncu yüzyılda sayıları 50’yi bulan Alman devletlerinin tek bir Almanya çatısı altında toplanması için bir siyaset gerekliydi. Bunun için Alman olmayanlara yönelik bir ‘Ötekileştirme’ tutumu hakîm oldu. Konuştuğu Almanca, mezhep vs gibi farklılıklar içinde olan bu devletlerin bir araya gelebilmesi ancak, ‘biz’ duygusunun oluşmasıyla mümkün görünüyordu. Bu bağlamda, kültürel milliyetçilik ön planda tutuldu. Ancak zamanla bu duygular ülkeye zarar getirdi. Nazizm’e kadar yönlendi. Bu duygulara karşı ülkede büyük mücadele verildi. Ancak, hala ‘Ötekileştirme’ Almanya’nın tam olarak kurtulamadığı bir refleks… İki Almanya birleştikten sonra da, Almanlık ve Avrupalılık gibi kavramların, göçmenler ve Müslümanlar ötekileştirilerek benimsetilme gayreti içine girildiğini gördük. Ve Türkler bu nedenle hep, ötekileştirmenin doğrudan hedefi hâline geldiler.

Peki neden Almanya Türkiye’de hep ‘İç Siyaset’ konusu, hatta malzemesidir? O da bir başka yazının konusu… Onu da işleyeceğiz.